Cumartesi

 

Globalleşen bir dünyada, iletişim ve bilgi çağında yaşıyoruz. Benim çocukluk ve gençliğimde hayal bile edilemeyen nice şey şimdi gerçek olmuştur. Bilgisayarınızdan interneti açıyorsunuz ve Alaska’da yahut Kamçatka’da yayınlanan bir gazete veya dergiye ulaşabiliyorsunuz. Cep telefonunuzla Patagonya ile anında konuşabiliyorsunuz. Kredi kartı ile (benim yok!) uzak bir ülkede bastırılmış kitabı satın alabiliyorsunuz. İnternette bir konu arıyorsunuz, birkaç saniye içinde (bazen o kadar bile sürmüyor) binlerce, yüzbinlerce, hattâ milyonlarca veriye, dosyaya el atabiliyorsunuz.

Biz Türkiye Müslümanları çağın bu imkânlarından, fırsatlarından, gereği gibi yararlanabiliyor muyuz? Bu soruya evet diyebilmek mümkün değildir. Çünkü biz zamane Müslümanları iki şeyin çok gerisinde kalmışız. Birincisi islâm’ın, ikincisi çağın gerisinde.

Bundan yirmi dört yıl önce büyük bir cemaatin liderine bir “İslâmî Bilgi Bankası” kurulması hususunda müracaatta bulunmuştum. Müsbet bir cevap alamadım. Hem dinimiz, hem bilgelik, hem akıl bize bilgi ve kültürün çok büyük bir güç olduğunu söylüyor ama biz bilgi ile güçlenemiyoruz. Niçin?

Bir kere aldığımız tahsil ve eğitim buna müsait değil.

İkincisi: Yazılı ve edebî lisan bilgimiz çok yetersiz. Bilgi ve kültürde yüksek rütbe ve derecelere çıkabilmek için binlerce sözcük, terim ve kavramı öğrenmiş olmamız, bilmemiz gerekiyor. Bu da yetmiyor, yine binlerce bilgi ve kültür referansının kafamızda depolanmış olması icab ediyor.

Kültürlü insan leb demeden leblebiyi bilen ve anlayan kişidir.

Tarih, coğrafya, edebiyat, sanat konusunda binlerce referansınız olacak.

Kültürü bir Batılı şöyle tarif ediyor: Kültür o şeydir ki, insan birçok bilgi öğrenir, bunları unutur, geriye kalan kültürdür.

Birkaç örnek vereyim:

Birisi söz arasında “Selâmet der-kenarest…” dedi. Kültürlü insan bunun

Şeyh Sadî-i Şirazî’nin

sözü olduğunu bilir. Tamamını da ezberden okuyabilir.

Be-derya der menâfi’ biî-şumarest

Eger hahi selâmet der-kenarest…

(Denizde menfaatler çoktur ama sen şayet selâmet istiyorsan o kenardadır.)

Meşhur edib ve kütüphâneci Ali Emirî efendinin hâfızasında on bin Osmanlıca beytin bulunduğu söylenir. Artık onun gibi deryalar gelmez ama kültürlü bir Türkiyelinin hiç olmazsa elli kadar Osmanlıca beyit ezberinde olmalıdır.

Eskiden ülkemizde idadî, sultanî tahsili yapmış kimselerin çoğu nice mısraı, beyti, gazeli, kıt’a ve rübaîyi ezbere bilirlerdi. Bir Türkiyeli ne kadar yazılı-edebî Türkçe biliyorsa o kadar adamdır.

Kişinin kültür derecesi edebî-yazılı lisanıyla ölçülür. Medeniyetin temeli merak, dikkat ve hafıza üzerine kuruludur.

Geçen hafta İtalyanca bir İstanbul rehberi aldım. İsmi: İstanbul, Libri per Viaggiare. 384 sayfalık bu kitap bir tarih, sanat, kültür hazinesidir. İçinde binlerce resim, fotoğraf, harita, desen var. Hüsn-i hat sanatımızdan bahs ediyor. Çanakkale savaşına bile yer vermiş. 1914-1915’te Boğazı geçmek için ilerleyen düşman zırhlılarının resimleri yer alıyor. Büyük camilerimizin hem resimleri var, hem de mimarlık tekniğine ve sanatına uygun yapılmış rölöve planları var. Atatürk devrimlerinden önceki çarşaflı peçeli kadınlar, geleneksel eski Türk evleri, minyatürler, nakışlar, eski paralar ve neler neler.

Biz Türkler Roma, Napoli, Venedik, Floransa hakkında böyle güzel kitaplar hazırlayıp yayınlayabilir miyiz? Yayınlasak bile kim satın alır, kim okur?

Kaç kere yazdım:

Türkolog Profesör Suzuki

Kanunî Sultan Süleyman hakkında Japonca güzel bir kitap yazmış, bastırtmış. Beş sene önceki rakamla bu eser 80 bin adet satılmış. Biz Türkiye’de meşhur Japon imparatoru Meiji hakkında bir kitap yazsak 80 tane satamayız.

Bizde merak yok, dikkat yok, hafıza yok, kültür yok. Önce kendimize, kendi öz kimliğimize ve kültürümüze yabancılaşmışız. Sonra da insanı medenî kılan, üstün kılan bütün değerlere… İstanbul’da, zengin ve varlıklı olup da geleneksel ahşap bir Türk evinde yaşayan bir tek aile gösterebilir misiniz? O hale gelmişiz ki, koskoca üniversite profesörleri, altından geçtikleri anıt-kapının üzerindeki mermer kitabede ne yazıldığını okuyamıyor. Türkçe değil mi bu kitabe? Türkçe ama bir kopukluk olmuş bizde, Türkçe yazıyı okuyamıyoruz.

Bizim okumamız yazmamız 1928’e kadar gidiyor. Orada cereyan kesiliyor ve zifirî cehalet karanlığı başlıyor. Hangi millet, hangi toplum atalarının bin yıl boyunca kullandığı millî yazıyı yasak ederek ilerlemiş, medenî olmuş, yükselmiş, nurlanmıştır?

Dünyanın her yerinde ev vardır ama her toplumun, her ülkenin, her milletin kendine göre evleri vardır. Japon evi başkadır, Hint evi başka, İtalyan evi başka. Biz Türkiyeliler artık Türkiye evlerinde oturmuyoruz. Evlerimiz bizim yuvalarımız olmaktan çıkmış, mal olmuş.

Zihniyet konusunda da yabancılaşmışız. Sanat, şehircilik, mimarlık konusunda tam bir dejenerelik içindeyiz. Eskiden Müslüman mezarlıkları hüzünlü bir medeniyeti aksettirirmiş. Bir de şimdiki

“asrî-modern”

mezarlıklara bakınız. Sanat yok, güzellik yok, vasıf yok, kültür yok.

Bir toplum:

– Kendi kültürüne,

– Kendi kimliğine,

– Kendi kişiliğine,

– Kendi sanatına,

– Kendi değerlerine,

– Kendi mimarîsine,

– Kendi örflerine, adetlerine, geleneklerine yabancılaşırsa geriler, çöker, rezil ü rüsvay olur.

Eski değerleri attık. Yerlerine hangi değerleri getirdik?

– Para temel değer oldu.

– Kazanç, servet, zenginlik,

– Lüks ve aşırı konforlu hayat,

– Lüks otomobiller,

– Lüks meskenler,

– Lüks cep telefonları,

– Lüks fakat sanatsız dekorasyon, pahalı, zevksiz mobilyalar,

– Lüks yeme içme veya tıkınma,

– Gösteriş,

– Benlik,

– Şehvetlerimizi tatmin…

Bu değerler bizi batırdı, bitirdi. Mürüvvetin mânâsını bilen kalmadı. Eski görgü ve terbiye sizlere ömür. Fütüvvet ahlâkını sorsanız ne olduğunu bilen çıkar mı? Seha, kerem, ikram… İstikamet, hamiyet, gayret… Bunlar ne demektir?

Eline para geçiren kudurmuş gibi, çılgın gibi lüks otomobil alıyor. Otomobil bir ihtiyaç vasıtası olmaktan çıkmış bir statü haline gelmiş. Toplumların, bilhassa gençlerin idealize ettikleri şahsiyetler, kahramanlar vardır. Bizdekilere bakınız: Futbolcular, şarkıcılar, türkücüler, mankenler, cinselliklerini teşhir edenler. Bunları seven, bunlara tapan, bunları örnek ve model alan bir toplumun vay haline.

Türkiye bin yıl boyunca helâl-haram ayırımı yaparak yaşadı. Şimdi bu ayırım bitti. Helâl olsun, haram olsun para, para, para… Bunun neticesi nedir? Görmek, bilmek isterseniz Türkiye’ye bakınız.

Türkiye’de iyi adam kalmadı mı? Kalmaz olur mu? Halkın yarısı iyidir. İyidir ama hem İslâm’ı, hem çağı yakalamak hususunda yeterli değildirler. Kötüler alabildiğine cesur, gözükara, atılgan; iyiler ise korkak, çekingen, pısırık.

İyiler vasıflı olsaydı, kötüler kadar cesur olsaydı Türkiye bugünkü hale düşer miydi? Ülkemiz içi ateş dolu bir uçurumun kenarına gelmiştir. Kurtulmak istiyorsak vasıflı, güçlü, üstün Türkiyeliler yetiştirmek zorundayız.

Hangi boyut ve konularda vasıflı, güçlü, üstün? Bilgi ve kültür konusunda; ahlâk, fazilet, aksiyon konusunda; güzellik, estetik, sanat konusunda. Bunların miktarı ne kadar olmalıdır? Yeterlisayıda. Başka kurtuluş yolu yok mu? Yok, yok, yok!..

(Not: Kendimi yeterli seviyede kültürlü bir Türkiyeli olarak görmüyorum.) 02 Ocak 2005