Perşembe

 

10 Nisan 2005 Pazar günü sabah namazını kıldıktan sonra yola çıktık. İzmit’i geçtik, kahvaltıyı Geyve’de bir lokantada yaptık. Burası on yedi bin nüfuslu sakin bir şehir. İstanbul’dan kaçmak isteyenlere tavsiye ederim. Hayat ucuz, lokantanın tarifesine baktım: Çorbalar 1 lira, kuru fasulye 125 kuruş, pilav 125 kuruş, sebze yemekleri 2 lira, et yemekleri ve ızgaralar 3 lira, tatlılar 1 lira… Gelmişken geleneksel bir el sanatı ürünü alayım dedim, garsona sordum, “Burada böyle bir şey yok” dedi. Geyve’den Taraklı’ya giderken bir kaplıcaya uğradık, şifalı suyunda yıkandık. Adam başına 3 lira…

Taraklı, beş bin nüfuslu pek sakin bir yer. İstanbul’u terk edebilsem nüfusu beş binin üzerinde olan bir şehirde oturmam. Canın sıkılır denilebilir, haftada bir İstanbul’a gelirim… Taraklı’da hayli eski zaman evi var. Evlerin “mal değil, yuva olduğu” mutlu devirlerden kalmış. Yazık ki, halkımız bunların kadr ü kıymetini bilmiyor. Bizde lüks otomobil, lüks cep telefonu merakı gibi beton ev merakı ve hastalığı da var. Bilmiyorlar ki, beton evlerde mutlu olmak çok zordur. Bunu nereden biliyorsun? Halimizden, halimizden…

Üçüncü durağımız Göynük oldu. Bu tarihî şehrimiz derin bir vadiye sıkışmış vaziyette. Cennet mekân Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerinin mürşidleri Akşemseddin Hazretlerinin (yüce sırrı takdis olunsun) türbesi burada. Ziyaret ettik, Fatihâ okuyup sevabını bağışladık.

Göynük’ten, üzeri işlemeli dövme bakırdan bir güğüm satın aldık. Güğümün kendisi eski, üzerindeki süsler yeni yapılmış. Fiyatı da hayli ucuzdu. Bir de maltız aldık. Elli altmış sene önce, yemeklerimizi bazen maltız üzerinde pişirirdik. Şimdiki evler böyle âletlere müsait değil. Yazlıkta, kıra gidildiğinde kullanılabilir.

Göynük’ten sonra Mudurnu’ya uğradık. İsmini unuttum, terkedilmiş nefis bir ahşap konak gördük. Sahipleri niçin böyle güzel mekânlarda oturmuyorlar? Buradan geleneksel usûlle evde pişirilmiş iki adet yassı ekmek aldım, ısıtıp ısıtıp yiyorum, çok lezzetli.

 

Dönüşte anayol üzerinde bir çömlekçinin satış yerinde durduk, büyük bir toprak saksı ile üzeri sırlı bir Eskişehir ibriği aldım. Dükkâncı bana bir de sırlı maşrapa hediye etti. Geleneksel usûlle elde yapılmış toprak ve dövme bakır eşyayı çok seviyorum. Bunları ihtiyacım olduğu için almıyorum, sevdiğim, ilgi duyduğum, yapanları ve satanları teşvik etmek istediğim için satın alıyorum. Fiyatları da pahalı değil, tek problem evde bunca eşyayı koyacak yer bulmak. Maamafih son aldığım bu saksıya, balkonumdaki yabanî gülü ekeceğim.

İmkânı olan okuyucularımın cumartesi, pazar günleri Marmara bölgesinde,Trakya’da, iki-üç saatte gidilecek şehirlere böyle geziler yapmalarını tavsiye ederim. Hadîs-i şerifte buyuruluyor, seyahat eden sıhhat bulurmuş, ancak dikkat edilecek bazı hususlar var:

– Yanınızda mangal götürmeyiniz, kesenize uygun bir yerde yemek yersiniz. Yahut peynir, ekmek, zeytin, helva, kaynamış yumurta… Evde börek ve maydanozlu köfte de yaptırabilirsiniz. Yanında meyve. Dolaştığınız yerlerde çay içilecek hayli mahal var. Biz, dönüşte bir konaklama yerinde çay içtik, taze ve lezzetliydi.

– Namaz vaktini bir şehirdeki veya köydeki camide cemaatle kılmakta yarar vardır. Biz öğle namazını bir köy camiinde kıldık. Mevlid okunmuş, mâbed kapıya kadar doluydu.

– Yolda gördüğünüz geleneksel el sanatı eserlerinden (pahalı değillerse) alınız. Ya evinize götürünüz yahut sevdiğiniz birine hediye ediniz. Böyle yaparsanız bu gibi sanatları teşvik etmiş olursunuz.

– Yola sabah namazını kıldıktan sonra çıkınız. Erken çıkarsanız vaktiniz bereketlenir. Dikkat buyurunuz, zaman uzar demedim, bereketlenir dedim.

– Gittiğiniz yerlerde eski evlerin, tarihî eserlerin, camilerin, türbelerin fotoğraflarını çekiniz. Sonra bunları albümlere koyunuz, arşivleyiniz.

Mudurnu’ya bağlı Taşvansuyu köyünden geçerken eski zaman usûlü bir su değirmeni gördüm, önünde durduk. Değirmenci Nevzat Beyle tanıştık, daha çok mısır öğütüyormuş. O sırada değirmen çalışmıyordu, bizim hatırımız için birkaç kilo mısır öğüttü. Beş kilo mısır unu aldık.

Gezdiğimiz yerlerin halkı oldukça dindar. Köy kadınları şalvarlı, tesettürlü. Geleneksel kıyafetli annelerinin yanında bazı köy tazeleri pembe renkli kıyafetleriyle dikkati çekiyorlardı.

Halk genel olarak fazla hırslı ve çalışkan değil. Çok sakinler, rahatı seviyorlar.

Otomobiliyle bizi gezdiren dostumuzun kırsal kesimde yaşayan kayınvalidesine ve kayınpederine uğradık. Öğle yemeğini orada yedik. Civardaki beş köyün imamı bir olmuşlar, sekiz dönüm arazi kiralamışlar, ekolojik domates yetiştireceklermiş. Tebrike şayan bir teşebbüs… Her vatandaş gücünün yettiği kadar bir şeyler üretmeli.

Mudurnu’da bir dükkânda şimdiye kadar görmediğim garip bir soba gördüm. Üzerinde üstü açık huni şeklinde bir depo vardı. Bunda ne yakıldığını sordum, fındıkkabuğu dediler.

Kaymakamlıklar, belediyeler, kültür müdürlükleri, özel vakıflar yurdun her yerinde geleneksel el sanatlarını diriltmek, geliştirmek için planlı programlı ve akıllı şekilde çalışmalı. Ayrıca reçel gibi yenilecek şeyler evlerde yapılıp satılmalı. Tabii ki, herkesin bildiği reçeller değil. Bilinmeyen, yakası açılmadık reçeller… Zeytin reçeli, patlıcan reçeli, karpuz reçeli, kavun reçeli, havuç reçeli…

Günü birlik seyahatlerde pahalı, lüks turistik tesislerde yemek yemektense şehirlerde halkın yediği lokantalarda yenilmelidir. Ucuz olan her şey kalitesiz değildir. Lokantalardaki yemek tezgâhlarına bir göz atılabilir. Yerlilerden bir zata “Buranın nesi meşhurdur? Nerede yemek yiyebiliriz?” diye sorulabilir.

Bir mâni çıkmazsa önümüzdeki pazarlardan birinde Lüleburgaz’a giderek oradaki Sokollu Mehmed Paşa Camii’ni ve külliyesini tekrar gezmek istiyorum. Mimar Sinan’ın bu eseri o kadar büyük bir sanat eseri ki, on kere ziyarete gidilip görülse değer.

Anadolu’da küçük şehirlerin açık pazar kurulan günleri vardır. Böyle bir pazara rastlarsanız, taze ve sağlıklı sebze, meyve, diğer gıda maddeleri alabilirsiniz. Nasıl olsa otomobiliniz var, bagajına koyarsınız. Bu gibi pazarlarda bazen elde yapılmış tahta veya demir eşya da satılıyor; ilginizi çeken, ihtiyacınız olan bir şey görürseniz onu da alırsınız. Alışveriş etmek bir sanattır, bir zevktir, bir mutluluktur. Bazı dostlarımız otomobilin benzinine, aşırı şekilde tıkınmaya avuç dolusu para harcarlar; beride elde yapılmış, emek verilmiş, göz nuru dökülmüş bir esere üç beş lira veremezler, bu da bir cimriliktir. İnsan bu gibi şeyleri, yapanları tevşik için bile alır… Küçük bir şehirde, bir pazara gittiniz. İhtiyar bir kadıncağız bir şeyler satıyor, sebze, meyve türünden. Onun önünden geçip gitmeyiniz, bir iki kilo bir şey alınız, paranız nasip olsun. Sadaka vermiyorsunuz, karşılığında mal alıyorsunuz. Ha, unutmayınız! İhtiyarlardan, fakirlerden, çocuklardan bir şey satın alırken pazarlık yapmayınız. Esnafla yapabilirsiniz.

Köylerde yeni yapılan binalar maalesef mimarlık bakımından çok sanatsız, hattâ çok çirkin. Eskinin basit toprak evlerinde bile bir estetik varmış, şimdi onu yitirdik. Ruhunu yitiren bir toplum sanatını, estetiğini yitirmez mi?

Câhilce ve kuraldışı yapılan ziraî ilaçlamalar, sunî-kimyevî gübreler yurdumuzun birçok yerinde çevreyi vahim şekilde kirletmiş bulunuyor. Bazı bölgelerin balları bile zehirli oluyormuş. Çok şükür, son yıllarda ekolojik, sağlıklı, tabiî gıda maddeleri konusunda ciddî teşebbüsler, şuurlanma, uyanış görülüyor. Mümkün olduğu kadar hormonlu, aromalı, boyalı, kimyalı, koruyucu maddeli, benzoatlı, nitratlı maddeler yememeye çalışalım. 15 Nisan 2005