CumartesiAvrupa Birliği’ne girmemiz de, girmememiz de bizim için son derece hayatîdir. Girmemiz gerekiyor. Çünkü:

1. Bizde dehşetli bir nüfus patlaması var. Aşırı şekilde artan nüfusumuza iş ve aş bulamıyoruz. Birkaç sene içinde Avrupa Birliği’ne en azından beş milyon vatandaş göndermemiz gerekiyor. Avrupalıların bizim bu insanlarımıza ihtiyacı var. Orada çalışacaklar, hem kendilerini geçindirecekler, hem de anavatana para göndereceklerdir.

2. Biz kendi başımıza demokrasiyi yaşatamıyoruz. AB’ye girersek onların standartlarını kabul edeceğiz ve eskiden yaptığımız bazı şeyleri yapamayacağız. İşkence yapamayacağız, insanları inançlarından, fikirlerinden, görüşlerinden tenkitlerinden, yazılarından dolayı cezalandıramayacağız.

3. Bizde din, inanç, inandığı gibi yaşama hürriyeti kısıtlıdır. Başörtüsü yüzünden kızlarımız okullarda ve üniversitelerde okuyamıyor, temel haklar cümlesinden olan eğitim hakları çiğneniyor. AB üyesi bir Türkiye’de bu gibi baskılar, zulümler olmayacaktır.

4. Kokuşma konusunda notumuz son derece kötüdür. AB’ye girersek kendimize bir çeki düzen vermek zorunda kalacağız.

5. Ürettiğimiz sanayi, tarım, hayvancılık mallarını kolayca AB ülkelerine satabileceğiz.

Bunlara mukabil, AB’ye girdiğimiz taktirde Türkiye’yi parçalamak isteyen bölücü fikir ve aksiyonlar bir dokunulmazlık zırhına bürünmüş olacaktır.

Ermenilerin, Rumların ülkemiz toprakları üzerindeki emellerine yeşil ışık yakılmış olacaktır.

Misyonerler ülkemizi ve halkımızı Hıristiyanlaştırmak için korkusuzca ve hiçbir engele mâruz kalmadan çalışacaklardır.

AB’ye girdiğimiz taktirde bugünkü laiklik devam edebilir mi? Asla edemez. Çünkü bizde laiklik denilen şey, aslında “Devlet dini” (Din devleti ile karıştırmayınız) sistemidir. Bizde din ve devlet ayrılmış değildir, beraberdir. Devlet, dini sıkıca kontrol etmektedir.

Türkiye AB’ye tam üye olur ve birkaç yıl içinde Batı ülkelerine beş milyon insan gönderirse ne olur? Sanırım böylece, Avrupa’dan intikamımızı almış oluruz.

Ancak madalyonun öteki yüzüne de bakmak gerekir. Avrupa bizi kendi içine almak istemez ama buna mecburdur, mahkumdur. Çünkü, AB’ye üye olamayanTürkiye başka dünyalara yönelebilir ve bu da dengelerin tepetaklak olmasına sebebiyet verir.

Binaenaleyh şu anda hem Türkiye hem de Avrupa, yukarı tükürsen bıyık, aşağıya tükürsen sakal durumundadır. Girsen bir türlü, girmesen bir türlü… Alsalar bir türlü, almasalar bir türlü.

19’uncu asrın ilk yarısında başlayan Tanzimat hareketinde Osmanlılar çok yanlış işler yaptılar. Sultan İkinci Mahmud; kavuğu çıkartıp fes giydirtmekle, şalvarı bırakıp setre pantolonla Avrupalılaşacağımızı sandı. Kapılarını ve ufuklarını Batı’ya bizden daha geç açan Japonlar akıllıca hareket ettiler. Batı’nın ilmini, tekniğini, âlet ve silahlarını aldılar; kısa zamanda dev bir güç haline geldiler ve 1904’te Çarlık Rusyası ile savaşa tutuşup onu yere serdiler.

Biz Müslüman Türkiyeliler bu sefer aklın, hikmetin, sağduyunun ışığında doğru bir yolda yürümeliyiz. Son bir buçuk asırlık Avrupalılaşma maceramız bize çok büyük zarar vermiş ve bugünkü iflasımıza yol açmıştır. Ülkeler, milletler, toplumlar isteseler de kan gruplarını, kültürlerini, millî kimliklerini, bio-jenetik özelliklerini, zihniyet ve karakterlerini değiştiremezler. Bize Avrupa’nın gelenekleri, hedonist ahlakı, fuhşiyatı, içkisi, dansı, cinsel başıboşluğu lazım değildir. Biz onlardan ilim, teknik, müessiriyet, planlı ve programlı çalışma, vasıflı eğitim, kaliteli üniversite, araştırma ve inceleme metodları öğrenmeliyiz. İslâm bizim kimliğimizin ana unsurudur. Onu ihmal etmekle kendimizi inkâr etmiş oluruz.

Kaldı ki, İslâm Avrupa’nın müstakbel dinidir. Şu anda Avrupa’da on milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Her yıl onbinlerce Avrupalı din olarak İslâm’ı seçmektedir.

Avrupa’ya Sabataycılar gibi bakmaktan vazgeçelim. Sabataycıların başka inançları, başka dünya nizamları, başka görüşleri, başka emelleri vardır. Onlara yararlı olan bize yararlı olmaz.

Japonlar Avrupa kılık kıyafetini aldılar ama damarlarını kesseniz Japonluk kanı akar.

Onlar Avrupalılaşacağız diye eski geleneksel, son derece çetrefil ve zor yazı sistemlerini atıp yerine Latin yazısını almadılar. Eski yazıları ile, bir tanesi günde on üç buçuk milyon satan çok kaliteli ve mükemmel günlük gazeteler çıkartıyorlar. Japonya’da dört yüz küsur üniversite var. Bu yüksek tahsil ve araştırma kurumları ülkelerine şimdiye kadar yığınla Nobel kazandırmıştır. Japonlar, Batılılaşacağız diyerek tarihî devamlılık yolundan dışarı çıkmamışlardır. Kültür, zihniyet, şahsiyet, kimlik olarak Japon kalmışlar; batının ilmini, irfanını, tekniğini, vasıtalarını almışlar ve nice saha ve konuda Batı’yı geçmişlerdir.

Elimden gelse, kafası çalışan her Türkiyeliye “Japonya dersleri” verdirtirim. Başta Japonya olmak üzere Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi Asya ve doğu ülkelerinden alacağımız çok dersler vardır.

Japonlar, Güney Koreliler din ve devlet, laiklik, ilericilik gericilik tartışmaları ve çatışmalarıyla vakit kaybetmiyor. Arı gibi çalışıyorlar. Güney Kore, gemi inşa sanayiinde dünya birincisidir. Muazzam ve mükemmel bir otomotiv sanayiine sahiptir. Taiwan, 600 bin kişilik bir ordu beslemesine rağmen ilim, teknik, sanayi, ihracat dallarında harikalar meydana getiriyor. Altı yüz küsur kilometre karelik küçük Singapur akıllara durgunluk verecek başarılara imza atıyor. Biz ise onların ön safta koştuğu yarışların arka saflarında nal toplamakla meşgulüz.

Avrupa’nın şimdiye kadar, iyi taraflarından çok, kötü taraflarını iktibas ve taklit ettik. Bundan sonra gözümüzü açalım ve ilim, irfan, teknik, plan program, müessiriyet devşirmeye bakalım. 10 Kasım 2002