Gizli, Derin Komiteler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Şubat 2019
Çarşamba
Türkiye’de devletin yapmadığı, yapamayacağı, yapması mümkün olmayan birtakım esrarengiz işler, manipülasyonlar, provokasyonlar (kışkırtmalar) oluyor. Peki bunları hangi şahıs veya zümreler, hangi güçler yapıyor? Hangi hakla, neyin adına yapıyorlar?
Halkı zümrelere, kutuplara ayırmak, onları birbirleriyle çatıştırmak kimin, hangi gücün işidir? Bu ülkede yıllardan beri halkımız Sünnî Alevî, sağcı solcu, dinci lâik, Türk Kürt, şucu bucu diye birbirine zıt, karşıt, rakip, hattâ bazen düşman kesimlere ayrılmıştır. Ülkenin, devletin, milletin menfaati böyle olması mıdır; yoksa kaynaşma, birleşme, uyum, millî mutabakat, sosyal barış mıdır?
Gizli, esrarlı güçler Sünnî Müslümanlar konusunda yıllardan beri bir takım manipülasyonlar yapıyor. Müslümanları kendi hallerine bırakmıyorlar. Böl, parçala, hükmet prensibine uygun olarak dindar kesimi bir sürü rakip hizbe, fırkaya, zümreye, cemaate ayırıyorlar, birbirleriyle tartıştırıyorlar, çekiştiriyorlar. Bu işteki gayeleri nedir? Bu yaptıkları Türkiye devletinin lehine midir, aleyhine midir?
Alevî vatandaşlarımız da yıllardan beri kesif (yoğun) manipülasyonlara, yönlendirmelere maruzdur. Sünnîlerle aralarında bazı ihtilâflar olmakla birlikte Aleviler de Müslümandır; Alevilik Müslümanlığın bir şubesidir. Peki bir takım adamlar, birtakım güçler Türkiye Alevilerini niçin üç gruba ayırmıştır? Bunlardan birinin ideologu köken itibarıyla Alevî olmayan bir kimsedir ve “Ali’siz Alevilik” adında kocaman bir kitap yazmıştır. Alevilerin Hazret-i Ali’yi bırakmalarını istiyor. Ali dincidir, gericidir mânâsına gelen lâflar ediyor. Bu adam deli midir? Değilse ilhamını nereden almaktadır?
Bir başka Alevî zümresi derin devletle iyi münasebetler içindedir, düzeni desteklemektedir ve maddî yardım gördüğü söylenmektedir.
Üçüncü Alevî grubu dindardır. Ancak onlar, Türkiye’deki Ehl-i Sünnet Müslümanlığının bir parçası olmak yerine, İran’daki Şiî-Caferî mezhebine bağlanmak istiyor.
Ülkemizdeki islâmî hareket de yoğun “alakalara” mâruzdur. Esrarengiz güçler sanki bir satranç oynuyor ve Müslümanları yönlendiriyor. Devletin, ülkenin, milletin menfaati için mi? Yoksa başka güçlerin, başka değerlerin yararına mıdır bu manipülasyonlar, yönlendirmeler?
Bu konuda söylenecek, yazılacak çok şeyler var ama yazamıyorum.
Bundan on sene önce ülkemizde iki büyük facia yaşandı. Sivas hâdisesi ve Başbağlar köyü katliamı. İkisi de tertip, provokayon, kışkırtma kokuyordu. Aziz Nesin ve hempaları niçin Pir Sultan Abdal şenliklerini bahane ederek Sivas gibi Sünnî-Alevî kesimlerine sahip hassas bir şehrimize gitmişlerdir? Aziz Nesin o tarihte Aydınlık gazetesinde Selman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri kitabının tercümesini yayınlıyordu. Sivas hadisesinin sonu mâlum. Otelde yangın çıktı, otuz küsur kişi öldü. Birtakım kimseler toplandı, mahkemeye verildi. Mahkeme önce hafif cezalara hükmetti. Sonra bu karar bozuldu ve otuz küsur vatandaş idama mahkûm oldu.
Başbağlar köyünde otuz küsur vatandaş camiden çıkarken feci şekilde katledildi. Onların hiçbir suçu yoktu. Ne kışkırtma yapmışlar, ne etliye sütlüye karışmışlardı. Onların katilleri bulunamadı, kanları yerde kaldı.
Sivas kışkırtmalarını, Başbağlar katliamını hangi esrarlı ve derin güçler tertiplemiş, tezgahlamıştı?
İslâm dini ülkemizin, tarih boyunca olduğu gibi bugün de hâkim dinidir; büyük bir sosyal ve kültürel güçtür. Devletimizin, ülkemizin, halkımızın bu güçten yararlanması gerekmez mi? Niçin birtakım esrarlı şahıslar, zümreler din ile devletin, din ile yönetimin kavgalı olmasını istiyor?
Dünyanın bütün medenî, ileri, demokrat, hukukun üstünlüğü prensibine ve temel insan haklarına bağlı ülkelerinde Müslüman kız öğrencilerin başörtüsü ile okullara ve üniversitelere gidip okumaları serbest de Türkiye’de niçin değil? Başörtüsü yasağı devletin koyduğu bir yasak mıdır, yoksa kendilerini Türkiye devletinin ve Cumhuriyeti’nin üzerinde gören, birtakım esrarengiz güçlerin, teşekküllerin, şahısların bir zorlaması mıdır?
Dünyadaki bütün lâik ve seküler siyasî sistemler ülkelerindeki dinlerle, dindarlarla barış ve uyum içindedir de Türkiye’de niçin bitmez tükenmez, müzmin bir din-siyaset kavgası yaşanmaktadır? Ben böyle kavganın devletimizin, Cumhuriyetimizin, ülkemizin, halkımızın lehine olduğu iddiasını asla kabul edemem. Manzara ortadadır, zarar ziyan büyüktür.
Evvelce yok idi, Türk Kürt ayrımını, ikiliğini hangi güçler sahnelemiştir? İsrail elli yıldan beri Türkiye’de Kürt meselesiyle ilgileniyor. Benim anladığım kadarıyla Kürt hareketinin mimarları Yahudi Kürtlerdir. O da nereden çıktı demeyin. Barzanî’nin ailesinin Yahudi olduğunu biliyor musunuz? Türkiye Kürtlerinin Kürtçülük hareketinden büyük zararlar göreceğine inanıyorum. Sonunda memleket parçalanacak, çökecek, enkazın altında Türk Kürt hepimiz cümbür cemaat kalacağız. Kürtler bu ülkede bütün haklara sahiptir. Cumhurbaşkanı bile olabilirler. Kürtçe meselesi önemli bir mesele değildir. Bu konuyu zorlamamak, kaşımamak, mıncıklamamak gerekir. Her şeyin bir vakt-i merhunu vardır.
Gizli, esrarlı komiteler ve güçler milliyetçilerin ve Türkçülerin de aralarına ajanlar, casuslar sokmuşlar, onları da paramparça etmişlerdir. Bütün bu olup bitenler, bu manipülasyonlar, provokasyonlar, bölüp parçalamalar, yönlendirmeler Türkiye’nin lehine değildir; devletimizin, ülkemizin, halkımızın lehine değildir.
Yazık ki, okur-yazarlarımız, aydınlarımız (kaç aydın çıkar şu yetmiş milyonluk yığın içinden?), sorumlularımız, fikir adamlarımız dönen dolapların farkında değiller. Farkında olan istisnaî şahsiyetler vardır elbet ama istisnalar kuralı bozmazmış…
Türkiye’ye yazık oluyor. Bu devlete, bu Cumhuriyete, bu ülkeye, bu millete yazık oluyor…
Gizli, esrarlı, derin güçler, komiteler yüzünden her geçen gün biraz daha batıyoruz. 31 Ekim 2002