Salı

 

Bundan kırk sene kadar önce dünyada çirkin ve kötü bir mini-etek modası çıkartıldı. Bu modayı kimler çıkarttı acaba? Müslümanlar, dindar Hıristiyanlar, Ortodoks Yahudiler böyle bir şeye karşı idiler. Meşhur

“Protokolların”

icabı mıydı bu moda?

Türkiye’de kimse bu kıyafetle ortaya çıkamıyordu… Birgün, zamanın mâlum, mâhut, meşhur gazetelerinden birinin birinci sayfasında bir haber çıktı: Beyoğlu’na modern bir kadın mini-etekli kıyafetle çıkmış, bunu yadırgayan bir külhanbeyi kadına sataşmış, hadiseler falan olmuş…

Haber ve resmi sadece o gazetede çıktıydı. Hımmm…


Bunun düzmece bir senaryo, önceden hazırlanmış ve planlanmış bir haber ve vak’a olduğu belliydi.

1960’lı yılların ikinci yarısında Manisa’da bir bankada çalışan, çalışma günleri İzmir’deki evinden işine gelip giden (iki şehir birbirine çok yakındır) mini etekli bir banka memuresini Manisa halkı şehirlerine sokmamak için çok direnmişti. O zamanın gazete koleksiyonlarını açınız, bu konuda nice haber, resim, fıkra (köşeyazısı), yorum göreceksiniz.

O zamanlar halkımız mini-eteği müstehçen sayıyor, bir tür ahlâksızlık olarak görüyor, millî kültür ve edeb kurallarına aykırı olarak kabul ediyordu.

Basınımızdaki

“Pembe Türkler”

ise bu yeniliğin, bu ileriliğin, bu uygarlığın yılmaz savunucuları idiler. Buna karşı çıkanları gericilikle suçluyorlardı. Öyle ya, hürriyet vardı, Türkiye muasır medeniyet seviyesine füze gibi fırlamak istiyordu. Mini-eteğe karşı çıkanlar mürteci idi.

Evet birtakım protokollar vardır ve onların bazı maddeleri şunlardır:

-Her vasıta ile dinî ve millî ahlâk yıkılacaktır.

-Toplum, bilhassa gençlik seks manyağı haline getirilecek, azdırılıp kudurtulacaktır.

-Gericiliğe karşı en etkili silâhlar pornografi, ahlâksızlığın ve iffetsizliğin teşviki, aile kurumunun yıkılmasıdır.

Bundan altmış beş yıl önce ilerici gazetelerden biri,

Fransız yazarı Pierre Louïs’in Afrodit adlı müstehcen kitabını

tercüme ettirip tefrika şeklinde yayınlamaya başlamış, memlekette kıyamet kopmuştu. Merhum üstad tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı aleyhte yayın yapmış, ilerici gazete ile kapışmış, mahkemelere düşmüş, bu konu hakkında bir de kitap çıkarmıştı.

Şimdi ülkede böyle bir hassasiyet kalmadı. Halk yığınlarının ar damarlarını çatlattılar. Pazar günü kalabalık bir yerden geçiyordum. Herkesin gözü önünde sergilerde en çirkin, en iğrenç, en azdırıcı pornografik CD’ler satılıyordu. Demek ki, “ilgililer” ve bilgililer bunlara göz yumuyorlardı.

Bir toplum ahlâkını, iffetini, namusunu, şerefini, aile yapısını yitirince; ne kadar zengin ve güçlü olursa olsun yıkılır, çöker.

Türkiye’nin yakın tarihinde ahlâk ve iffet kendi kendine, tesadüfen mi sarsılmıştır, yoksa kasıtlı, planlı ve programlı bir şekilde mi?

Bu tahribat, bu yıkım kasıtlı, planlı, programlı olarak olmuştur.

Bundan yetmiş seksen sene önce bugün olduğu gibi televizyon yoktu. Televizyonun yerinde sinema vardı.

Ülkemizdeki sinema ve film işleri meşhur bir

“Pembe Türk”

ailesinin elindeydi. Ahlâkî ve sosyal bozulmada, tahribatta o ailenin büyük tesiri olmuştur.

Avrupa’da çekilmiş bir filmin CD’sini seyrettim. Bizdeki mâlûm ve mâhut cemaati anlatıyordu. Sahnelerden birinde 1930’lu yıllarda onlar tarafından hazırlanmış ve halka sunulmuş bir filmden bu parça gösteriliyordu. Genç ve şuh kadınlar genç erkeklerin kolları arasında tahrik edici (kışkırtıcı) bir müziğin eşliğinde oynak ve hareketli bir şekilde dans ediyorlardı. Onlar halk yığınlarına bunu medeniyet, ilerleme, terakki olarak göstermişlerdi.

Geçenlerde bir öğretmen evine göbeği açık bir kıyafetle giden genç kadın içeriye alınmadığı için bazı gazeteler, televizyonlar, mahfiller kızılca kıyamet kopardılar, büyük yaygara yaptılar. Hep aynı zihniyet…

Uygarlık olsun, ilerleme olsun, çağdaşlık olsun diye eğitimde kız oğlan karışık sistemi savundular. Eskiden kız mektepleri ayrıydı. Bunu bir gerilik olarak gördüler ve gösterdiler. İşi o kadar ileriye götürdüler ki, kız-erkek karışık sınıflarda kızların ayrı sıralarda, oğlanların ayrı sıralarda oturmalarına bile razı olmadılar. Aynı sıraya onları birlikte oturttular.

Sonunda ne oldu?

Geçenlerde yazdım, İstanbul’da suriçindeki bir ilköğretim okulunda altı oğlan bodrumda bir kız arkadaşlarıyla uygarlık yaptılar, kız gebe kaldı, karnı şişmeye başlayınca iş anlaşıldı. Altı erkek talebe okuldan atıldı.

Dikkat buyuruyor musunuz, ilerici ve uygarlıkçı taife yıllardan beri “Zina suç olmaktan çıkartılsın” diye feryad ediyor, propaganda yapıyor. Bunların asıl maksatları nedir?

Pornografik ve müstehçen yayınların, ahlâksızlık ve iffetsizlik seferberliğinin tesiriyle çirkin hadiseler cereyan etmeye başladı. Kaç haber okuduk. On üç yaşındaki kızlara kötü şeyler yapılıyor, şehrin sözde saygın bir yığın adamı bu kızların ırzına geçiyor. Mesele açığa çıkıyor, tutuklamalar falan oluyor…Sonra her şey unutuluyor.

Günlük büyük gazeteleri ele alınız, ilerici geçinenlerin, uygarlıkçı geçinenlerin büyük kısmı cinsel hisleri kışkırtıcı, insanların şehvetlerini azdırıcı resimler ve haberler basmaktadır. Bu işin gazetecilikle ne ilgisi vardır?

Bir yandan şehvetleri kışkırtıyor, ahlâk ve iffeti dinamitliyor; öte yandan dine, ahlâka, fazilete, iffete, millî kimliğe ve geleneklere açıktan veya sinsice saldırıyorlar.

“Töre cinayetlerini”

dillerine doladılar bir müddetten beri. Bu cinayetleri kimse savunamaz. Savunamaz ama bunlar niçin oluyor, meseleyi bu yönden inceleyen, anlamaya çalışan var mı?

Hukuk, kanunlar, yargı koruyamayınca halk bizzat kendisi ihkak-ı hak yapmaktadır.

İngiltere gibi medenî, demokrat, insan haklarına bağlı ve saygılı, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş ülkelerde mini etek serbesttir ama buna mukabil başörtüsü, tesettür kıyafeti de serbesttir.

İngiltere’de ahlâksızlık serbest ama ahlâk da serbest. Orada ahlâkın ve faziletin elleri kolları bağlanırken, ahlâksızlık teşvik ve tergib edilmiyor (rağbetlendirilmiyor.)

İngiltere’de Müslümanların kendilerine mahsus özel okullar, kolejler açmaları, bunlara

“İslâm Okulu… İslâm koleji…”

ismini vermeleri serbesttir. Birtakım şartlar yerine getirilirse İngiliz devleti böyle okullara maddî yardım da yapmakta, destek vermektedir.

İngiltere’de kadınlar ve kızlar isterlerse mini-etekli gezebilirler ama isteyen Müslüman kadın ve kızlar da istedikleri takdirde çarşaflı, sımsıkı tesettürlü gezebiliyorlar.

İngiltere’de devlet okullarında yedi yaşındaki bir Müslüman kız çocuğu bile, ailesi isterse başı örtülü olarak okuyabilmektedir.

İngiltere’de, isteyen Müslüman erkekler sokaklarda, meydanlarda, resmî dairelerde, kamu alanlarında islâmî serpuşlar, islâmî elbiseler ile gezebilmektedir.

Geçtiğimiz Nisan ayında Yunanistan’a gitmek üzere Yeşilköy havaalanında bulunuyordum. Başı kalpaklı, üstünde uzun bir Pakistan gömleği, onun üzerinde zarif bir İngiliz ceketi bulunan sakallı, nuranî çehreli bir zat gördüm. Onu önce Pakistanlı, Hindistanlı veya Güney Afrikalı bir Müslüman sandım.

Meğerse halis bir İngilizmiş, Müslüman olmuş, bu kıyafeti seçmiş.

Tanıştık, bana kartını verdi. Yanında rehberlik eden Türk genci,

“Lord hazretleri Lordlar Kamarasına da bu kıyafetle gider”


dedi.

İşte İngiltere budur.

Kadınların, kızların açılması saçılması, birbirine katışması uygarlığın şartlarındanmış. Açtığınız saçtığınız kadar açtınız da ne oldu?Türkiye Japonya, Güney Kore, Tayvan, Singapur gibi zengin, ileri, kalkınmış mı oldu?

Kadınları, kızları açtınız da bir Nobel veya ona benzer uluslararası bir ödül mü kazandınız?

Kadınları açtınız da bu memlekete gerçek demokrasiyi, temel insan haklarını mı getirdiniz?

İlmi, irfanı, kültürü, sanatı, edebiyatı, araştırma çalışmalarını mı ilerlettiniz?

Medeniyetin, ilerlemenin, terakkinin, yükselmenin; zinayla, fuhuşla, pornografi ile, müstehçen yayınlarla, seks azgınlıklarıyla, çıplaklıkla, şehvet manyaklıklarıyla, mini-etekle, göbeği açık kıyafetle ne ilgisi vardır? 26 Mayıs 2004