Pazar

BU ülke, bu devlet, bu halk bugünkü fakir duruma nasıl düştü? Nasıl düşürüldü? Para, iktisat, borçlanma, finans, ziraat, hayvancılık, sanayi, üretim konusunda ne gibi hıyanetler ve sabotajlar yapıldı? Ne gibi vatan hainlikleri yapıldı? Ülke, millet, devlet fakirleşirken kimler milyarlarca dolar kara para, haram para sahibi oldu? Türk lirası vaktiyle, Cumhuriyet’in kuruluşunda Amerikan dolarından daha değerli iken bugün onun bir buçuk milyon kere nasıl altına düştü? İki yüz milyar dolarlık Türk kara parası nasıl elde edildi, kimler tarafından elde edildi? Türkler niçin Güney Koreliler gibi kaliteli, güçlü, bütün dünyaya ihracat yapabilen millî-yerli bir otomotiv sanayii kuramadılar? Böyle bir sanayiin kurulmasını kimler engelledi ve köstekledi? Dışarıdan alınan büyük miktardaki borçlar, krediler ile ne yapıldı? Bunları kimler yağmaladı? On yıl önce dünyanın sayılı tahıl ambarlarından olan Türkiye bugün kendi ekmeklik buğdayını nasıl üretemez hale düşürüldü? Hayvancılığımız nasıl öldürüldü? Balıkçılığımız nasıl darbelendi? Türkiye’yi kimler yağmaladı, talan etti? Amerika’da milyonlarca dolara mülk alan Türk vatandaşları kimlerdir? Türk bankaları nasıl batırıldı? Çankaya’daki krizden sonra bir gecede kimler, spekülasyonla beş milyar dolar vurdu?

Bu soruların ve bunlara benzer diğer bazı önemli soruların belgeli, resimli, delilli, isbatlı, keskin, açık, pervasız cevapları, bilemediniz yüz elli sayfalık bir kitap haline getirilmeli ve bundan en az bir milyon adet basılarak bütün Türkiye’ye dağıtılmalı ve okutturulmalıdır.

Ortada dehşetli bir tablo var, bu tabloya ait binlerce veri ve bilgi var, lakin bu parçalar bir araya getirilip de mozayik tablo bütünüyle ortaya konulamıyor.

Bu ülke maazallah (Allah korusun) yabancı ve düşman bir devletin işgaline uğramış olsaydı bile bu kadar insafsızca, bu kadar gaddarca, bu kadar merhametsizce soyulamazdı, talan edilemezdi, yağmalanamazdı!

Aydınlar ve halk mozayik tabloyu bütünüyle göremiyor. Birtakım karanlık güçler o tablonun görülmesini, parçaların bir araya getirilmesini istemiyor.

Bizzat sorumlu bakan feryat ediyor, sosyal sigortalarda Cumhuriyet tarihinin en büyük soygunu olmuştur diye haykırıyor. Fakat bir şey yapamıyor. Belgeleri bir kasaya koydurmuş, başına polis dikmiş. Birtakım sorumlular onları ellerine geçirirlerse yok edeceklerdir.

Susurluk’taki kazadan sonra yer yerinden oynadı, Millet Meclisi’nde tahkikat komisyonları kuruldu da ne oldu? Dağ fare doğurdu. Dönen dolapları bütünüyle, etraflıca kimse bilmiyor. Bilenler de, her biri bir fare deliğinde korkarak tityerek susuyor.

Uyuşturucu kaçakçılığı ve ticareti helikopterlerle yapılıyordu. PKK ile mücadeleyi bahane ederek birtakım adamlar silâh ticareti yapmışlar, milyarlarca dolar götürmüşlerdi… Bunlar bir ara söylendi ve unutuldu, unutturuldu.

Her sahada geri gittik ama bir sahada dünya birincisi olduk. Mafyada, mafyacılıkta.

Birkaç hafta önce Ekrem Kızıltaş beyle Emirgâna gitmiştik. Gidişte de, dönüşte de sahil yolunu tercih etmedik. Çünkü Kuruçeşme ve Ortaköy taraflarında son derece lüks, son derece pahalı, son derece yüksek tabaka eğlence yerleri varmış. Lüks arabalar oralara seller gibi akıyormuş, trafik tıkanıyormuş. Beri tarafta milyonlarca vatandaş işsiz, aşsız, perişan vaziyette sürünüyor. Ülkenin teras katında eğlence, içki, ziyafet, dans, fuhşiyyat gırla gidiyor; alt katta yavrularına çorba tenceresi kaynatamayan ezilmiş halk gözyaşlarını içine akıtıyor.

Sabataycı bir medya prensi köşesinden ahkam kesiyor; zart zurt, cart curt, filanmış da feşmekânmış da, şöyleymiş de böyleymiş de… Herifin tuzu kuru. Ayda on bin dolardan fazla maaş alıyor. Başka avantaları da var. Yazı konularından biri şu: Mutfakta yangın varmış… O ne anlar mutfaktaki yangından. Onun midesinde yangın var; fazla yemekten, fazla içmekten.

Fatih’te Malta Çarşısı civarında Başimam sokağının köşesinde ve içinde iki halk lokantası var. Bez ilan asmışlar kocaman, üç kap yemek bir buçuk milyon liraya diye. Fakir fukara halk bir buçuk milyon bulup da o ucuz yemeği bile yiyemiyor.

Bu ülkenin, bu halkın, bu tarihin ahları ve vahları hepimizi yakacaktır. Yaşları da yakacaktır kurularla birlikte.

Düzenin haram rantlarını yiyen birtakım sahte İslâmcıları da, sahte Türkçü milliyetçileri de yakacaktır.

Geçenlerde Florya’da içkisiz bir Müslüman lokantasına götürdüler beni. Ucuzmuş, bir kebap beş altı milyon liraymış. Çorbası, et yemeği, salatası, çerezleri, tatlısı,meşrubatı ile bir kişi on beş milyona doyuyormuş. İçkisiz ve nezih bir yer olduğu için hacı beyler, İslâmcılar, başları örtülü kadınlar orasını tercih ediyormuş. A sahte dindarlar, bu halk acından kıvranırken o nefis yemekleri, kebapları vicdanlarınız hiç sızlamadan nasıl yiyebiliyorsunuz?

Bu memleketin maalesef Müslümanlarının da büyük bir kısmı duygusuzlaştı. Hadîs-i şerifte “Merhamet edilmeyene merhamet edilmez” buyuruluyor. Biz kendi halkımıza, din kardeşlerimize merhamet ediyor muyuz?

Arada bir, birkaç fakiri bulup da ucuz da olsa bir lokantaya götürüp güzel yemekler yedirenimiz var mı?

Rabbena Rabbena, hep bana hep bana…

Şu ülkeye, şu halka, şu devlete yapılanları gören, taş olsa çatlar. Bizim vicdanlarımızda taş kadar hassasiyet kalmamış.

Haydi dinsizler duygulanmıyor, tınmıyor. Peki biz Müslümanlar, bu yüce ilahî dini bize Hak katından getiren ve tebliğ eden Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin ruhaniyetinden niçin utanmıyoruz?

Bunca zulüm, bunca hırsızlık, bunca soygun ve talan, bunca eşkiyalık, bunca haydutluk, bunca gözyaşı, bunca ah u vah, bunca gaddarlık ve namussuzluk cezasız mı kalır sanıyoruz? Aklımızı başımıza toplamazsak gök başımıza çökecek, zemin ayaklarımızın altından göçecektir. Bana inanmazsanız tarihe bakınız. 08 Temmuz 2002