Görüşlerim
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Şubat 2019
Çarşamba
Türkiyeliyim, bu ülkede yaşayan çeşit çeşit insanların tamamını kapsayan Türkiyelilik kimliğine sahibim. Vatanımı samimî olarak seviyorum; Türkiye benim babamın çiftliği, mandıram, sömürgem, çöplüğüm değil vatanımdır. Onun ve üzerinde yaşayan bütün Türkiyelilerin iyiliğini isterim.
Türkiyelilik kimliğinin yanında Müslümanım. Bu ülke halkının büyük ve ezici çoğunluğu Müslümandır. Müslümanlık sadece vicdanla ilgili bir inanç değildir. Dar mânada din olmasının yanında, bir dünya nizamıdır, bir varoluş felsefesidir. Dinime sımsıkı bağlıyım, din ve inanç kardeşim olan Müslümanların yücelmesini, kurtulmasını, birleşmesini isterim.
İslâm’ın dışındaki çeşitlilikleri kabul ediyorum. Bu konuda, 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudileri ülkemize davet eden Sultan Beyazıd-ı Velî Han hazretlerinin ve eski Osmanlıların zihniyetine, hoşgörüsüne sahibim. Rum olsun, Ermeni olsun, Süryani olsun Hıristiyanlara da müsamaha ile bakıyorum, onların da haklarını kabul ediyorum.
Devlet ile ilgili görüşlerime gelince:
Devlet ile siyasî sistemi, yönetimi, düzeni asla özdeşleştirmem. Devlet başka şeydir, sistem veya yönetim şekli başka şeydir. Devletin baki kalmasını, güçlenmesini, halka ve ülkeye hizmet etmesini isterim ama sistemdeki, düzendeki, yönetimdeki bozuklukların değişmesini arzu ederim. Devletle sistemi özdeşleştirip her ikisini birlikte yıkmak isteyenlere karşıyım. Böyle bir yıkım olursa maazallah enkazının altında hepimiz cümbür cemaat kalırız ve Türkiye elden gider.
Fazilet prensibi üzerine kurulu hakikî Cumhuriyetten yanayım. Cumhuriyet rejiminin gayeleri ve ilkeleri şunlar olmalıdır: Halkın ve ülkenin güvenliğini sağlamak, adaletle hükmetmek, evrensel insan hak ve hürriyetlerine bağlı, saygılı, riayetkâr olmak; millî kimlik, kişilik ve kültürü korumak, geliştirmek ve yaşatmak.
Resmî ideolojilere karşıyım. Devletin, din gibi katı bir ideolojisi olması yanlıştır. Zamanımızda, birtakım geri muz ve ananas cumhuriyetleri dışında, dünyanın hiçbir medenî, ciddî, vasıflı ülkesinde resmî ideoloji baskısı ve tabuları yoktur. Vatandaş arzu ettiği ideolojiye bağlı olabilir ama devletin, Cumhuriyetin ideolojisi olamaz. Resmî ideolojinin en büyük sakıncası şudur: Devlet hür düşünceye, vicdanlara sınır çizer, baskı yapar, şunlara inanacaksın, şunlara inanmayacaksın der; yasakları ve tabuları çiğneyenlere fikirlerinden, görüşlerinden, tenkitlerinden, yazılarından dolayı ceza verir, onları mahkemelerde süründürür, hapishanelerde çürütür.
Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetinin evrensel ve temel bir hak ve değer olduğuna inanıyorum. Bu, sadece benim görüşüm değildir; bütün medenî dünya tarafından kabul edilmiş cihanşümul bir prensiptir.
Türkiye devletinin, ülkedeki çoğunluğun dini olan ve millî kimliğin ana faktörünü teşkil eden İslâm ile barışık, uzlaşmış, işbirliği içinde olmasını temenni ederim. Dünyanın tek laik devleti Fransa’dır ama orada bile devlet, Katolik okullarını kabul etmekte ve onlara bütçeden yardım yapmaktadır.
Bu memlekette iki büyük kötülük ve çarpıklık olduğunu görüyorum ve bunları kınıyorum:
Biri: Aşırı, militan, gayr-i medenî, antidemokratik din düşmanlığıdır. Böyle bir düşmanlık medeniyete, temel insan haklarına, çağdaşlığa, hukuka aykırıdır.
İkincisi: Birtakım sahtekâr, soytarı, rezil, münâfık, hokkabaz, alçak insanların, sahte dindar kılığında din sömürü yapmaları; şahsî ikballeri, zenginlikleri, ünleri, halkın alkışlarını ve teveccühlerini kazanmak için din ve mukaddesatı âlet etmeleri, kullanmalarıdır.
İslâm’ın ve Müslümanların önündeki en büyük engel, militan ve amansız din düşmanları değil, bu alçak ve rezil din sömürücüleridir.
Din ulvîdir, kutsaldır, ilahîdir. Böyle yüce bir kurumun süflî arzu ve emellere âlet edilmesi alçaklıkların en büyüğüdür.
Mukaddes İslâm dinine ihlasla, ücret ve mükafatını Allah’tan bekleyerek, en temiz niyetlerle hizmet eden hakikî din hizmetkârlarını ve samimî mücahidleri takdir ve tebcil ediyorum. Onlar başımızın tacıdır. Dün sömürücülerine, mukaddesat bezirganlarına ise lânet olsun!
Müslümanların bugün içinde bulundukları kötü duruma birtakım tarihî ârızalar sebebiyle ve kendi hatâları yüzünden düştüklerini iyice anlamış bulunuyorum. Kurtuluşun, hürleşmenin, haysiyetli bir hayat sürmenin, selamet ve güvenliğin gerçekleşmesi için şu hususlara dikkat edilmesini nâçizane tavsiye ediyorum:
1. İslâm medeniyet dinidir. Medeniyet kelimesi Arapça medineden yani şehirden gelmektedir. Medeniyet büyük şehirlerde, metropollerde olur. Medeniyetin nurları şehirlerden kırsal kesime, taşralara yayılır. Yakın tarihimizde İslâm, çeşitli baskı ve zulümler dolayısıyla kırsal kesime, gecekondulara, taşra ve varoşlara sığınmıştır. Müslümanların, zihniyet ve kafa yapısı itibarıyla şehirlileşmeleri mutlaka gerekmektedir. Şehir demek ilim, irfan, maarif, üniversite, ilmî araştırma, sanat, kültür, mimarlık, hukuk tefekkürü, incelik, görgü, hukuk, zarafet demektir.
2. Müslümanların mutlaka çok güçü, çok vasıflı, çok üstün insanlar yetiştirmesi gerekmektedir. Önemli olan kemmiyet yani kelle sayısı üstünlüğü değil, keyfiyet ve vasıf üstünlüğüdür. Müslümanlar, en akıllı ve en istidatlı çocuklarını ülkenin ve dünyanın en parlak üniversitelerinde okutmalı ve sonra bunları Türkiye’nin hizmetine vermelidir. Güç, vasıf ve üstünlük üç boyutta kendini gösterir: Bilgi ve inanç boyutu, ahlâk, aksiyon ve karakter boyutu; güzellik, estetik, sanat boyutu.
3. Müslüman görünmekle iş bitmiyor. İslâm’ı yaşayan, İslâm’ı temsil eden gerçek Müslümanlar olmamız gerekiyor. Cahil, ahlâksız, karaktersiz bozuk bir Müslümanın bu dine ve bu Ümmet’e verdiği zararı en azılı ve merhametsiz din düşmanları bile veremez. İyi, gerçek, sağlam Müslümanda şu hasletler bulunmalıdır: Allah’a karşı olan bütün işlerinde ve muamelelerinde ihlas prensibine dikkat etmek. Mahlukat (yaratıklar) ile ilgili muamelelerinde âdil, hikmetli, güvenilir olmak. Sahtekâr, yalancı, dini imanı para olan, nefs-i emmaresine put gibi tapan, şahsî menfaat ve ikbali için her haltı yiyen kimse Müslüman değil, katmerli bir münafıktır.
4. Müslümanların medeni, vasıflı, güçlü, üstün insanlar ve vatandaşlar olabilmesi için moderniteyi yakalamaları, globalleşen dünyada, bilgi çağında ilmî araştırma enstitüleri, bilgi bankaları, stratejik araştırma merkezleri kurmaları gerekmektedir. Kırsal kesim zihniyeti, kafası ve kültürü ile esaretten kurtulmak, hür ve haysiyetli İslâmî bir hayat sürmek mümkün değildir.
5. Çağımızda demokrasi evrenselleşmiştir. Bir Müslüman demokrasiyi bir din gibi, mutlak bir değer gibi elbette benimsemez ama pekala siyasî bir teknik ve yönetim şekli olarak benimseyebilir. Yine akıllı ve hikmetli Müslümanlar, çeşitliliği de kabul etmeli, saygı göstermeli ve korumalıdır. Zaten İslâm dini ve sistemi, Hıristiyan Avrupa “heretic”leri ateşte yakarak idam ederken, kendi güvenlik şemsiyesi altında yaşayan başka “milletlere” (dinî cemaatlere) varolma, dinî ve milli kimliğini, kültürünü, kişiliğini koruma imkan ve hürriyetini bahşetmişti.
İslâm dini ve sistemi sadece inananlara, Ümmet mensuplarına değil, otoritesini ve nizamını kabul eden ve kendisi ile barışık ve uzlaşmış bulunan bütün insanlara güvenlik ve kimlik hürriyeti vermektedir.
Gerçek ve vasıflı bir Müslüman aynı zamanda iyi vatandaş ve iyi insan demektir. Müslümanlık sadece söz, teori, fikirden ibaret değildir. O, aynı zamanda aksiyondur. O halde İslâm’ı temsil iddiası ile ortaya atılan birtakım Müslümanların hallerine, davranışlarına, aksiyonlarına dikkat etmeleri gerekir. “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…” denilmiştir. Olgun, şuurlu, hikmetli, ahlâklı, faziletli Müslümanların popülizmden, demagojiden, ucuz apoloji edebiyatından, cahil halkı aldatıcı ve oyalayıcı nutuklardan, din sömürüsünden, arivizmden uzak durmaları gerekir. Hazret-i Mevlânâ ne güzel söylemiş: “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün…” 27 Şubat 2003