Günahkârlar da Müslümandır
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Çarşamba
Kural şudur: Bir kimsede küfre delalet eden 99 alamet bulunsa, imana delalet eden sadece bir alamet olsa, o bir alamete bakılır ve o kişinin Müslüman olduğuna hükmedilir. Bu kuralı ben çıkartmadım, din büyüklerimiz koymuşlar.
Zamanımızdaki yaygın sapıklıklardan biri de, birtakım sorumsuz kimselerin önüne geleni küfürle, kafirlikle suçlamalarıdır.
Hakikî, icazetli, selahiyetli bir müftünün fetvası olmadan ve o fetva yine hakikî, yetkili bir İslâmî kaza (yargı) mercii tarafından tasdik edilip hükme bağlanmadan hiçbir Müslümanın küfründen bahsedilemez.
Müdafaa hakkı kutsaldır. Küfürle itham edilen adam kendini müdafaa etmeden nasıl olur da onun küfrüne hükm edilebilir?
Ehl-i sünnet ve cemaat itikadına göre, bir Müslümanın büyük günah işlemesi onu dinden imandan çıkartmaz. Bir haramı işler, irtikâb ederken onun haramlığını inkâr ederse o zaman kâfir olur. Ancak, bu kâfirliğin fetva ile, kadı hükmü ile tesbit edilmesi gerekir.
Geçen hafta birkaç dostum beni Beyazıt’ta büyük bir otelin restoranında iftar etmeye çağırdı. Akşam ezanı okunmadan önce, bir zat mikrofonun önüne geçti, Kur’an tilavet etti. Yanımızdaki masada son derece şık, başları açık, makyajlı hanımlar vardı. Kur’an okunmaya başlayınca çantalarından zarif namaz örtüleri çıkarttılar, başlarını örttüler ve huşu içinde dinlediler. Onları sokakta görseniz dindar olduklarına hükmetmezdiniz, ama oruç tutuyorlar, Kur’an-ı azimüşşan okunurken başlarını örtüyorlardı. Bu iki delil onların mü’mine ve müslime olduklarını isbata yeterli iki delildi. Günahları varmış… Olabilir. Bu devirde günahı olmayan Müslüman var mı? Nice kaba sofu içki içmez ama bol bol gıybet eder. Gıybet, şarap veya rakı içmekten daha çirkin bir kebîre (büyük günah) değil midir?
Birtakım câhil Müslümanlar kendilerini hem savcı, hem hâkim, hem de cellât sanıyorlar. O kâfir, bu münafık, öbürü fâsık, beriki fâcir. Astıkları astık, kestikleri kestik.
Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam Efendimiz ne buyuruyor: “Müslüman o kimsedir ki, insanlar onun dilinden ve elinden selamette olurlar.” Başka bir hadîsinde de şöyle diyor: “Ne mutlu o kimseye ki, kendi günah, kusur ve ayıplarına bakmaktan, başkalarınınkini göremez…”
Âhir zamanda yaşıyoruz, dünya çok bozulmuştur. İslâm âlemi de bozulmuştur. Şirk, küfür, fısk fücur, fitne fesat, isyan tuğyan günah heryeri sarmıştır. Böyle bir ortamda birtakım İslâm hanımları başlarını örtmüyorlarsa, bu günah sadece onların değil, bütün Müslümanların günahıdır. Kendilerini dindar zanneden, İslâmî toplumun başını çeken kodaman Müslümanlar din ve Şeriat hükümlerini tebliğ, Müslüman kütleleri eğitmek, emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker yapmak, müjdelemek, uyarmak konusunda gereği gibi çalışıyorlar mı? Hizmet edeceğiz, İslâmî faaliyet yapacağız diye Müslümanlardan her yıl milyarlarca dolar toplayan para babaları bu efsanevî meblağlarla ne gibi işe yarar, geçerli, vasıflı hizmetler ve faaliyetler yapmışlardır?
Türkiye’nin Peygamber ahlâkına ve karakterine sahip din hizmetkârlarına ihtiyacı var. Bu ülkede Ahmed Yesevî’ler, Mevlânâ Celalüddin’ler, Abdülkadir Geylanî’ler, Ahmed er-Rufaî’ler, Hasan es-Şazelî’ler ve benzeri büyükler gibi önderler bulunsa bugünkü hale mi düşerdik?
Hakikî ehl-i sünnet uleması, hakikî şeyh ve mürşid hiç kalmadı demiyorum. Ancak sayıları son derece azdır.
Allah Kur’an’ı ve İslâm’ı insanlığa aracısız, doğrudan doğruya göndermemiştir. Dini, Kitab’ı, Şeriat’ı bize Peygamber aleyhissalatü vesselam tebliğ etmiştir. Peygamber Ashabına öğretmiş, Ashab Tâbiîn’e, Tâbiîn Tebe-i Tâbiîn’e, ondan sonra her asrın uleması, meşâyihi, sâlihleri genç nesillere öğreterek bu güne kadar gelinmiştir. İslâm’ı iyi bilen, İslâm’ı yaşayan, İslâm’ı tebliğ eden bir sınıf olmazsa ümmet bozulur, sarsılır.
Bu devirde bilgi yayma vasıtaları çoğalmıştır. Elimizde, bir günde bir milyon adet broşür basacak rotatifler var ama biz onlarla kaliteli, tesirli İslâmî tebligat ve tebşirat (öğretme, duyurma, uyarma, müjdeleme) yayınları yapamıyoruz, değerli ve etkili İslâmî broşürler basamıyoruz.
Bu ülkede hâlen bir Mevlana Celalüddin Rûmî bulunsaydı nice başı açık kadın gözyaşları içinde, onun telkinleriyle, başlarını örter, dinin gösterdiği yola girerdi.
Eski büyükler ayarında ulema, meşayih, mürşidler kalmadıysa, geçmiş çağlarda yaşamış olanların nasihatlarını, bugünkü insanların anlayacağı bir üslupla yayınlayıp milyonlarca nüsha basıp halka dağıtmamız gerekir. Hüccetülislam Zeynüddin İmamı Gazalî hazretlerinin kitaplarında ne güzel öğütler, uyarılar bulunuyor. Bunlardan seçmeler yapmamız, edebî ve nefis bir Türkçe ile yeniden kaleme almamız ve broşürler meydana getirmemiz gerekir.
Birtakım hocalar, şeyhler, baronlar hep kendi yazılarını, hep kendi zâde-i kalemlerini (kalemlerinin çocuklarını) basıp yaymak istiyor. Bu metod ise bereketli olmuyor.
Şu anda İslâmî kesimdeki yayınlar genellikle dindarlara hitap etmektedir. Dinden uzaklaşmış yığınlara seslenemiyoruz. Bizim bugünkü İslâmî edebiyatımız onların ruhlarını ihtizaza (titreşime) getirmiyor.
Birtakım yeni yetme zamane dindarları da klasik, geleneksel ehl-i sünnet yolundan sapmış; reformcu, yenilikçi, bid’at yollarına girmiştir. Bunların da güzelce uyarılması gerekir. Bu uyarıları kim yapacak? Bu işlerin masraflarını kim karşılayacak?
Ben din alimi değilim, dinî tahsilim ve icazetim yoktur. Böyle hizmetleri dinî ve ilmî ehliyeti ve icazeti olan kimselerin yapmaları gerekir. Onlar, yarın Mahkeme-i Kübra’da (Allah’ın Yüce Divanı’nda), yapmaları gerektiği halde yapmadıkları hizmetlerden dolayı hesap vereceklerdir. Öyle bağlılar ve müridler var ki, Allah’a ve Peygambere saldırıldığı vakit ses çıkartmıyor, kendi hocalarına ve şeyhlerine dil uzatılınca volkanlar gibi patlıyor, dehşetli tepki gösteriyor. Rûz-i cezada, Mahkeme-i Kübra’da o fanatik müridlerin, taraftarların koruması geçmez…
Bayramınız mübarek olsun. Dertlilerin deva, borçluların eda, hastaların şifa bulması için dua ederim. Cenab-ı Hak idare edenlere ve edilenlere akıl versin. 05 Aralık 2002