Günahsız Sanılan Baronlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Ehli sünnet mensubu Müslümanlar arasında, Bâtınîliğe ait bazı inanışların yayıldığını esef ve üzüntü ile görüyorum. Bunlardan biri “mâsum imam” inanışıdır. Ehl-i Sünnet Müslümanlığında mâsum olan, ismet sıfatıyla sıfatlı bulunan ancak Peygamberlerdir ve onların “hâtemi” (Sonuncusu ve en büyüğü) olan Hazret-i Muhammed Mustafa aleyhisselatü vesselamdır.
Ehl-i Sünnet’in ilmihal kitaplarında yazar: Mutlak müctehid derecesine yükselmiş olan en büyük fakihler bile bazen içtihadlarında hatâ edebilir. Onlar mutlak müctehid oldukları için, fürua ait bazı meselelerde hatâ etseler bile ecir ve sevap kazanır.
Şimdi zamanımızda ehli sünnet geçinen birtakım Müslümanlar kendi cemaatlerinin, tarikatlarının, hizip ve fırkalarının, zümrelerinin başında bulunan reislere, hiç hatâ etmez, ne yaparsa doğrudur gözüyle bakıyor. Böyle bir inanç taşıdıkları için, kendileri farkında olmasalar da bâtınîliğe sapmış oluyorlar.
Mutlak müctehidlerden sonra, bir kısım Müslümanların itaatte kusur etmemeleri, tenkit etmemeleri gereken şahıslar da vardır ki, onlar mürşid-i kâmillerdir. Bir mürid, bir müntesib bağlanmış olduğu mürşidi tenkit edemez, ona kalbinden bile muhalefette bulunamaz. Ancak bunun da temel bir şartı vardır ki, o mürşidin gerçek bir mürşid olmasıdır.
Birtakım İslâmî cemaatler maalesef meşhur Hasan Sabbah’ın Haşhaşîn tarikatına benzer bir yapılanma içindedir.
Şeyh efendi Sünnet-i seniyyeye aykırı bir sürü iş eder, kimse onu tenkit edemez. Tenkit eden maazallah (Allah saklasın) dinden çıkar.
İslâmî bir hizbin veya fırkanın başındaki zatın, şeriat ahkamına ve nebevî ahlâka aykırı birtakım yanlışlıkları görülür; onu da tenkit etmek caiz değildir. Edenin başından aşağı kova kova pislik dökülür.
Yüce İslâm dininde Ümmet’in ehliyet sahiplerinin tenkit etme hakkı bulunmaktadır. Bu tenkitler, İslâm’ın temel farzlarından biri olan emr-i mâruf ve nehy-i münker (iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak) cümlesindendir.
Din âlimlerinin, tarikat şeyhlerinin, islâmî cemaat başkanlarının özel hayatlarında olduğu kadar alenî hayatlarında da Şeriat hükümlerine, Sünnet-i seniyye prensiplerine, İslâm ahlâkının kurallarına uymaları gerekir. Nitekim bindört yüz yıldan beri bu ümmetin âlimleri, mürşidleri, salih ve fâzıl zatları hep bu yolda yürümüşlerdir.
Hem İslâm İslâm diye bağıracak, hem de İslâm’a aykırı bir hayat sürecek, Şeriat ve Sünnet ahkamına uymayan bir sürü iş edecek; böyle bir şey olamaz.
Balık baştan kokarmış. Müslümanların başlarına gelen felaket ve musibetlerden biri de birtakım başların, reislerin Şeriat’a ve Sünnete uymaz işler etmeleridir.
İslâmî bir cemaat başkanı lâ yüs’el (kendisine sorgu sual yöneltilemez, sorumsuz) değildir. Ümmet-i Muhammed’e karşı mes’uliyetleri vardır.
Dinî reislerin nefs terbiyesi konusunda yüksek derecelerde bulunmaları gerekir. İnsanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. Nefsini zabt ve rabt altına alamamış kimse nasıl olur da Müslümanlara yol gösterebilir, ışık tutabilir, onları selamate çıkartabilir?
İslâm reisleri, para ve madde konusunda Resûl-i Kibriya (Salat ve selam olsun ona) efendimiz hazretlerinin sünnetine uymak zorundadır. Din hizmetleri ile para toplama, servet iddihar etme (yığma) bir arada yürümez.)
İslâm reisleri siyasî ihtiraslardan da uzak durmalıdır.
İslâm reisleri kesinlikle en ufak bir yalanı bile söylememelidir. Konuşurlarsa daima doğru konuşmalıdır. Müslümanlığın temel prensiplerinden biri şudur: “Söylediğin her söz doğru olmalı, lakin her doğruyu söylemek doğru olmayabilir. O zaman susarsın…”
İslâm reisleri asla emanete hiyanet etmemelidir.
İslâm reisleri söz verdikleri zaman o sözü yerine getirmelidir. Yapamayacağı işin sözünü de vermemelidir.
İslâmî hizmet ve faaliyetler için toplanan paralar, son kuruşuna kadar o hizmet ve faaliyetler için kullanılmalıdır.
İslâmî hizmet ve faaliyetler Şeriatın ve aklın ışığında yapılmalıdır.
Bendeniz, hicrî tarihle yetmişini geçmiş bir vatandaşım. Son elli yıl içinde çok büyük, çok ihlaslı, çok örnek din âlimleri, tarikat şeyhleri, İslâm münevverleri gördüm. Onlar çok çileler çektiler, çok baskılara mâruz kaldılar ama İslâm prensiplerinden hiç tâviz (ödün) vermediler. Nicelerinin cezaevlerine atıldıklarını biliyorum, ziyaretlerine giderdik.
Daha önceki yıllarda nice din âlimi, tarikat şeyhi idam edilmiştir. Merhum ve mağfur şeyh Erbilli Esad Efendi hazretlerini çok ileri yaşında, iki büklüm vaziyette tutuklayıp Menemen’e götürmüşler, orada hastahanede şehid edilmiş.
İskilipli Âtıf efendi bir sabah vakti, Ankara’da Ankara Palas otelinin önünde kurulan bir darağacında can vermiştir.
Üstad Bediüzzaman hazretleri bin sıkıntı, eza cefa, hapis, sürgün içinde yaşayıp hizmet etti.
Onlar öleceklerini bilseler yine de ahkam-ı şer’iyeden, Sünnetten, şeâir-i İslâmiyeden en küçük bir fedakârlık yapmazlardı. Hepsinin mekânı cennet olsun.
Bu gibi samimî, ihlaslı, istikametli, tâvizsiz din büyüklerini minnetle anıyorum. Onların hatıraları bizim başlarımızın tacıdır.
Bugün maalesef bazı sahte büyükler İslâm dâvasını, Müslüman ümmetini satmışlardır. Onlar ehl-i şimal ile sıkı bir işbirliği yapmaktadır. Onlar din rantı yiyerek Karun gibi zengin olmuştur. Onlar, özel hayatlarında Nemrud, Firavun, Neron gibi lüks, israf, gösteriş, tantana, debdebe, şaşaa içinde yaşamaktadır. Onlar İslâm düşmanları ile gizli anlaşmalar, protokollar yapmıştır. Onlar Müslümanları aldatmakta, afyonlamakta, oyalamakta, uyuşturmaktadır. Birtakım ahmaklar bu gibi kişileri büyük gibi görse de onlar çok küçük ve sefil kişilerdir.
Ümmet-i Muhammed, âdil ve hakkaniyetli Halife Ömerü’l-Fâruk radiyallahu anh efendimiz hazretlerinden bile hesap sormuştur. Hesapsız, kitapsız, sorgusuz sualsiz, kontrolsuz İslâmî hizmet ve faaliyet olmaz. Elbette ki, denetim işlerini herkes kendi kafasına göre yapmaz, bunu Ümmet-i Muhammed’in ehliyetli birkaç kişisi yapar. Denetim ve sorgulama işleri bir farz-ı kifayedir. Büsbütün terk edilirse bütün ümmet sorumlu ve günahkâr olur.
On kişiye baş olan bile, bu reisliği İslâm Dininin, Peygamber sünnet ve ahlâkının ilkelerine uygun olarak yapmak zorundadır.
Birtakım gafiller kendilerini mâsum ve lâ yüs’el sanmasınlar. 01 Nisan 2002