Gündüz Külâhlı, Gece Silâhlı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Cuma
İnanmayacaksınız ama rivayeti bizzat kulaklarımla işitmişimdir. Vak’a tabiî ki, istisnâîdir. Adam cuma günü camide hutbe okuyor, namaz kıldırıyor, cumartesi günü Sabataycı sinagogunda âyin yaptırıyor…
Yunanistan’da İngilizce basılmış bir kitap var, adı “Yahudiler ve Dervişler”. Birkaç yıl önce bu kitapla ilgili bir yazı kaleme almış, bibliyografik künyesini vermiştim. Bir Sabataycı haham aynı zamanda Mevlevî şeyhiymiş! Gündüz külâhlı, gece silâhlı…
Geçenlerde bir Sabataycı, dedesinin tarikat şeyhi olduğunu yazdı.
Bazıları benim yazdıklarım için “bunlar paranoyakça iddialardır…” diye tepinip dursunlar, gerçek güneş gibi âşikârdır, inkâr etmek mümkün değildir.
Birtakım iki kimlikliler, dıştan Müslüman görünüp içten Yahudi olanlar içimize girmişlerdir. Onların, gerektiğinde Diyanet İşleri Başkanı yapmak üzere ilahiyatçı bir kadın adayları bile vardır. Hem kadın, hem Sabataycı… Ne afilli Diyanet Başkanı olur ondan!
İslâmî bir cemaatin içinde otuz beş yıl “hizmet” eden, cemaat başkanı hazretin sağ kolu durumuna gelen birisi de İzmir’in tanınmış ve köklü Sabataycılarındanmış. Hepsi için söylemem ama birtakım aşırı, son derece tutarsız reformcuları da incelerseniz, kökenleri sizleri hayretten hayrete düşürecektir.
Onların zihniyeti bizimkine benzemez. Bir Müslüman, içiyle dışıyla Müslümandır. Bir Müslüman, aynı zamanda Hıristiyan veya Yahudi olamaz. Onların zihniyeti ve kültürü böyle değildir. Kendi din büyükleri onlara fetva ve ruhsat vermiştir. Dıştan Müslüman gibi görün, içinden Yahudi ol diye. Meşhur Endülüslü Yahudi âlimi Maymonides’in bu mealde bir fetvası bulunmaktadır.
Şu hususu da belirteyim ki, nâdir de olsa, Sabataycılıktan Müslümanlığa samimî şekilde dönmüş Avdetiler vardır. Bunları anlamak kolaydır. Şeriata yüzde yüz bağlı ise samimî Müslümandır. Değilse Müslüman değildir. Şeyhini de, din hocasını da bu ölçü ile tanıyabiliriz.
1. İslâm’ı öncelikle büsbütün kaldırmak istiyorlar.
2. Büsbütün kaldıramazlarsa bozmak, reforme etmek, kuşa çevirmek, ilahî bir din olmaktan çıkartıp beşerî bir ideoloji ve hümanizma haline getirmek istiyorlar.
3. Cahil bırakılmış, din kültürü almamış Müslüman yığınları yanlış yollara, çıkmaz sokaklara yönlendirmek istiyorlar.
4. Müslümanları, Allah Kelâmı olan Kur’an’dan kopartıp hatâlı tercüme ve tefsirlere bağlamak istiyorlar.
5. Müslümanları, İslâm kimliğinden arındırıp yabancılaşmış insanlar haline getirmek istiyorlar.
Bunları yapabilmek için hukuka, ahlâka, bilgeliğe, insanlığa, fazilete aykırı ve zıt her yola, her metoda başvurmayı mübah sayıyorlar.
Biz Müslümanlar gizli Yahudilere karışıyor muyuz?
Sinagoglarınızda şu duayı İbranice değil, Türkçe okuyacaksınız diye onlara baskı yapıyor muyuz?
Biz onlara karışmıyoruz da onlar bizim dinimize niçin karışıyorlar?
1950’de, 27 Mayıs seçimleri ile Demokrat Parti iktidara geçtiği zaman Türkçe Ezan okuma mecburiyeti ile ilgili kanun kaldırılmıştı. Ertesi günü ülkenin onbinlerce camisinden Arapça Ezan-ı Muhammedî okunmaya başlamıştı. Bir tek camide bile Türkçe ezan okunmamıştı (Kıbrıs müstesnâ, orası da İngiliz sömürgesiydi). Demek ki, Türkiye Müslümanları Ezanın asıl metnini okumayı tercih ediyorlardı. Şimdi kalkmış birtakım adamlar ve kadınlar “Ezan Türkçe okunsun, namaz Kur’anla değil, tercümesiyle kılınsın…” diye şamata yapıyorlar. Emin olunuz, bunların içinde bir tek alnı secdeye gelen kişi yoktur. Kimdir bunlar? Mâlumlardır, mâhutlardır, onlardır…
Yahu biz Müslümanların dinimize, ezanımıza, namazımıza, mukaddesatımıza, duamıza niçin karışıyorlar? Doğu sınırımızdaki bir şehirde, bir bürokratın evinde hizmetçilik yapan kadıncağız anlatmış: Evin beyi ile eşi aralarında Ermenice konuşuyormuş. Allah Allah, bu ne iştir!
Bu ülkeyi, bu halkı ayakta tutan, ona güç veren, vasıf kazandıran en büyük değer nedir? İslâm dinidir. Birtakım kişiler ve zümreler bu değeri yıkmak, halkı bu değerden kopartmak için seferber olmuşlardır.
Bugün gördüğümüz bir sürü kötülük ve aksaklık olur. Haramyiyicilik genelleşir, yaygınlaşır. Ülkede güven kalmaz. Bu gidişle ileride sokağa bile çıkamayacağız. Namus, iffet, şeref, neseb emniyeti kalmaz. Fuhuş, zina, azgınlık artar.
Ülke çetelerin, mafyaların eline geçer. Okullar, gençlik uyuşturucu bataklığına düşer. Ticaret işleri bozulur. Çekler karşılıksız çıkar, bonolar ödenmez, sahtekârlık alır yürür.
İnsanlar birbirinin kurdu olur. Komşuluk münasebetleri biter. Tramvaylarda, otobüslerde gençler ihtiyarlara, kadınlara, hastalara yer vermez.
Çanakkale Zaferi hangi güçle kazanılmıştı? Öncelikle din, iman, vatanseverlik gücüyle değil mi? İşte milletimizi İslâm’dan koparmak isteyenler netice itibarıyla bizi çökertmek, zillet altında yaşatmak istiyorlar. Peki bunu niçin yapıyorlar? Çünkü Türkiye onların çiftliğidir. Manzaraya insafla, ibretle bakın. On milyonlarca Müslüman yerli halk sürünürken onlar nasıl lüks, refah, şatafat, konfor, zenginlik içinde yaşıyor. Bir yere ayda 500 liraya yüz işçi alınacak olsa, onbinlerce kişi müracaat eder, seçme imtihanı stadyumlarda yapılır. Onların maaşları ise ayda binlerce dolardır.
Türkiye yakın tarihinde bir trilyon dolardan fazla soyulmuştur. Türkiye’de tarihin en büyük soygun ve vurgun hareketi yaşanmıştır.
Nasıl yaşıyorlar? Saray yavrusu meskenler, köşkler, yazlıklar, kışlıklar, dünyanın en lüks otomobilleri, üstelik bir tane değil, birer düzine, milyonlarca dolarlık yatlar, denizleri köpürte köpürte geziyorlar. Özel uçaklar… Öyleleri var ki, şöminelerinde yanan odunlar ta Afrika’dan getirtiliyor. Çıtırtısı müzikal lüks odunlar bunlar. Beride saçı bitmedik yetimler ağlıyor, sefil dullar ağlıyor. Yüz yaşına yaklaşmış kimsesiz kocakarıya devlet üç ayda 150 lira yardım yapıyor. Çöplüklerden ağlaya ağlaya ekmek ve pide parçaları toplayanlar, pazar yerlerinde akşama doğru, atılmış çürük meyve ve sebzeleri ayıklayıp toplayanlar. Dört yavrusu birden, gıdasızlık dolayısıyla verem olmuş perişan aile (Sultanahmet’in Küçükayasofya mahallesindedir, isteyene gösteririm).
Yahu beni konuşturmayın, içim fena oluyor, ağlamak istiyorum. Bu memleket ne hale getirildi, bu halk ne hallere düşürüldü. Ribacılar, tefeciler memleketin, milletin, devletin kanını, iliğini sömürdüler.
Türkiye için en büyük tehlike ve tehdit İslâmmış… Dinciliğin aşırısı, ılımlısı olmazmış. Hepsi birden tehlike ve tehditmiş… Halk sürünsün, halk ezilsin, onlar yaşasın… Ya öyle mi? Bu kötülükler, bu zulümler hep böyle devam eder mi sanıyorlar? Zavallı Türkiye’m, sana yazık oldu… 30 Nisan 2005