Gürcü Kadın
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Cumartesi
Seyyar satıcılarla ve sergilerle dolu bir meydandan geçerken sarı saçlı genç bir kadının tansiyon âletleri sattığını gördüm. Fiyatlarını sordum. “Japon malı olanlar beş, Çin malı olanlar dört milyon liraya” dedi. Biraz aksan farkı olmakla birlikte Türkçesi güzeldi. Beş dakika konuştuk, Gürcistanlıymış, Türkçeyi Tiflis Üniversitesi Türkoloji bölümünde okumuş. Ülkesinde öğretmenlik yapıyormuş, maaş çok az olduğu için geçinememiş, Türkiye’ye gelmiş, seyyar satıcılık yapıyormuş.
Kadındaki azme hayran oldum. Böyle insanlara sahipse, komşumuz Gürcistan içinde bulunduğu iktisadî ve mâlî krizi çabuk atlatır ve refaha kavuşur.
Yiyicilikle, tembellikle, acz ile, miskinlikle, teşebbüssüzlükle, gayretsizlikle bir yere varılmaz. Devlet veya belediye kadrolarında bir iş bulacak ve oradan aldığı maaşla geçinecek, sonra emekli olacak, ölünceye kadar gelir alacak… Bu kafayla Türkiye bu hale gelmiştir.
Bugünkü düzen halkımızın büyük kısmında çalışma azmini, eskilerin teşebbüs-i şahsî dediği girişim zihniyetini öldürmüştür.
Şehrimizde bir müddetten beri Gürcistan’dan, Ermenistan’dan gelen kadınlar bavul ticareti yaparak, küçük sergiler açarak ekmek parası çıkartıyor. Onların hallerine hem acıyorum, hem de kendilerini tebrik etmek istiyorum.
Eskiden padişahlar bile saraylarındaki atölyelerde bir şeyler üretir, bunları nedimeleri vasıtasıyla çarşıya pazara gönderip sattırır, elde ettikleri kazançlarla iftihar ederlermiş.
Şimdi maddî sıkıntı çeken bir kimseye, “Bir yerde sana bir sergi açalım, oraya bir şeyler koyalım, bunları satarak biraz ticaret yap” desek, yüzde doksanı kabul etmez, hattâ içlerinden “Geberirim de yine böyle bir iş yapmam” diyenler bile çıkabilir. Onlara verilecek cevap, “Geber öyleyse!”dir.
Renkli resimli broşürler hazırlatmalı, dokümanter filmler çektirmeli ve halkımıza, gençliğimize, şu karın ağrısı aydınlarımıza Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi doğu ve Asya ülkeleri halkının nasıl çalıştığı, nasıl ürettiği, nasıl taştan ekmek çıkarttığı anlatılmalıdır. Böyle şeyleri idarecilere, ekser politikacılara anlatmak mümkün olamayacağından onlara broşür verilmemeli, film gösterilmemelidir.
Bir yere çok az maaşlı, derece itibarıyla pek düşük on memur veya işçi alınacak oluyor ve on bin kişi müracaat ediyor. Seçme imtihanları büyük bir stadyumda yapılıyor. İmtihanlar da zevâhiri kurtarmak için mizansendir. Zira ehil olanlar değil, en fazla torpili olanlar tâyin ediliyor. Böyle bir ülke batmaz mı?
Vaktiyle ordularımız Viyana’yı şanla şerefle, ihtişamla, tantana ile kuşatıyordu. Şimdi Türkiyeliler o şehirde çöpçülük, ırgatlık, başka süflî işler yapıyor.
Bu halkı, bu memleketi, bu devleti bu hallere düşürenlerin Allah belâsını versin!
Bazı düzenci ve düzenbaz particilerin hallerini mirsad-ı ibretten (ibret rasathânesinden) seyrediyorum. Bu adamlar bu ülkenin, bu milletin, bu devletin işlerini ticaret, bezirgânlık, soygun, talan konusu haline getirmişlerdir. Sanki memleket babalarının çiftliğidir. Devlet bütçesi mi? Tırtıklayabildiğin kadar tırtıkla, hortumlayabildiğin kadar hortumla. Bu zihniyettekilerin mahallî idarelerin (belediyelerin) bütçelerini vaktiyle nasıl yağma ettiklerini iyi biliyoruz.
Halk onların nazarında yolunacak kaz, sağılacak inek gibidir. Kimisi rüşvet alır, kimisi haraç toplar.
Hizmet etmeye talipmişler, hizmet etmek için cayır cayır yanıyorlarmış… Yanın da kül olun emi!
Maalesef islâmî kesime de böyle haşarat sızmıştır. Namuslu, şerefli, dürüst, müstakim, ihlâslı, mürüvvetli Müslümanların bu haşaratı imha etmeleri, dışlamaları gerekir.
Sağcı sağcılık adına, solcu solculuk adına götürüyor. Türkü, Kürdü, Lazı… Sünnîsi Alevîsi… Şucusu bucusu, ocusu… Velhasıl cümlesi…
Mafyanın, çetenin bini bir paraya. Bir de milliyetçi mafya çıktı. Yahu milliyetçiliğin mafyası mı olurmuş? Bu nasıl milliyetçiliktir?
PKK en büyük kara para, kirli ticaret, haramilik işini senelerdir yürütüyor. PKK ile mücadele eden bazıları da, onun sâyesinde yollarını buldular. Yüz milyonlar, trilyonlar, yekûn olarak katrilyonlar… Bu işi kurcalamaya kalkanın âkıbeti Uğur Mumcu’nunki gibi olur. Otomobilinin altına patlayıcı maddeyi koyarlar, adamı bin parçaya ayırırlar, sonra riyâkârâne göz yaşları dökerler. Timsahın gözyaşları… Şanına lâyık bir de görkemli cenaze töreni tertiplenir. Ah bu tiyatrocular!
Şu sahte İslâmcıya bakınız. Hazret-i Ömer şöyle âdilmiş, böyle doğruymuş, devletin işini yaparken devlet mumunu yakar, kendi işini yaparken kendi ışığını kullanırmış… Peki a sahtekâr, böyle edebiyatlar yaparken trilyonları götürmekten utanmıyor musun?..
Bu gibi adamların dosyaları hazırdır. İstihbaratçılar, büyük medya gizli kameralarla ne filmler çekmediler ki.
Tek tük dürüst idareciler, politikacılar da yok değil. Bundan yıllarca önce, Kültür Bakanlığına büyük işler yapan matbaacı bir dostum, bazı büyük bürokratlara kristal şekerlikler içinde çikolatalar hazırlatarak yılbaşı hediyesi olarak göndermişti. Birkaç hafta sonra yüksek memurlardan biri matbaaya bir paket yollamış, açıldığında içinden boş kristal şekerlik çıkmıştı. Bir de pusula. “Çikolatalar için teşekkür ederim. Kristal şekerlik hayli değerli olduğundan kabul edemeyeceğim, iade ediyorum” diye yazılıydı.
Yiyici, hortumlayıcı, devşirici, üleştirici, soyguncu, talancı, harami, eşkiya, rüşvetçi, haraççı, düzenci, düzenbaz, yalancı, emânet hâini, alçak, rezil, kepaze, şerefsiz, namussuz, demagog, arivist, haşere adamlardan nefret ediyorum. Ateist veya İslâmcı olmaları fark etmez. 14 Mart 1999