Otobüs durağında zavallı mâsum vatandaşlar vasıta bekliyor. Her birinin bin türlü derdi ve sıkıntısı var. Ezilmiş insanlar… Otomobilleri yok ki, binsinler… İşte bu bekleme esnasında birden vicdansız, merhametsiz, insafsız bir sürücü şu veya bu sebepten direksiyona hakim olamıyor ve durağa dalıyor. Canhıraş feryatlar, yerlerde acıyla debelenen insanlar, akan kanlar… Ahali birikiyor, polisler geliyor. Üç ölü, beş yaralı… (Son iki ayda İstanbul’da ve Bursa’da böyle vak’alar oldu.)

Polis âmiri otomobiliyle giderken serseri bir kurşun ile başından yaralandı. Şimdi hastanede yatıyor. Son otuz yıl içinde çok sayıda vatandaşın tabanca edinmesine imkan sağlandı. Düğünlerde birtakım sarhoşlar silâhlarını çıkartıp sağa sola havaya ateş ediyor. Bazen kurşunlar, hiçbir şeyden haberi olmayan çocukları, vatandaşları öldürüyor. Medya haberi “Maganda yine bir can aldı” diye veriyor.

Bir yerde izinsiz yürüyüş yapılıyor, polis müdahale ediyor, yürüyüşle mürüyüşle ilgisi olmayan zavallı bir vatandaş arada kalıyor, ölüyor veya yaralanıyor.

İstediğimiz kadar dikkatli ve tedbirli olalım, kesinlikle güvende değiliz.

Ehliyetsiz sürücüler… Sürücü ehliyeti olan, lakin motorlu vasıta kullanmaya ehliyeti olmayan kimseler… Sarhoşlar… Magandalar… Vicdansızlar…

Narkozda ölen çocuklar…

Duraklara dalan ve bekleyenleri biçen otomobiller.

Yürüyerek girip tabut içinde çıkanlar…

Geçmiş yıllarda sokak ve caddelere kazılan kocaman çukurlara geceleyin düşen otomobillerde ölenleri hatırlıyor musunuz? O çukurlara ışıklı uyarı levhaları konmuş olsaydı o kazalar, o ölümler olmayacaktı.

AIDS’li kan verilip hayatları yok edilen hastalar.

Hızlandırılmış tren Pamukova’da devrilmiş, yüz kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştı.

Hatırlıyor musunuz, telefon delisi bir yolcu uçak havada iken telefonla konuşmuştu da az daha uçak düşeyazdı.

Yine hatırlıyor musunuz, kiralık katiller yanılmışlardı da, asıl öldürecekleri kimsenin yerine ona benzeyen başka birini öldürmüşlerdi. Pardon özür dileriz, yanlışlıkla öldürdük, kusura bakmayın emi…

Adamın birinin bir böbreği çürümüş, ameliyatla alınması lazım. Ameliyat etmişler, yanlışlıkla sağlam böbreğini almışlardı.

Bu toplumda güven yok, huzur yok, rahat yok… Lâ râhate fi’d-dünya…

Bu saydıklarım kaza-i mübrem değildir, muallak kaderlerdir. İnsanların sorumsuzlukları, hainlikleri, ciddiyetsizlikleri, vasıfsızlıkları, vicdansızlıkları yüzünden meydana gelmişlerdir.

Devlet, hükümet, belediyeler, diğer kurumlar vatandaşları koruyor ama gereği gibi korumuyor.

Norveç’te, İsveç’te, Almanya’da insana daha fazla değer veriliyor.

Bendeniz Almanya’da tam beş sene ikamet ettim, orada şehir içi veya şehir dışı yollarda tamirat varsa, açılmış çukurlar varsa geceleri bin türlü tedbir alınır, yanan sönen ikaz ışıkları dikilir ve kaza ihtimali bertaraf edilir.

İstanbul’da dere yatağına kocaman binalar yapmışlar (mâlum, rant meselesi…), yağmur yağınca seller oluşmuş ve kaç kişi boğulup ölmüştü…

Konya’da Zümrüt apartmanı faciasını hatırlıyor musunuz? Yepyeni, koskoca dev apartman durup dururken korkunç çatırtılarla çökmüş ve enkazı altında yüze yakın vatandaş can vermişti.

Gerekli emniyet tedbirleri alınmadığı için PKK’nın şehit ettiği 33 asker…

1974 Kıbrıs harekatında kendi uçaklarımızın bombalarıyla batan muhribimiz.

Hangi birini sayayım.

Velhasıl güvende değiliz.

Müslümanlara tavsiyelerim olacak: İmkânları derecesinde sadaka versinler. Sadaka belâ ve musibetleri uzaklaştırır.

Peki ateistler ve inançsızlar ne yapsın?

Onların durumu gerçekten çok kötüdür.

Sekiz değere dâvet etmek

İslâm dininde dâvet (çağrı) ve tebliğ (bildirmek, öğretmek) vardır. İnsanlar nelere, hangi değerlere çağrılır?

1. Allah’ın Kelâmı ve Kitabı olan Kur’ân’a çağrılır. Kur’ân’ın emirlerine ve yasaklarına uymaya çağrılır. Kur’ân’ın müjdeleri, uyarıları, öğütleri bildirilir. Kur’ân’a uymak en büyük ve ebedî mutluluk kaynağıdır.

2. Peygamberin (Salat ve selâm olsunO’na)Sünnetine çağrılır. Sünnete sarılan, Kur’ân’ın doğru yorumuna ve doğru uygulanmasına yapışmış olur. Sünnetten ayrılan, Sünnete aykırı ve zıt yollara sapan helâk edici bid’atlere düşer.

3. İnsanların Şeriata çağırılması lazımdır. Şeriat Kur’ân ve Sünnetten çıkartılmış hükümler demektir. Şeriat adalet, güvenlik, huzur, haysiyetli hayat, gerçek medeniyet, saadet demektir.

4. İnsanların Kur’ân ve Sünnet ahlâkına çağırılması gerekir. İslâm ahlâk ve fazilet dinidir. İyi, kâmil ve gerçek Müslüman ahlâklıdır, faziletlidir.

5. Bütün Müslümanların Ümmet birliğine ve şuuruna çağırılması şarttır. Mü’minler tek bir Ümmettir.Ümmet şuuru yitirilirse fitne, fesat, tefrika, nifak, şikak yaygın hale gelir ve Müslümanlar zillete, esarete, zebunluğa, yenilgiye mâruz kalır.

6. Ehl-i İslâm’ın, bir İmam-ı Kebir’e biat ve itaat etmeye çağırılması da temel şartlardandır. Kur’ân’da “Allah’a, Resûlü’ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz” buyuruluyor. Hadîste “Zamanındaki emîre biat etmeyen kişi, sanki câhiliyet ölümüyle ölmüş gibi olur” buyurulmaktadır.

7. Müslümanların fıkha çağırılması da şarttır. Kur’ân ve Sünnetteki emirler, yasaklar, öğütler, tavsiyeler fıkıh ilmi ile bilinir. Müslüman, yararına ve zararına olan şeyleri fıkıh ilminden öğrenir. Abdest almak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hac ibadetini eda etmek, muamelât, ukubat hep fıkıhla bilinir. Hiçbir Müslüman fıkıhtan müstağni olamaz. Fıkhı inkâr etmek, fıkıhsız bir Müslümanlık türetmek en büyük ve tehlikeli bid’attir.

8. Ehl-i Sünnet’e, cumhur-i ulemâ yoluna, sevad-ı âzama dâvet.

Bu saydığım sekiz değere genel dâvet yapılır.

Tasavvuf tarikatlarına, cemaatlere, hizip ve fırkalara genel dâvet yapılmaz, yapılmamalıdır.

Bir Müslümanın tarikat ve tasavvuf konusunda hiç nasibi olmayabilir. İlmihal kitabında yazılan bilgileri hayata uygularsa inşaallah kurtulur.

Çeşitli tarikatlar, cemaatler, gruplar vardır. Bunlardan birine intisab etmek bir nasip meselesidir. İlle de şu tarikata, şu cemaate gireceksin diye genel davet ve baskı yapılmaz.

Tarikatlar ve cemaatler cevher değil, arazdır.

İki kardeşten biri Nakşîliğe, diğeri Kadirîliğe intisab edebilir. Çünkü nasipleri böyledir.

Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata dâveti ikinci plana atıp, yahut büsbütün terk edip de, şu veya bu tarikata, hizbe, fırkaya dâvet etmek yanlıştır.

İslâm’da üstünlük şu veya bu tarikata veya cemaate mensup olmakla değil, takva iledir, Takva da ilimle, irfanla, firasetle, hikmetle bilinir ve elde edilir.

Yukarıda sıraladığım sekiz ana değere dâvet hizmetlerinde çeşitli tarikatlara, cemaatlere, meşreplere mensup Müslümanlar birlikte çalışmalıdır. Birlik ve güç böyle sağlanır.

Tarikatlar, cemaatler, meşrepler bütün değildir, parçadır. Bütünü parçaya sığdırmak için çalışmak, didinmek akıl kârı değildir.

Her tarikatın, her tarikat kolunun, her cemaatin, her grubun kendi dergisini çıkartmaya heveslenmesi medya konusunda bizi güçsüz hale getirmiştir. Bütün tarikatlar, cemaatler, meşrepler birleşseler ve her ay bir milyon nüsha basılan ve satılan büyük bir islâmî dergi çıkartsalar iyi olmaz mı?

Bediüzzaman hazretleri İslâm, iman, Kur’ân, Sünnet, Şeriat, Ümmet için hizmet etmiş ve çalışmıştır.

Önemli ve hayatî olan şey insanların iman, İslâm, Kur’ân, Sünnet,Şeriat yoluna girmeleridir.

Camide namaz kılınıyor. Cemaat saflarında Nurcu var, Nakşî var, Kadirî var; Hanefî var, Şâfiî var; tarikatli var, tarikatsiz var; şu veya bu mezhep ve meşrebe mensup Müslüman var… Bunların hepsi mü’min, hepsi müslim, hepsi Kur’ân’a ve Sünnete inanmış ve bağlı, hepsi Şeriatı kabul etmiş… Hep birlikte Rahman’a ibadet ediyorlar.

Bir Müslümanın Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata bağlı olması, Ümmet şuuruna sahip olması, zamanındaki emîrü’l-mü’minîne biat ve itaat etmesi ihtiyarî (seçimlik) değil, mecburîdir, zorunludur.

Şu veya bu tarikata, cemaate mensup olmakta ise mecburiyet yoktur, tercih vardır, nasip meselesidir. 28 Aralık 2009