Pazar

 

Kulaklarımı haberlere tıkamak istiyorum başarılı olamıyorum. Haberler rutubet gibi sızıyor, sizi buluyor. Bir iyi haber gelirse, karşılığında on kötü haber alıyorsunuz. Son haftaların bazı haberlerini, rivayetlerini, kısa kısa sıralıyorum:

(1) Son bir iki yıl içinde

Van’da yedi kilise yapılmış.

Son olarak Akdamar adasındaki tarihî Ermeni kilisesi, parası Türk Devletinin bütçesinden çıkmak üzere harıl harıl tamir ediliyor. Van’da şu anda Ermeni yaşamıyor, çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu turistler, zaten öteden beri motorlarla adaya gidiyorlar ve kiliseyi ziyaret ediyorlardı. AKP iktidarının bu kiliseyi, devlet ve halk parasıyla restore ettirmesi çok gariptir. Akdamar kilisesi Ermenilerin ve Ermenistan’ın millî sembolüdür. Kültür Bakanı geçenlerde iftihar ve gururla beyan etti, “Akdamar kilisesinin tamiri benim zamanımda başlamıştır ve en kısa zamanda, tahminen altı ay içinde bitirilecekir…” Bundan birkaç yıl önce Azerbaycan ile Ermenistan arasında Karabağ meselesi hakkında müzakereler yapılıyormuş, Türkiye de gözlemci olarak bulunuyormuş. Ermeniler, Karabağ’ı Azerbaycan’a geri vermek için Türkiye’den toprak talep etmişler,

“Kars vilayetinizdeki tarihî Ani harabeleri bölgesini bize verin, biz karşılığında bir miktar Ermeni toprağı verelim”

demişler.O zamanki iktidar, bu teklifi küstahça bulmuş, müzakereler kesilmiş.

(2) Medyada bir-iki küçük haber çıktı. Türkiye ile Ermenistan arasında bir Avrupa ülkesinde son derece gizli görüşmeler yapılıyormuş. Acaba neler görüşülüyor? Bütün vatanseverlerin bu konu üzerinde ciddiyetle durmaları gerekir. Bilindiği gibi Ermeniler Türkiye’den toprak istiyor, tazminat istiyor. İki devlet arasında diplomatik münasebet yoktur… Vaktiyle İsrail ile de buna benzer gizli görüşmeler yapılmış, birtakım gizli protokoller hazırlanmıştı. Türkiye’nin milyarlarca dolarlık parası tank tamiri, uçak tamiri gibi bahanelerle İsrail’e aktarılmıştı.

(3) Geçenlerde Zeyrek Camii’ne gittim. Binanın dışının restorasyon çalışmaları hızlanmıştı. Caminin içi tam bir virane olarak duruyordu. Eski bir Bizans kilisesi olan bu bina, Amerika’daki

Illinois Üniversitesi Vakfı

tarafından tamir edilmektedir. Masrafların yarısı Müslüman Türk halkının ödediği vergilerle oluşan Türkiye Devleti bütçesinden çıkmaktadır. Kariye Camii’nde olduğu gibi burasının da bir punduna getirilip müze yahut kiliseye çevrilmesi ihtimali vardır. Müslüman kamuoyu büyük bir uyku ve gaflet içindedir.

(4) Amerikalıların birtakım medyacılara

on milyon dolar dağıttığına

dair rivayetler ve dedikodular var. Elimde bu konuda ispat edici bir belge yok. Ancak, son derece mide bulandırıcı olması dolayısıyla üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu yağlı kemik fonlarından birtakım İslâmcı kişiler de paylarını almışlar deniliyor. Amerikalılardan para alan İslâmcılar kimlerdir? Bu kişileri mutlaka iyi tanımamız ve bilmemiz gerekiyor.

(5) Bir iyi haber: Birkaç hafta önce bir pazar günü

Şehzadebaşı Camii’ne sabah namazına

gittim, 4-5 saflık cemaat vardı. Namazdan önce Yasin-i şerif okundu, namazı kıldıran imam efendinin sesi ve kıraati çok güzeldi. Lakin huzur ve huşu içinde dinleyemedik, caminin hoparlör tesisatı berbat mı berbat. Hoparlörler yanlış yerlere konulduğu için eko/yankı yapıyor, ayrıca birkaç defa cihazlardan korkunç gürültüler çıktı. Namazdan sonra hoca efendi, cemaate hitaben konuşmaya başladı, ben kalmadım, ayrıldım. Gelenlere sabah kahvaltısı da ikram ediliyormuş, imam efendiyi bu örnek çalışmasından dolayı tebrik ediyorum, başarılar diliyorum. Duyurulur ve daha iyi bir organizasyon yapılırsa, cami pazar sabahlarında tamamen dolabilir. Beni bağışlasınlar, mâbedin ses düzeninin tamamen gözden geçirilmesi, yankı yapmayacak şekilde yeniden kurulması gerekir. Bir husus daha var: Namazdan önceki kamet, ezan gibi uzun okunmuştur. Fıkıh kitaplarımızda kametin kısa ve hızlı okunması gerektiği yazılıdır. Hacı Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslâm’da

“Saldır saldır okunur”

diyor. Son bir yıl içinde, Müslümanlar arasında namaz, cemaat, sabah namazı gibi önemli dinî konu ve vazifelerde bir uyanış, hareketlilik, çalışma görülmektedir. Çok hayırlı, çok faydalı olan bu çalışmaların devam etmesini, genelleşmesini temenni ederim. Dikkat edilecek bazı hususları haddim olmayarak beyan edeyim: Camilerde kalabalık cemaat olunca, bazılarının para toplama hırsları ve damarları depreşir. Böyle kutsal ve ulvî ibadetler kesinlikle para gibi süflî, iğrenç, necis, iğfal edici, şeytanî şeylere âlet edilmemelidir. Bir de, cemaate hitaben yapılacak konuşmalar son derece beliğ, fasih, veciz (kısa) olmalıdır… Şehzadebaşı Camii’nde büyüklerinin yanında gelmiş çocuklar da gördüm, memnun oldum. Ancak üzücü bir husus vardı, birtakım kimseler gecelik kıyafetleriyle, eşofmanlarıyla gelmişlerdi. Camiler Beytullahtır, Müslümanların böyle kutsal mekânlara saç baş, kılık kıyafet itibarıyla son derece düzgün ve estetik bir şekilde gelmeleri gerekir. Şehrin valisi veya kaymakamı çağırsa, ona eşofmanla gider misiniz?

(6) Amerika ve Avrupa ülkeleri terör konusunda her geçen gün, paranoya batağına daha fazla batıyor. Onlar, para bakımından, kültür bakımından, silâh bakımından çok zengin ve güçlüler, ancak mâneviyatları son derece zayıf. Sanırım, ileride bu paranoya, bu panik, bu mâneviyat çöküntüsü onları yere serecektir. İngiltere Müslümanlarının liderlerinden biri, uçağa binmiş, Amerika’ya gitmiş, havaalanından geri çevrilmiş. Aklı başında bir idarenin böyle bir şey yapması mümkün değildir. Irak’ta her gün yüz kişi ölüyor, Batılılar için bu ölümler, normal medya haberleri oluyor. İngiltere’de patlamalar oluyor, elli küsur insan ölüyor ve yer yerinden oynuyor, dünya ayağa kalkıyor. Ölen Müslümanların canı can değil mi? Can da, Batılının canı has can…

Müslüman kesimdeki bir kısım yeni zenginler, hem dinden vazgeçemiyorlar, hem de zevk u sefadan, lüksten israftan, gösterişten.

Şimdi de başımıza tesettür deniz kıyafetleri çıktı.

Başları dahil sıkıca örtülü kıyafetle birtakım zengin Müslüman hanımlar denize girmek istiyorlar… Eskiden etrafı tahta perdeyle çevrilmiş, deniz hamamları varmış. Çocukluğumda, Moda ile Fenerbahçe arasında böyle bir deniz hamamını gördüğümü hatırlıyorum. Karadeniz sahillerinde kadınlar, geceleri sandala binerler, entarileriyle denize girerlerdi. Şimdi, rengârenk tesettür mayolarıyla (!) gireceklermiş… Zenginliğin yanında kültür, görgü, medeniyet, şehirlilik, edep, nezaket, irfan olmayınca böyle birtakım aksaklıklar kaçınılmaz hale geliyor…

Sabah gazetesinde, başlığın üzerinde

“Amerikalı Şeyh Ragıp. Musevî olarak doğdu. Budizm’i araştırdı. Müslüman oldu. O artık bir Cerrahî Şeyhi…”

başlıklı bir yazı yayınlandı. Devamının iki gün sonra yayınlanacağı bildiriliyordu. Aradan haftalar geçti, Amerikalı Şeyh Ragıp’la ilgili yazıdan haber yok. Acaba ne oldu da yayından vazgeçildi?

Büyük medya, birtakım büyük hırsızlıkları, vurgunları, hortumlamaları, götürmeleri, gayr-i meşru rantları yazmamak konusunda sanki bir karar almıştır. Önemli gazetelerden birine mensup bir gazeteci, bu konuda

“Şimdi susuyoruz ama dosyalarını hazırlıyoruz, günü geldiğinde yayınlayacağız…”

demiş. Peki, ülkedeki yolsuzlukları öğrenir öğrenmez kamuoyunu haberdar etmek medyanın vazifesi değil midir? Niçin bekliyorlar? Bu bekleme karşılığında ne gibi menfaatler elde ediyorlar?

Bülent Ecevit’in

“Sultan Vahdettin hain değildi…”

sözü üzerine epey gürültü kopartıldı. Süleyman Demirel bu iddiaya itiraz etti,

“Türkiye bunu kaldırmaz”

dedi. Vaktiyle Nazım Hikmet de hain ilan edilmişti, sonra temize çıkartıldı. Nazım, Türkiye’de Marksist-Stalinist Kızıl bir rejim kurulmasını istiyordu. Rusya’ya kaçtığı zaman, Moskova havaalanında uçaktan iner inmez ilk sözü,

“Sovyetler Birliği benim vatanımdır. Beni Stalin yarattı…”

olmuştur.

Sultan Vahdettin, mecburen yurtdışına çıkarken az miktarda şahsî parası dışında hiçbir şey almadan gitmişti. 1926’da İtalya’nın San Remo şehrinde vefat ettiğinde, bakkala, kasaba, esnafa olan borcu dolayısıyla cenazesine haciz konmuştur.

Asıl vatan hainleri, aileden gelen servetleri olmadığı, herhangi bir ticaret yapıp para kazanmadıkları halde kısa zamanda efsanevî büyük servetler elde edenlerdir. 15 Ağustos 2005