Habîsler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
PazarOnlar, Türkiye’nin önündeki en büyük engelin İslâm dini ve millî gelenekler olduğunu iddia ediyorlardı. Muasır (çağdaş) medeniyet seviyesine yükselebilmemiz için dini bırakmamızın gerekli olduğuna inanıyorlardı.
İslâm’a, millî tarihe, millî kimliğe, millî kültüre cephe aldılar. Ecdada, mâziye söğüp saydılar. Doğrudan doğruya ve dolaylı olarak din ile ilgisi olan bütün değerleri inkâr ettiler.
Tarihte benzeri görülmemiş bir terör kasırgası estirildi. Camiler kapatıldı. Cami, tekke, vakıf binaları yıkıldı, satıldı, kiraya verildi, harap edildi. Binlerce hoca, âlim, şeyh, mürid, dindar vatandaş karakuşî kararlarla idam edildi, zindana koyuldu, sürüldü.
Yapılan haksızlıkları, zulümleri, kötülükleri yegân yegân yazsam beni yaşatmazlar.
Bu uygulamanın, bu tecrübenin sonunda ne oldu? Türkiye muasır medeniyet seviyesine çıktı mı, nurlu ufuklara ulaştı mı?
Manzara ortadadır. Ben fazla konuşmayayım, hükmü vicdanlı vatandaşlar versin.
Ülkede kirlenmedik müessese kalmamıştır. Siyaset kirlenmiş, iktisat ve ticaret çökmüş, eğitim sistemi ve üniversiteler iflâs etmiş; edebiyat, kültür, sanat yozlaşmış, kokuşma korkunç boyutlara varmış. Türk parası değerini yitirmiş. Ortada feci bir bitiş, çöküş, çürüyüş tablosu var; kurtuluş için bir alternatif de kalmamış.
Bir takım şer kuvvetleri saltanat ve hakimiyetlerini sürdürebilmek, kolonyal düzeni devam ettirebilmek için halkı Türk Kürt, Sünnî Alevî, ilerici gerici, sağcı solcu, dinci lâik diye kutuplara, birbirine düşman cephelere ayırmışlardı. Bunun sonucu olarak millî birlik ve beraberlik sarsıldı.
Yıkmadık, çürütmedik değer bırakmadılar. Şimdi tek değer para putudur, altın buzağıdır.
Aile müessesesini darbelediler. Fuhşu, zinayı, evlenmeden birlikte yaşamayı teşvik ettiler. Aile sarsılınca her şey sarsıldı.
Gençliği, halk yığınlarını içkiye, fuhşa, avareliğe, avantacılığa yönelttiler.
Bir zamanlar dünyanın sayılı buğday ambarlarından biri olan ülkemizde ziraati de çökerttiler. Sâyelerinde ekmeklik buğdayımızın büyük bir kısmını dışarıdan çuvalla döviz ödeyerek getirtmek zorunda kaldık.
Hayvancılığı çökerttiler. Denizleri bile kuruttular, balık neslini tükettiler.
Türkiye gibi bir ülkenin dışarıdan pirinç, ayçiçeği ve mısır özü yağı ithal etmesi ayıp değil midir? Şimdi bu temel gıda maddeleri hep dışarıdan geliyor.
Ülke altından kalkamayacağı iç ve dış borçlara batırıldı. Değil ana paraları, bunların faizleri bile ödenemez.
Bu memleket, yüzde yüz millî ve yerli kendi otomobillerini tasarlayıp üretemez miydi? Pekâlâ üretebilirdi. Lâkin, bastıkları yerde ot bitmeyen uğursuz ve habîsler, yabancıların demode, ihraç imkânı olmayan çirkin ve kalitesiz otomobillerini üreterek iç piyasayı tokatlamayı uygun gördüler.
Dinî duygular ve değerler zayıflayıp yıkılınca ahlâksızlığın, namussuzluğun, vatan hainliğinin önünde hiçbir engel kalmadı. Milletin haklarına domuzlar gibi saldırdılar. Yüz milyarlarca dolar yağmaladılar, hortumladılar, ülkeyi ve milleti soyup soğana çevirdiler.
İslâmî potansiyeli, islâmî hareketi dejenere etmek, yozlaştırmak, çürütmek için birtakım satılık ve kiralık adamlarla gizli ittifaklar yaptılar. Onların önlerine kemikler attılar, onları haram rantlar ve imkânlar ile saptırdılar.
Milliyetçi ve Türkçü hareketi de kirletmek için her türlü şeytanlığı yaptılar.
Şeytanî bir kadın hürriyeti edebiyatı perdesi altında kadını alçalttılar, fuhşu teşvik ettiler, nice kadın ve kızları seks âleti haline düşürdüler.
Helâl ticareti, çalışıp kazanmayı, emeği hor gördüler; ribayı, faizi, rantı, repoyu baş tacı ettiler.
Genç nesillere mantık öğretmediler. Çünkü onlar düşünen beyinler istemiyorlar; robotlar, zombiler, körü körüne bağlanan, itaat eden, yalan propagandalara çabuk kanıveren yarı-insanlar istiyorlardı.
Medeniyetin, kültürün, tefekkürün, insanlığın temel âleti ve vasıtası olan yazılı-edebî lisanı bitirdiler.
Lâikliği din ve dindar düşmanlığı olarak anladılar, anlattılar, tatbik ettiler.
Ülkenin bazı bölgelerini kasıtlı olarak boşalttılar; nüfusun dörtte birini İstanbul ve civarına yığdılar.
Gerçek millî tarihe taban tabana zıt sun’î bir tarih meydana getirdiler.
Millî kimlikle mücadele edip durdular.
Koskoca Türkiye’yi öylesine gerilettiler, yozlaştırdılar ki, nice küçük ülke Nobel kazandığı halde biz uzun yıllar boyunca uluslararası armağanların bir tekini bile alamadık.
Ektikleri fesat tohumları yüzünden toplum sağlığını yitirdi. Halkın yarısı birbiri ile nizalı hale geldi, mahkemeler dâvâ dosyalarına bakamaz, hapishaneler suçluların hepsini barındıramaz hale geldi.
Ülke 150 milyar dolar kara para ile kirlendi, zehirlendi. Uyuşturucu ticareti, trafiği korkunç boyutlara ulaştı. Kuduz rantçılar ormanları, çalılıkları yaktılar.
Rüşvet, kokuşma, para hırsı yüzünden binalar çürük yapıldı; 17 Ağustos 1999 zelzelesinde yüzbin vatandaş enkaz altında kalıp öldü; yüz binlercesi yaralandı, perişan oldu.
Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi Asya ülkelerinden ibret ve ders almadılar.
Devleti, ülkeyi arpalık; halkı ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi gibi gördüler.
Gençliği ve halk kütlelerini seks manyağı yapmak için edebsizliğin, müstehcenliğin her türlüsünü utanmadan sergilediler.
Halkın en temel din, inanç, vicdan, fikir hürriyetini ve haklarını çiğnediler.
Demokrasi dediler, demokrasinin ırzına geçtiler, medeniyet dediler, vahşet ve bedeviyetin en kötüsünü getirdiler.
Domuzlar gibi, canavarlar gibi, en azılı ve acımasız düşmanlar gibi bu ülkeyi, bu milleti soydular, talan ettiler.
Onlarda vicdan yoktu. Dinleri, imanları, putları para, menfaat, haz, zevk, şöhret, ikbal idi.
Hâlâ utanmıyorlar, hâlâ uslanmıyorlar.
Ülke perişan, halk perişan. Bu millete, bu ülkeye bunca kötülük edenler elbette Allah’ın gazabına uğrayacak, şiddetli ve yakıcı bir azap ile kahrolacaklardır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. 19 Mart 2001 Pazartesi