Hacı Beyin Dertleri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Cumartesi
Aman memleketin durumu çok kötü… Akıl almaz acayip işler oluyor. Fabrikalar, limanlar haraç mezat satılıyor… Her yerde yeni kiliseler yapılıyor, eskileri tamir ediliyor… Çanlar çalıyor acı acı… Hahamlar, papazlar, İslâm ilahiyatçıları tantanalı iftar ziyafetlerinde bir araya geliyor, Diyalog ve hoşgörü nutukları atılıyor… Türkiye’yi maddî ve manevî borçlar altına koyan belgeler imzalanıyor… Bir kere imzalandı mı dönüş yok artık…
Aman aman geleceğimizde kara bulutlar var… İstanbul büyük bir zelzele bekliyor. Teknik üniversiteye hazırlatılan rapora göre böyle bir yer sarsıntısında 40 bin bina çökecekmiş… Allah saklasın yüzbinlerce vatandaşımız ölecek demektir… Dünya ve ülkemiz korkunç bir grip salgını tehdit ve tehlikesi altında… Yüz milyonlarca insan ölebilirmiş…
PKK terörü yeniden hortladı, askerlerimiz, polislerimiz şehid ediliyor… Tunceli dağlarında on bin kişilik bir kuvvetimiz 300 kadar gerillacı âsiyi arıyormuş… Yurdun bazı bölgelerinde güvenlik yok…
Alevî postuna bürünmüş bazıları bangır bangır
diye bağırıyor… Bu işin içinde beş milyar Euro’luk bir rant varmış…
Aman aman… Aman aman… Aman aman… Her yerden kötü haberler geliyor. Pakistan’ın kuzeyini dehşetli bir zelzele vurdu. Kırk bin kişi öldü… Dünyayı büyük felaketler kasıp kavuruyor… Böyle şeyler bizde de olabilir… Öyle ya, Türkiye’yi tabiî afetler ve felaketler vurmaz diye elimizde bir garanti belgesi yok… Peki bunca kötü haber içinde bizim Hacı Bey ne yapıyor?.. Onun başka dertleri, başka sıkıntıları var: Pahalı otomobilini kaldırım kenarına bırakmış, alçağın biri o canım arabaya çarpmış, çamurluğunu ezmiş. Hacı Bey döndüğünde bu faciayı görünce fenalık geçirmiş, ah arabam demiş, yere yıkılmış, oruçlu olduğu için su da içirememişler. Nice zaman sonra kendine gelmiş. Arabama çarptılar diyormuş, başka bir şey demiyormuş… Ah arabam, vah arabam…
Hacı Beyin derdi sadece bu olsa… Üç gün önce Kâzımanıâziman cemaatinin bin kişilik büyük iftarına davetliymiş. Yollarda kazı ve tâmir olduğu için vaktinde yetişememiş, on beş dakika sonra vardığında bütün masalar doluymuş, yüz kadar da bekleyen varmış. Meğerse Kâzımanıâziman cemaati yöneticileri bin kişilik davete 1100 kişi çağırmışlar. Hacı Bey herkes şapur şupur yemek yerken aç bîilaç ayakta kalmış, cinler başına çıkmış, perişan olmuş… Bu duruma çok üzülmüş, çok kahr olmuş…
Bitmedi… Hacı beyin küçük kızı bir gece iftardan sonra iki arkadaşı ile birlikte Ramazan şenlikleri ve etkinlikleri panayırına gitmiş… Biraz sucuk ekmek yemişler, üstüne kokoreç atıştırmışlar… Daha ötede dünyaca meşhur sütlü tatlılar standı varmış, orada da tatlı yemişler. Artık sucuktan mı, kokoreçten mi, sütlaçtan mı, hangisinden olduğu belli değil kızcağız mide krizi geçirmiş, acele hastahaneye kaldırılmış, midesini yıkamışlar… Felaket bununla kalmamış… Hengâme içinde Sebzicivan hanımın el çantası kaybolmuş. Cep telefonu, banka kredi kartları (bir tane değil), kimliği ve parası gitmiş… Kızcağız bu kayba çok üzülmüş, çok ağlamış… Hacı Bey de, nev-nihal yavrusunun ağlamasından dolayı ağlamış, üzülmüş, kahr olmuş. gece vakti, Ramazan çarşısında böyle güvensizlik olur mu? Ne günlere kaldık!
Hacı Beyin üzüntüleri tesbih tanesi gibi… Birinin ardından öbürü geliyor. Şar-Kent idaresinden o biçim bir ihale alacakmış. Gereken bütün kulisleri, formaliteleri yerine getirmiş… Tam imza atılacak ki, araya bir münafık girmiş. İhaleyi o kapmış… Hacı Bey yıkılmış. Hırsından sabaha kadar yemiş içmiş…
Diğer dertleri ve üzüntüleri fazla uzatmadan sıralıyorum:
– Hacı Bey iftara misafir çağırmış. Türlü türlü yemekler hazırlanıyor. Fırının ayarı bozulmuş, börek yanmış. Hanım sinir krizleri geçirmiş. Hacı bey de çok üzülmüş. Bu kadar üzüntüye can dayanmaz…
– Hacı Bey partide sosyal yardım kolları başkanıdır. Fakirlere erzak torbaları dağıtırken bu dağıtımı filme alan kamera bozulmuş, film çekilememiş. Buna da çok üzülmüş…
– Şehrin 100 kilometre kadar uzağında Hacı Beyin bir yazlığı var. Güz mevsimi olduğu için kapalı duruyor. Bahçesine civar köyün inekleri ve keçileri girmişler, çiçekleri, fidanları yemişler. Muhtar telefon etmiş, Hacı Bey yeni bir krize daha girmiş. Bu kadar krize can dayanmaz ki…
– Hacı Bey ellisini geçti. Hayli de semirmiş vaziyette. Damar sertliği var. Ziyafetlere de dayanamıyor. İştahı yerinde. Şimdiye kadar bir kere bile bir porsiyon İskender kebabı yememiş. Her yediğinde bir buçuk porsiyon yermiş. Doktora gitmiş, tahlil yaptırtmış, damarların iyice tıkanmış demişler, sıkı bir perhiz vermişler. Hacı Bey bir kere daha yıkılmış. Bunca servet içinde perhiz yapmak ne kadar zor… İşte bizim Hacı Bey bu gibi sıkıntılarla boğuşuyor, dertleniyor, üzülüp ağlıyor. Allah sıkıntılarını artırsın… Belki aklı yerine gelir.
Bir başka Müslümanla görüştüm. Gözü dünyayı münyayı görmüyordu. Yıllardan beri bir cemaat içinde çalışır durur. Muhterem Efendi Hazretleri diyor, başka bir şey demiyor. Benim, isim vermeden Muhterem Efendi Hazretlerini tenkit ettiğime çok kızıyor. Bendenizi sapıtmış olarak görüyor. Memleketin ve dünyanın durumu kötü diyorum, bizim Müslüman hayır hayır kötü değil, çok iyidir ve daha da iyi olacaktır. Çünkü Muhterem Efendi Hazretleri falan filan milan…
Denizli’nin bir kazasında (kaza ilçe demektir) 1924’te Yunanistan’a gönderilen Rumlardan kalan, 1948’de cami haline getirilen İslâm mabedini Şar-Yar-Kent idaresi tekrar kilise yaptırtmak istemiş. Bahaneleri de şu: Cami tekrar kilise yapılırsa inanç turizmi gelişir ve kazaya para gelir. Aman ne gerekçe ne gerekçe… Oradaki bir kısım Müslümanlar bu teşebbüsü protesto etmemişler. Sorulmuş,
Şu cevabı vermişler:
Sevsinler, gördünüz mü, samimî, ve şuurlu Müslümanları… Partilerini dinlerinin üzerinde tutuyorlar.
Bazı Müslümanların yaptıklarına akıl erdirtmek mümkün değil. Birkaç sene önce lüks bir mekanda yemekli bir toplantıya çağrılmıştım. Gittim. Yenildi içildi ve sonra bir propaganda filmi gösterildi. Birtakım fakirlere erzak torbaları dağıtılıyordu. Bazı fakirler “Yardım alırken filmimizi ve resmimizi çekmeyiniz” demişler, bizimkiler onların yardımlarını evlerine kadar götürmüşler ve torbaları verirken ev kapısında zavallıların filmini yine çekmişler…
Bu Müslümanlara ne oldu anlayamıyorum. Pakistan’da zelzelede kırk bin din kardeşimiz ölüyor, bizimki, misafirlere ikram edilecek böreğinin yanmasına üzüldüğü kadar üzülmüyor… Irak’ta kan gövdeyi götürüyor, Müslümanlar tavuk gibi boğazlanıyor. Bizimki, otomobilinin çamurluğunun bozulmasına üzüldüğü kadar üzülmüyor…
Vurdumduymazlık, taş kalplilik, sorumsuzluk Müslümana yakışmaz. Müslüman hassas, duygulu, merhametli, diğergâm kişi demektir. Müslüman haksızlıklar, kötülükler karşısında susmaz. Müslüman elinden geldiği kadar emr-i mâruf ve nehy-i münker yapar. Doğrudan doğruya yapamıyorsa, dolaylı olarak yapar, yani bu farzı bizzat yapanları destekler.
Müslüman hedonist değildir. Müslüman ehl-i keyif değildir. Müslüman üzülen, ağlayan, çile çeken insandır. Müslüman hem ülke içinde, hem de dünyanın çeşitli yerlerinde öldürülen, yaralanan, zindanda inleyen, ezilen, tekmelenen din kardeşlerine acır, onlar için hiçbir şey yapamıyorsa dua eder.
Ahir zaman gelmiş, dünya ve yurdumuz bin çeşit felaket ve hıyanet içerisinde ve bir kısım Müslümanlar yan gelip yatıyorlar, zevk ü sefalarına bakıyorlar. Bunlar nasıl Müslümandır?
Müslüman uyanıktır, şuurludur, merhametlidir, vazife şuuruna sahiptir. Dünyanın öteki ucunda bir Müslümanın ayağına diken batsa öbür ucundaki Müslüman onun acısını kalbinde hissetmekle mükelleftir. Ellerinde, imkan ve fırsat olan sorumlulara hitap ediyorum: Müslümanları gaflet ve rehavet uykusundan uyandırınız. Onların aldatıcı huzurlarını bozunuz. 16 Ekim 2005