Hacıbeyin Öfkesi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Şubat 2019
Cuma
Hacıbey telefonu dinlerken mosmor kesildi, alnından soğuk terler akmaya başladı. Merak etmeyin, işin mahiyetini hemen anlatacağım: Çatalca civarında iki dönüm bahçe içinde bir villası var, yandaki komşu inşaat yaparken bizim Hacı’nın arazisine tecavüz etmiş, elli metrekare kadar bir kısmı kendi sahası içine almış…
Haberi alır almaz Hacıbey avukatını aradı, onunla biraz konuştu. Sonra yanına iki adamını aldı ve hemen otomobiline atlayarak yel yeperek yelken kürek Çatalca’ya hareket etti.
Tansiyonu kimbilir kaça çıkmıştı. Yardımcılarının, yakınlarının “Hacıbey üzülme, heyecanlanma, hiddetine mağlup olma, elinden bir kaza çıkar, başın belaya girer…” yollu ricalarına, uyarmalarına hiç aldırmadı. Beyni zonkluyordu. Komşusu olacak o nâmert, o melun herif nasıl olur da onun arazisine tecavüz edebilirdi.
Çatalca’ya varınca dehşetli bir kapışma oldu. Komşu orada yokmuş, işçileri ve ustası ile çekişildi, yakalar paçalar yırtıldı, boğuk feryatlar işitildi. Bereket versin ufak tefek sıyrıklar, kanamalar dışında mühim bir vak’a olmadı. En sonunda da “Efendim, bir yanlışlık olmuş, niçin işi bu kadar büyütüyorsunuz…” denilerek iş tatlıya bağlandı. Seyyidü’l-ahkâm es-sulh… Hükümlerin efendisi barıştır diye bir söz vardır. İşte neticede ona varıldı.
Gelelim bizim bu kıssadan çıkartacağımız hisseye:
Birkaç metrekarelik arazisi için böyle gayretli, böyle heyecanlı, böyle azimli, böyle gözükara, böyle tuttuğunu koparır Hacıbeyimiz dinî ve millî meselelerde yazık ki, bu şekilde gayretli ve heyecanlı değildir.
Misyonerler Diyarbakır’da, Erzincan’da, Siirt’te, Elaziz’de ve daha nice şehirlerimizde yeni kiliseler açıyor, cahil halkın bir kısmını parayla, menfaatle, parlak vaadlerle kandırıp kendi dinlerine sokuyor. Bu yeni Haçlı seferi memleketin bütünlüğüne gölge düşürecek hale gelmiştir. Ehl-i Teslis propagandacıları her yıl on milyonlarca İncil, Kitab-ı Mukaddes, propaganda broşürü ve kitabı dağıtıyor. Halkın bir kısmının imanı tehlikeye giriyor. İslâm’a agresif şekilde hücum ediliyor…
Kendisini dindar zanneden Hacıbey’in bu facialar karşısında kılı bile kıpırdamıyor.
Gerçi, zâhirde biraz tepki gösteriyor ama ne iştahı kesiliyor, ne tansiyonu yükseliyor, ne de gayretlenip bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Sadece misyonerlik meselesi mi? Keşke dertlerimiz bir kalem olsa. Bütün İslâm dünyası fitne, fesat, zulüm, işkence, nifak şikak yangınları ile cayır cayır yanarken Hacıbey günde üç öğün yemeğini iştahla yiyor, ticaret işlerini hırsla yürütüyor, tatil günlerinde gezmeye gidiyor, piknik yapıyor, canı istediği vakit çay içiyor, velhasıl nefsinin her istediğini yerine getiriyor.
Geçenlerde serserinin biri lüks, pahalı, gösterişli, parlak boyalı otomobilinin çamurluğunu çizmişti. Hacıbey bir öfkelendi, bir üzüldü, bir kahırlandı ki, sormayın.
Hacıbeyimiz zamane dindarlarındandır. Namaz kılar, üç kere hacca, altı kere umreye gitmiştir. Karısı ve yetişkin kızı tesettürlüdür. Zekat verir, kurban keser, cuma günü camiye gider.
Allah ibadetlerini ve hayırlarını kabul etsin de, bizim Hacıbey doğrusu pek gayretsiz, pek tepkisiz, pek şuursuz, pek heyecansız bir Müslümandır.
Müslüman dediğin:
1. Emr-i mâruf yapmalı,
2. Nehy-i münker yapmalı,
3. İslâm dinine saldırılınca üzülmeli, tepki göstermeli,
4. Müslümanların başına felaket gelince acı duymalı, onların dertleri ile dertlenmeli.
5. Müslümanların hak, hürriyet ve haysiyetleri tecavüze uğrayınca protesto etmeli,
Doğrusu 2004 yılında Türkiye Müslümanları son derece tepkisiz, gayretsiz, himmetsiz bir topluluk haline gelmiştir.
Bazıları “Misyonerler çok çalışıyor…” edebiyatı yapıp duruyor. Böyle edebiyatlarla, gevezelik ve zevzekliklerle vazifemizi yaptığımızı mı sanıyoruz?
Misyonerler her yıl on milyonlarca kitap dağıtıyormuş. Peki buna karşı Müslümanlar ne kadar kitap, broşür dağıtıyor?
Sorup soruşturdum da, islâmî kesimde misyonerlere reddiye mahiyetinde bedava dağıtılan veya paketler halinde maliyet fiyatına verilerek dağıtılması sağlanan bir tek broşür, kitapçık yokmuş.
Sonra da kalkmışız, “Misyonerler çok çalışıyor…” diye yalancı feryatlar kopartıyoruz.
Misyonerler kitap dağıtıyormuş, bedava İncil veriyormuş… Onlar kendi vazifelerini yapıyor. Misyonerler elbette İncil dağıtacak; herhalde Mızraklı İlmihal dağıtacak değiller!
Peki biz Müslümanlar bu konuda niçin üzerimize düşenleri yapmıyoruz?
Ehl-i İslâm’dan her yıl “Allah için ver, Resulullah aşkı için ver, Hocaefendi için ver, ver oğlu ver…” diyerek milyarlarca dolar toplayanlar niçin İslâm’a yapılan haksız saldırıları reddeden yayınlar, kitaplar, broşürler çıkartmıyor?
Maalesef islâmî cemaatlerden biri, “Dinlerarası Diyalog… Evrensel Barış ve Kardeşlik… İbrahimî Dinler…” paravanaları ardında Haçlılarla, Siyonistlerle, agresif misyonerlerle işbirliği yapmaktadır.
Şu hezeyanlara bakın siz:
– İslâm ile Hıristiyanlık arasında, esasta önemli bir farklılık yokmuş…
– İslâm dini de, Hıristiyanlık da ibrahimî kaynaklıymış, birmiş…
Bu adamlara sormak lazım:
– İslâm Tevhid dinidir. Hıristiyanlık ise Teslis dini. Hazret-i İsa’yı Allah’ın oğlu, Allah olarak bilenlerin inancı ile İslâm dini bağdaşır mı?
– İslâm dininin iki ana temeli vardır: Allah’tan başka hak mâbut olmadığına iman etmek. Hazret-i Muhammed’in Allah’ın Elçisi ve Habercisi olduğuna iman etmek ve O’nun Allah katından getirmiş olduğu İslâm dininin hak din olduğunu kabul etmek.
Hıristiyanlar bu üç konuda ne diyor:
1. Teslise, ekânim-i selâseye inanıyorlar. Baba, Oğul ve Ruhü’l-kuds inancına sahipler. Hem birdir hem üçtür diyorlar…
2. Hazret-i Muhammed’i Peygamber ve Allah Elçisi olarak kabul etmiyorlar. Ona -hâşâ- yalancı diyorlar.
3. Allah’ın kitabı olan Kur’an’ı da yalanlıyorlar, onun hak kitap olduğunu kabul etmiyorlar.
4. İslâm’ın hak din olduğunu kabul etmiyorlar, -hâşâ- uydurma bir din olarak kabul ediyorlar.
Biz Müslümanlar Hazret’i İsa’ya iman ediyoruz, O’nu seviyoruz. Validesi Hazret-i Meryem’i de seviyoruz. Allah’ın Hazret-i İsa’ya İncil adında ilahî bir kitap verdiğine, bunun asıl metninin kaybolduğuna, eldeki İnciller’in gerçek İncil olmadığına inanıyoruz. Bizim bu inanç ve iddialarımızı ilim, tarih, mantık, uzmanların araştırmaları doğruluyor.
Vicdan sahiplerine soruyorum:
Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında esasa ait bunca anlaşmazlık varken onlarla nasıl diyalog yapılabilir?
Esasta İslâm ile Hıristiyanlık arasında büyük bir ayrılık ve farklılık olmadığı iddiaları büyük bir yalandan ibarettir.
Bu yalanı ortaya atanlar temel gerçekleri niçin örtüp gizlemek istiyorlar?
Ülkemizde İslâm’a ve Müslümanlara karşı yeni ve amansız bir Haçlı seferi başlatılmış olduğu halde milyonlarca Müslüman niçin tepkisiz, hissiz, gayretsiz duruyor?
Müslümanları kaz gibi yolan, inek gibi sağan birtakım din baronları bir araya gelip niçin her yıl on milyonlarca broşür yayınlayıp halka dağıtmıyor?
Haber veriyorum, uyarıyorum: Bu tepkisizliğin, bu gayretsizliğin, bu himmetsizliğin, bu duygusuzluğun sonu iyi olmaz. 31 Temmuz 2004