Hadiselerin İçyüzünü Anlamak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Perşembe
Son önemli ve vahim hadiselerin içyüzü ve yorumu konusunda medyada büyük bir çeşitlilik görülüyor. Aynı hadise çok ayrı şekillerde yorumlanıyor. Birinin ak dediğine ötekisi kara diyebiliyor. Olup bitenler hakkında toplumu aydınlatmak yerine, yönlendirmek isteyenler var. Bazı büyük medya organları halkı
– laiklik karşıtı diye iki kampa ayırıp ülkede kargaşa, anarşi, çatışma çıkartmaya çalışıyor. Böyle zamanlarda dikkat edilecek bazı hususlar bence şunlardır:
(1) Gerçekten olmuş bir vak’a, çeşitli manipülasyonlar, mıncıklamalar, evirip çevirmeler, gerçek dışı yorumlar ile birçok tarafa çekilebilir, değişik renklere sokulabilir.
(2) Gerçeği aksettiren fotoğraflar bile manipülasyona müsaittir. Aleyhte yayın yapmak isteyen gazete, adamın seksen pozu içinden, onu en çirkin, en yakışıksız gösterenini bulur ve onu basar. Aynı adamı aklamak, sempatik göstermek isteyen ise onun “düzgün” resmini basar.
(3) Gazeteler bazen çok önemli bir hadiseyi ve gerçeği görmezlikten gelir ve hiç dile getirmezler. Meselâ Cumhuriyet gazetesi, kapısının önünde patlatılan bombaların ordu malı olduğunu yazmamıştır.
(4) Bazen haberin en önemli tarafı çıkartılır. Mesela benim son mahkûmiyetimi, Hürriyet gazetesi,
kısmını çıkartarak vermiştir.
(5) Aynı haberi birinci sayfada manşetten veya sürmanşetten vermekle, ara sayfalarda alt köşeye sıkıştırmak arasında da büyük fark ve manipülasyon vardır.
(6) Haberlere atılan başlıklar ve alt-başlıklar da önemlidir. Mesela, fikir özgürlüğüne taraftar görünen bir Beyaz-Türk gazetesi, benim mahkûmiyetimle ilgili haberi “Kin ve nefrete teşvikten bir yıl hapis…” şeklinde vermiştir. Hapse mahkûm edilen bir Dönme olsaydı
başlığını atabilirdi.
(7) Medya etiği, sadece kanunlarla, tüzüklerle sağlanamaz. Medyacıların yüksek ahlâk ve karakter sahibi olmaları gerekir. Bu ülkede, çoğunluğu gerici, devlet için tehdit ve tehlike olarak gören azınlığa mensup bir gazeteci ne kadar okumuş ve kültürlü olsa da ahlâklı medyacılık yapamaz.
(8) Fransa’da, bundan birkaç yıl önce iktidar, liselerde başörtüsünü yasakladı. Bizdeki bir takım Dönme gazeteleri bunu, sanki yasak mutlakmış gibi,
şeklinde yayınladı. Yasağı mutlak ve genel göstermek ahlâka aykırıdır. Çünkü o ülkenin bütün üniversitelerinde, bütün yüksek okullarında başörtüsü serbesttir. Katolik okullarında, diğer özel okullarda da serbesttir. Yine orada Müslümanların özel “İslâm Lisesi” açmaya hakları vardır. Lakin bizdeki Dönme gazeteciler, milleti sersem yerine koyarak yasağı genel ve mutlakmış gibi gösteriyorlar.
(9) Tek taraflı yayın yapmak da ahlâka aykırıdır. Bundan on sene kadar önce Fransa’da, başörtüsü konusunda anlaşmazlık ve kriz çıktığında, ünlü Le Monde gazetesi bu konuya her gün tam sayfa ayırmıştı ve orada, biri başörtüsü lehinde, ötekisi aleyhinde iki imzalı yazı basıyordu. Bizde böyle bir şey yoktur ve bugünkü halimizle düşünülemez.
(10) Bizdeki büyük medya bir enformasyon medyası olmaktan çok, bir dezenformasyon medyasıdır. Bazı büyük gazetelerin gizli istihbarat teşkilatlarıyla yakın ilişkileri vardır.Birtakım özel, hazırlanmış, yönlendirici, provoke edici yayınlar yaparlar.
Yukarıda bir nebze anlattığım olumsuz durum karşısında vatandaş olup bitenleri, hadiseleri, dönen dolapları, çevrilen entrikaları nasıl anlayacak ve öğrenecektir? Bu, pek kolay değildir ama mümkündür. Dezenformasyon tuzağına düşmemek için, basındaki, aynı hadiseyi zıt şekilde, bambaşka açılardan inceleyen yazılar takip edilmelidir. Hiçbir fikir ve yorum, gözü kapalı olarak hemencecik kabul edilmemelidir. Tenkitlere, sorulara, püf noktalarına dikkat edilmelidir. Örnek olarakDanıştay’daki üzücü cinayeti ele alalım: İlk gün bazı Beyaz gazeteler, katilin Allahu Ekber diye bağırarak ateş ettiğini bilhassa yazdılar… Yine onun beş vakit namaz kılan bir dindar olduğunun altını çizdiler. Sonra gerçekler anlaşıldı. Katil öyle bağırmamıştı, namaz falan da kılmıyordu, tutuklandıktan sonra da kılmamıştı… Demek ki, bir kısım medya, bu cinayetin başörtüsü kararı yüzünden öfkeli ve agresif dindarlar tarafından yapıldığı intibaını (görünümünü) vermek istemişti.
Son vahim hadiseler, Danıştay cinayeti, Atabeyler suikast örgütü hakkında Cumhuriyet gazetesi ile Zaman gazetesinin yayınlarına bakalım. Birinci gazete son derece peşin fikirli. Zaman ise, nereden buluyorsa çok esaslı bilgiler veriyor. Birtakım gazeteler Zaman’ı, bu haberleri ve bilgileri sivil Emniyet’ten almakla suçluyor. Suçlamaya ne hakları var? Gazetecilik bir nevi istihbaratçılık değil midir?
Bilgilerin doğruluğunu tartışmıyorlar, Emniyet’ten bu bilgiler nasıl alınıyor, Zaman bunları niçin basıyor gibisinden itirazlarda bulunuyorlar.
Son hadiseler medyanın gücünü bir kez daha gösterdi. Müslümanlar henüz birinci ligte oynamıyorlar ama medya sahasında artık onların da güçleri, takımları vardır.
Türk medyası hacimli bir medyadır. Bizim günlük gazetelerimiz bazı günler, ekleriyle birlikte 100 sayfadan fazladır. Onbeş İstanbul gazetesinde 300’den fazla köşeyazarı bulunmaktadır. Bir vatandaş bütün bu gazeteleri, yazarları, yorumcuları okuyamaz. Onların yanında röportajlar, mülakatlar (söyleşiler) de vardır. Acaba binlerce haber, yorum, köşeyazısı, röportaj, mülakat içinde hangileri çok önemlidir, hangilerinin mutlaka okunması gereklidir?.. Bence bu mesele şöyle halledilebilir: Her gün bir basın özeti bülteni çıkartılmalı ve buna en değerli, en hayatî, en önemli, en doğru, en ilginç haberler, yorumlar, bilgiler konulmalıdır. Bunu okuyanlar, en doğru şekilde bilgilenmiş olurlar.
Yani bir nevi “Gazetelerin Gazetesi” çıkartılmalıdır.
Provokatör, dezenformasyon yapan, gizli istihbarat teşkilatlarının emrinde çalışan, Derin Devletçi, çoğunluğa ikinci sınıf vatandaş olarak bakan, kişisel çıkarını gerçeklerin ve vatan sevgisinin üzerinde gören, Türkiye halkına reşid olarak kabul etmeyip, güdülmesi gereken bir sürü olarak bakan, kendisinin ve mensubu bulunduğu azınlığın milletten DAHA EŞİT olduğunu sanan medyacılardan Türkiye’ye millet, vatan ve devlet olarak hayır gelmez.
Gazeteci savcı değildir. Savcılara yardım edebilir ama savcılık yapamaz.
Gazeteci hakim değildir. Cellat da değildir.Kendilerini savcı, hâkim ve cellât sananlar, gazeteci değildir, gazeteci müsveddesidir. 09 Haziran 2006