Salı

Bir milleti, bir toplumu, bir halkı mahvetmek, bitirmek mi istiyorsunuz?

Bunun en kolay yolu onun

hâfızasını yok etmektir.

Milletlerin hâfızası;

tarihleri, gelenekleri ve kültürleridir.

Türkiye’de, iç ve dış düşmanlarımız mâşerî

(toplumsal)

hâfızayı hemen hemen bitirmişlerdir. Bizde iki tarih vardır: Birincisi, unutturulmuş, hâfızalardan silinmiş olan

hakikî tarih

; ötekisi ise

düzmece, uyduruk, sun’î

(yapay)

tarih.

Bir kaza neticesinde hâfızasını yitirmiş olan bir insan ne olur? O canlı bir cenazeden, bir beşer enkazından başka bir şey değildir artık. Toplumlar, milletler, halklar da böyledir. Hâfızalarını yitirince hiçleşirler, biterler; enkaz, yığın, sürü haline gelirler.

İdeolojik neo-kolonyal sistemlerde

en fazla dil, tarih, kültür, sanat üzerinde manipülasyon yapılır.

Amaç yeni bir insan, bir homo ideolojikus yaratmaktır.

Sovyetler Birliği’nde ve ona tâbi peyk

(uydu)

ülkelerde böyle yapıldı.

Çin’de, Mao zamanındaki korkunç ve kanlı kültür ihtilâlinin gayesi de mâziyi silmek, yeni bir din ve ideoloji temelleri üzerine bir sistem kurmaktı.

Rusya’daki

Marksist sistem

bu işte başarılı oldu mu? Hem oldu, hem olmadı.

Yıkmak, tahrip etmek, bozmak hususunda elhak başarılı oldu ama sonunda kendisi de yıkıldığına göre başarılı olamadı.

Rusya’ya gidenler anlatıyor: Kokuşma, rüşvet, talan, işsizlik, uyuşturucu, fuhuş, içki, güvensizlik son haddine varmış. Zehir almaktan, iyi beslenmemekten dolayı genç nesiller fizikî bakımdan son derece bozukmuş. Akıl sağlığı ve kültür de kötü durumdaymış.

Çin, resmen Marksist

görünüyor ama çoktan kapitalist sisteme geçti. Marksizmi ve Maoizmi bıraktığı için nefes alabildi, kendine gelebildi.

Sovyet boyunduruğundan kurtulan Orta Avrupa devletleri kısa zamanında toparlandı. Üç küçük Baltık ülkesi;

Letonya , Litvanya, Estonya

kısa zamanda yaralarını sardı.

Macaristan, Polonya

düze çıktı.

Bulgaristan, Almanya’nın himayesinde

birkaç sene içinde Avrupa Birliği’ne girebilir. Romanya da kurtulacaktır. Çünkü bu ülkelerde, Sovyet sömürgeciliği bütün cebbarlığına, baskısına, beyin yıkamasına rağmen millî tarihleri, millî kültürleri, lisan ve edebiyatı yok edememiştir. Bir Macar, bir Bulgar, bir Romanyalı, bir Leh

(Polonyalı)

asırlarca önce basılmış ve yazılmış millî edebiyat ve kültür kitaplarını okuyabiliyor.

O ülkelerde hiçbir zaman tam bir kopukluk olmadı.

Bizde öyle mi?.. Bir kere millî şuurun, kültürün, kimliğin, medeniyetin, tarihin, insan ve millet oluşun temel vasıtası ve âleti olan yazılı-edebî Türkçe mahv ve berbat edilmiştir.

Lisan olmadan ne tarih olur, ne edebiyat, ne tefekkür, ne kültür, ne sanat.

Türkiyeliler, kendi öz mâzilerinden, öz kültürlerinden kopartılmıştır. Bugün şu yetmiş milyonluk ülkede 1928’den önce yazılmış ve basılmış kitapları okuyup anlayabilen kaç kişi çıkar? Okuyup ve anlayabilen dedim. Çünkü bizde hem okumanın, hem de anlamanın önüne büyük setler çekilmiştir.

Fransa’da lise tahsili yapmış, her genç, 19’uncu asır yazarlardan Balzac’ın veya Flaubert’in romanlarını asıl metinlerinden rahatlıkla okur, bu kıraattan zevk ve haz alır. Bizde böyle bir şey mümkün müdür? Lise mezunlarımız Halit Ziya Uşaklıgil’in romanlarını orijinal metinlerinden okuyup anlayabilirler mi? Heyhat ki, anlayamazlar.

Bizde

Halide Edip, Yakub Kadri, Hüseyin Rahmi

gibi yakın çağ ediblerinin romanları bile, her on senede bir lisanları sadeleştirilerek basılmaktadır. Çünkü Türkçe bitirilmiştir.

Türkçe bitince Türkler, Türkiyeliler, Türkiye bitmeye mahkûmdu.

Nitekim büyük çöküntü bütün dehşetiyle ortadadır.

Ortalıkta ucuz ve kolay hayaller dolaşıyor. İyi ve yeni bir anayasa yapılırsa, iktisadî ve malî kriz atlatılırsa, birtakım reformlar yapılırsa kurtulurmuşuz. Bu boş ümitlere bel bağlayanlara hem öfkeleniyor, hem de acıyorum.

Yazılı-edebî lisan meselesi halledilmeden hiçbir şey düzelmez.

Hem iş sadece

yazılı-edebî lisanla

bitmez.

Eğitimin, üniversitelerin düzelmesi gerekir.

Türkiye’nin bozuk bir ideolojinin baskısından ve boyunduruğundan kurtulması gerekir.

Türkiye’de topyekûn, total bir kokuşma, dejenerelik hüküm sürüyor. Balık baştan kokarmış. Bizde en kokuşmuş kesim aydınlar, seçkinler, idarecilerdir. Onlar dümende kaldığı müddetçe Türkiye selâmete çıkamaz.

Yakın tarihimizin ünlü ve büyük adamları

Sultan Abdülhamid

maarifinin tezgâhında yetişmişlerdi. Kendi anadillerinin edebiyatını, o devrin

«lingua franca»

sı olan Fransızca’yı iyi bilirlerdi. Hepsi de mantık okumuşlardı. Sultan Abdülhamid rejimi herkese eğitim imkânı temin etmiyordu ama okuttuklarını iyi okutuyordu.

Bizde şimdi eğitim tek boyutludur.

Herkes okur-yazar olsun, herkes diploma alsın.

Peki bu eğitimin kalitesi var mıdır?

Maalesef yoktur. Şu anda ülkemizde, dünyanın kaliteli lise ve kolejleri seviyesinde tek okul yoktur. Liselerden bitirme ve bakalorya

(olgunluk)

imtihanlarını kaldırdılar, bilgi seviyesini düşürdükçe düşürdüler

bir dershaneye elli çocuk doldurdular, öğretmenliği değersiz bir meslek haline getirdiler

ve sonunda

maarifi-millî eğitimi batırdılar, bitirdiler.

Yıkılan, çöken bir binanın enkazını kaldırıp yerine daha sağlamını, daha güzelini, daha iyisini dikmek o kadar zor değildir ama bir kültür, bir kimlik, bir medeniyet yıkılırsa onun tekrar bina edilmesi hiç de kolay değildir.

1928’de bin yıllık İslâm-Türk yazısı yasak edildi.

O zaman bütün okur yazarlar bu yazı ile yazıp okuyorlardı. Şimdi onlar öldü, yeni nesiller bu bin yıllık yazıyı okumayı, yazmayı bilmiyor. Bilse de eski metinleri, kitapları anlayamıyor. Çünkü lisan değiştirilmiş, sade suya tirit ucuz, zayıf, kültür ve medeniyet vasıtası olmaya yetersiz uydurukça bir Türkçe türetilmiştir. Bin yıllık yazımız konusunda yasak hâlâ yürürlüktedir.

Çin’deki, Japonya’daki yazı bizim yasaklanan

millî yazımızdan bin kere daha zordur.

Lakin onlar bu yazıları ile çağdaş medeniyet seviyesine çıkmışlardır.

Avrupa’da bir İnsan Hakları Mahkemesi var.

Türkiye’deki birçok tabu, yasak ve engel bu mahkemeye götürülebilse, hepsinin de insan haklarına aykırı olduğuna karar çıkartılabilir ve bunların kaldırılması için

ciddî bir adım

atılmış olur.

Bizdeki tarikat, tekke, zaviye ve dergahların kapatılması kanunu da insan haklarına aykırı yasaklar içindedir. 1935’te Atatürk’ün telkiniyle Mason locaları kapatılmıştı.

İsmet Paşa bu yasağı 1945’te kaldırdı

; Masonluk tekrar serbest oldu.

Demek ki, istenilirse bir Atatürk inkılabı kaldırılabiliyor.

Anayasımızda, diğer inkılaplar için, bunların kaldırılması için

kanun teklifi bile verilemez

denilmektedir.

Türkiye’yi içinde bulunduğu kaostan, feci durumdan hiçbir sihirbaz çıkartamaz.

Bize her şeyden önce akıl, fikir, mantık, eğitim, edebî-yazılı lisan, hakikî tarih, kültür, eğitim, üniversite, kaliteli beyin, kaliteli aydın ve idareci lazımdır.

Keşke, mümkün olsa da bunlar da ithal edilebilse. Batılılar bizi iflastan kurtarmak için

âcilen 25 milyar dolar borç

vereceklermiş. Biraz da akıl, hikmet, fikir, mantık, beyin verebilseler… 14 Mart 2001