Hafızlara Sanat da Öğretilmelidir
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Salı
Birtakım Müslümanlara bıraksanız, bütün Türkiye’yi hafız yapsalar yine de yeterli bulmazlar.
Doktor dostlarımdan birine, askerliğini bitirmiş, yirmi dört yaşında bir genci getirmişler. Delikanlının asabı çok bozukmuş, anne ve babasına sövüp sayıyor, verip veriştiriyormuş. Sebebi mi? Onu hafız olarak yetiştirmişler, başkaca bir ilim, marifet, hüner, uzmanlık, kültür kazandırmamışlar. Hafız olmuş, askerliğini yapmış, aradan aylar geçmiş, hiçbir iş bulamıyor. Bu yüzden dengesini kaybetmiş, “Ben ne olacağım, ne yapacağım, beni yaktılar?” diye söylenip duruyormuş.Zavallı ilaçla ancak sükûnet buluyormuş.
Hafızlığa kesinlikle karşı değilim, Kur’ân-ı Azimüşşan’ı ezberlemiş olmak ne büyük bir şereftir.
Lâkin hafızlık bir ilim değildir. Ne âlet ilimleri, ne de ‘âlî ilimler içinde hafızlık diye bir ilim vardır. Hafızlık bir şereftir, bir rütbedir, bir unvandır.
Hafız yetiştirilecek çocuklarımıza hıfzın yanında mutlaka ilim, kültür ve sanat öğretilmelidir. Sanat ne demektir? Müsaadenizle konuyu biraz açayım. Ülkemizde, Büyük Millet Meclisi’ndeki bir komisyonun yaptığı araştırmaya göre, iki yüz yetmiş çeşit geleneksel, millî sanat varmış. Bazılarını herkes biliyor:Hat, tezhip, ebru… Bilmediklerimiz veya az bildiklerimiz de var: Sedefçilik, nahhatlık (tahta oymacılığı), el tezgahlarında kumaş dokumak, cam sanatı, sırlı veya sırsız çömlekçilik, elle üretilen kâğıt, hattatlar için âherli kâğıt yapımı, yazmacılık ve daha neler neler…
Cami imamlığından emekli olmuş, muhterem bir dostum var. Bu zat, gençliğinde hat dersleri aldı, büyük üstadlara gidip geldi, sonunda icazetli (diplomalı) bir hattat oldu. Cami hizmetlerinin yanında hat eserleri verdi, bunlardan bir miktar para kazandı, kendine bahçeli bir ev yaptırdı, yabancı ülkelerde eserlerini sergiledi… Ne kadar güzel değil mi?
İmamlara, diğer din görevlilerine verilen maaşlar çok azdır, bunlarla geçinmek çok zordur. Her imamın, her müezzinin, ek olarak bir sanat veya zenaat dalında uzmanlığı olsa hem maddî, hem mânevî faydalar elde edilir.
Sanat insana mutluluk, sevinç, huzur kazandırır.
Yüce İslâm Şeriatı, Kur’ân-ı Kerîm’in para ile okunmasına izin ve cevaz vermiyor. Fazla bilgi edinmek isteyenler, muteber fıkıh kitaplarını okuyabilirler.
Hafız olarak yetiştirilen gence, hafızlığının yanında ilim, irfan, hüner, marifet, sanat, zenaat, bir konuda uzmanlık kazandırılmazsa, hayatını Kur’ân tilâveti ve kıraatiyle kazanmaya çalışacaktır ki, böyle bir şey Şeriat-i Garra-yı Ahmediyyeye uygun olmaz. Bu konu, tartışmaya ve tereddüde yer kalmayacak şekilde açıktır.
Ramazan yaklaşıyor… Bundan senelerce önce cereyan etmiş, hem acıklı, hem gülünç bir vak’ayı dikkatlerinize sunmak istiyorum:
Gözü yaşlı, ihtiyar bir kadıncağız, malûm hocalardan birine gitmiş,
demiş. Hocanın gözleri parlamış:
Pazarlık yapılmış, zavallı kadın dişinden tırnağından arttırdığı paraları vermiş ve hatim dualanıp yollanmış… Acaba böyle bir hatimin bir ölüye faydası olur mu? Bu sorunun cevabını vicdanlarımıza soralım.
Evet, hafız kurslarına mutlaka sanat ve zenaat bölümleri eklenmelidir. Hem Kur’ân-ı Kerîm’i hıfz etsin; hem de onun yanında sedefkârlık, ağaç oymacılığı, seramik, çömlek, tespihçilik-takıcılık, el yapımı kâğıt ve bunlara benzer yüzlerce sanat kolundan birinde uzman ve usta olsun. İleride hayatını bu sanat veya zenaatle kazansın ve Yüce Kur’ân’ı parasız pulsuz, rızaenlillah okusun.
Hafızlığın yanında mutlaka, ÖmerNasuhi Bilmen’in “Büyük İslâm İlmihali”, Hacı Mehmet Zihni Efendi’nin, “Nimet-i İslâm”ı derecesinde itikad, fıkıh, ahlâk bilgileri de öğretilmelidir.
Bazen bir yerde cemaatle namaz kılıyorum ve namazı iade etmek zorunda kalıyorum. Birkaç sene önce tam imamın arkasındaydım, secdede ayaklarını kıvırmamış, iki ayağının sadece üstünü yere yapıştırmıştı. Hanefî fıkhında ayaktan maksat, velev çok cüz’î bir parça da olsa, o uzvun tabanını yere değdirmektir.
Bu satırları çekinerek yazıyorum, bazıları yanlış anlıyorlar. Hafızlığa karşı değilim, ancak sadece hafız yetiştirilmesine karşıyım. Müslümanlar bir milyon, beş milyon, on milyon hafız yetiştirseler, sırf hafızlıkla hedeflerine ulaşamazlar. Bizim dinimizin temeli ilimdir, irfandır, marifettir.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruluyor.
Elli seneden beri
diye feryad u figan kopartıyoruz. Ayasofya sıradan bir mabed değildir. Allah, o binayı Bizanslıların-Hıristiyanların elinden aldı, 1453’te bize verdi. Ne olarak verdi? Emanet olarak verdi. Mülk Allah’ındır, dilediğine verir, dilediğinden alır. Biz Müslümanlar, Ayasofya emanetinin hakkını veremedik ve elimizden alındı.
Ayasofya tekrar cami olsun, diyoruz. Bu isteğimiz sadece sözde kalıyor. Gerekli şartlara ve sebeplere tevessül etmiyoruz.
Hatırıma gelen birkaç maddeyi sıralayayım:
1. Ayasofya’nın mihrabında namaz kıldıracak, minberinde hutbe okuyacak, kürsüsünde vaaz u nasihat edecek yüksek hocalar yetiştirmemiz gerekir. Bu hocalar şu lisanları bilecektir: Bu lisanla ilmî kitap yazacak kadar Arapça, yüksek derecede Grekçe; yüksek seviyede Osmanlıca, eser yazacak kadar güçlü İngilizce. Bunların yanında iki, üç lisan daha… Osmanlılar zamanında Ayasofya’da büyük hocalar, kâmil mürşidler vaaz eder, ders verirmiş. Meselâ, Manastırlı İsmail Hakkı Efendi… Şimdi böyle hocalar var mı?
2. Hıristiyanlık âlemi, Ayasofya konusunda ilim ve sanat araştırmaları için milyonlarca dolar harcıyor. Biz Müslümanlar ne yapıyoruz? Bugünkü kafayla sittîn (altmış) sene “Ayasofya açılsın!” diye bağırsak, ağlasak ne olacak?
3. Geçenlerde bir seramik-çini sergisini gezmek için Ayasofya’ya gitmiştim, kendi kendime düşündüm:
4. Ayasofya hakkında Profesör Doktor Ahmed Akgündüz, Doçent Doktor Said Öztürk, Yaşar Baş Beyler 894 sayfalık büyük boy nefis bir kitap çıkarttılar. İsmi:
Müellifleri ve
nı bu büyük hizmet dolayısıyla tebrik ediyorum. Bu anıt eserde bendenizi de taltif etmişler, 29 Mayıs 1970’de sahibi bulunduğum Bugün Gazetesinin ilave olarak verdiği
ekini de aynen faksimile olarak basmışlar. İleride Ayasofya hakkındaki bu önemli kitabı okuyucularıma tanıtacağım. Maddî imkânı olan her Müslüman, her vatansever Türkiyelinin bu kitaptan bir tane edinmesi gerekir. (İsteme adresi: Osmanlı Araştırmaları Vakfı, Zeynep Sultan Camii Sokağı, No: 29 Eminönü/İst.Tel: (0212) 513 40 33) Müslümanların Ayasofya hakkında, bunun gibi daha nice abide eserler yayınlaması gerekir.
Ayasofya emaneti elimizden alınmış, henüz Hıristiyanlara verilmemiş. Biz bu kafada gidersek, İstanbul da elimizden gider. Çelik Gülersoy, ölümünden birkaç yıl önce bir gazeteci hanımın
sorusuna şu cevabı vermiş:
demiş.
Emanetlere ne kadar hıyanet ettiğimizi anlamak mı istiyorsunuz? Gidin İstanbul’daki Zeyrek Camii’nde (eski Pantakrator kilisesi) bir vakit namaz kılınız. O güzelim mabed tam bir virane… Yürekler acısı… Yüz kızartıcı, utanç verici bir ihmal… Burnu büyük, beyinsiz birtakım İslâmcılar cart curt ediyorlar, deccalî lüks otomobillerle caka satıyorlar ama Allah’ın Bizans’tan alıp bize verdiği o mabedi perişan vaziyette bırakıyorlar. Diyanet niçin ilgilenmiyor? Vakıflar niçin ilgilenmiyor? Van Gölü’ndeki Akdamar kilisesini restore etmek için gece gündüz çalışan Kültür Bakanlığımız niçin ilgilenmiyor?.. 17 Ağustos 2005