Pazar

Birkaç hafta önce İsrail’de

103 yaşında çok meşhur ve halk tarafından saygı gören bir haham

vefat etti.

Le Monde

gazetesinde okudum: Öldüğü gün kaldırılan cenazesine

dört yüz bin kişi

iştirak etmiş. İ

srail’in nüfusu beş milyon civarında, biz ise altmış beşmilyonuz.

Bizde büyük bir din hocası, ulemadan veya meşayihten bir zat vefat etse milyonlarca Müslüman cenazesine iştirak ediyor mu?

12 Eylül 1980 askerî darbesinden kısa bir müddet sonra

Şeyh Muhammed Zahid Kotku hazretleri

âhirete yürümüştü. Sanırım cenazesine yüz bin kişi katıldı. Namazı Süleymaniye Camii’nde kılındı, oradaki hazireye

(camiin bahçesindeki tarihî mezarlığa)

defnedildi. Her taraf resmî ve sivil polis kaynıyordu. Süleymaniye medreselerinin kubbe kenarlarında ellerinde makinalı tabancalı polisler görülüyordu. Bir tasavvuf büyüğü için bu gibi tedbirlere ne lüzum vardı?

Ölüm Allah’ın emri. Din, Şeriat, tasavvuf büyüklerinin cenazelerinde Müslümanların

milyonlarca kişilik cemaatler

halinde hazır bulunmaları gerekir.

Şu husus da unutulmamalıdır: Cenazelerde ciddiyet, vakar, hüzün esastır. Cenaze merasimlerinde asla şov yapılamaz.

Bazen bir tanıdığın, ünlü kişinin, İslâmî kesime mensup tanınmış bir zatın cenazesine gittiğimde pek çirkin, pek laubali tutumlarla karşılaşıyorum.

Epey zamandan beri birbirini görmemiş kimseler gülerek tokalaşıyor, hal hatır soruyor.

Cenaze törenlerinde gülmek çok ayıptır. O topluluklar hüzün topluluklarıdır.

Tabut başında uzun konuşmalar yapıldığını

da görüyorum. Cenazelerin bu gibi konuşmalara da tahammülü yoktur. Zaruret varsa bir iki dakika bir şey söylenir ve sonra ölüyü anne toprağa verilmek üzere harekete geçilir.

Çeçenler

Resmî makamlar ülkemizde bulunan

Çeçen mülteciler

için yardım toplanmasını yasakladılar, daha önce toplanmış yardımlara el koydular. Kadim dostumuz, yâr canımız Rusya devleti böyle istiyormuş.

Şu anda Türkiye’de binlerce Çeçen mülteci zor şartlar içinde hayat savaşı veriyor.

İstanbul’un bir yerinde, delik deşik harap barakalarda barınan elli Çeçen ailesinden bahsettiler.

Bazı aileler on kişiymiş, hepsi birden her tarafından rüzgar ve soğuk giren tek odacıklarda yaşamaya çalışıyormuş.

Zaman zaman hayırseverlerin getirdiği kuru erzakı pişirecek tüp gaz alamadıklarından, genellikle makarna, patates gibi yemekler yiyebiliyorlarmış. Kuru fasulye ve nohut çok ateş istiyormuş.

İnşaat mühendisi bir Çeçen, yazın bir yapıda çalışmış, iş bitince parasını vermemişler.

Bu mülteciler bizim misafirlerimizdir, onlardan sorumluyuz, yarın İlahî Mahkeme huzurunda onlara bakıp bakmadığımızdan dolayı da sorguya çekilip hesap vereceğiz.

Çeçenistan’da durum fecaat.

Birtakım vahşi Rus askerleri yakaladıkları Çeçen erkeklerini ve gençlerini salıvermek için

beş on bin dolarlık fidyeler

(kurtuluş akçeleri)

istiyorlarmış.

Çeçenlere feci işkenceler yapılıyormuş.

Öldürülenin, sakat bırakılanın haddi hesabı yokmuş.

Kadınların ırzına geçiliyormuş.

Şehirler çökmüş, binalar yıkılmış, yollar delik deşik, ticaret ve ziraat can çekişiyor, güvenlik yok. Yüz binlerce Çeçen canını kurtarmak için vatanlarından kaçmış bulunuyor.

Oralarda kış çok soğuk olur. Aş yok, iş yok, barınak yok, para yok. Ya Rabbi bu ne korkunç felakettir.

Türkiye’nin tuzukuru Müslümanlarını kınıyorum.

Bilseniz nasıl lüks, israflı, tantanalı

iftar ziyafetleri

tertipliyorlar. Beride Müslümanlar açlık, sefalet, zulüm altında kıvranıyor, öbür tarafta vur patlasın çal oynasın israf, tantana, tüketim, gösteriş.

Afganistan’da da durum çok kötü.

Büyük çapta yardım yapılamazsa milyonlarca Müslüman açlıktan, soğuktan, hastalıktan telef olacakmış.

Amerika onların tepelerine hem öldürücü bombalar atıyor, hem de bisküvi ve şekerleme paketleri.

Batılılar Afgan Müslümanlarını ehlî olmadıkları için cezalandırıyor.

Ya bizim istediğimiz gibi olacaksınız, yahut öleceksiniz diyorlar. Afganistan’da sivil halkı öldüren, o İslâm ülkesini yıkan Amerika’nın Başkanı Beyaz Saray’ında Müslüman devletlerin elçilerine tantanalı bir iftar ziyafeti verdi.

Bazı İslâm ülkelerinin Amerika’da temsilcisi yok.

Türkiye’nin elçisinin o ziyafete gitmesi doğru muydu?

Laik bir rejimin mümessili nasıl olur da resmen iftara gider?

Sakın laiklik ilkesi ihlal edilmiş olmasın.

Yeni Kiliseler

İstanbul’daki, Bizans kilisesi iken fetihten sonra camiye çevrilmiş olan tarihî binalardan bazısının

sinsi bir planla müze yapılması

düşünülüyormuş. Ünlü Zeyrek Camii restore edilecek ve sonra küçük bir kısmı cami olarak bırakılacak, öteki tarafı müze yapılacakmış. Sahildeki

Küçükayasofya Camii

için de böyle tasavvurlar varmış. Adı hâlâ

Kariye Camii

ama, bu mekân namaza çoktan kapatıldı, müze edildi. Minaresinden ezan okunmuyor. Bu durumdan Müslümanların yüreği sızlamıyor mu?

Şu anda ülkemizin çeşitli yerlerinde

eski kilise harabelerine tamir konmuş bulunuyor.

Hıristiyan nüfus kalmamış, peki bu kiliseler ne işe yarayacak? Alanya ve civarında yaşayan beş bin Avrupalı için yeni bir kilise yaptırılması izni verildi.

Haçlılar Anadolu’yu tekrar feth etmek emel ve ümidini bir an bile terk etmemiştir.

Ülkemiz, vatanımız üzerinde Haçlıların, Yahudilerin birtakım planları var. Biz Müslüman Türkiyeliler bunlardan haberdar mıyız?

Yoksa uyuyor muyuz?

Bir veya birkaç araştırıcı çıksa da Türkiye toprakları üzerindeki yabancı emeller hakkında belgelere, sahih bilgilere dayanan güçlü kitaplar hazırlayıp yayınlatsalar. Ayaklarımızın altındaki toprak kayıyor, biz ise dünyadan bîhaber yuvarlanıp gidiyoruz.

Bazıları

“Müslümanlar Avrupa ve Amerika ülkelerinde camiler yapıyor da, Hıristiyanlar Türkiye’de niçin kiliseler yapamasın?”

şeklinde konuşuyor.

Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da geniş bir din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti vardır. Bizde bu hürriyet kısıtlıdır.

Müslümanların elleri kolları bağlı, sonra Hıristiyanlar kalkıp kilise inşa edecek. Elbette böyle bir şey adalete ve eşitliğe aykırı olur.

Önce bu memlekete Batıda oduğu gibi din hürriyeti gelsin,

Müslümanlar üzerindeki baskılar kalksın, ondan sonra kilise yapılsın mı yapılmasın mı, tartışılabilir.

Biz Müslümanlar Hazret-i İsa’ya iman ediyoruz.

Hazret-i Meryem Validemizi seviyoruz.

Hıristiyanlar ise bizim Peygamberimizi tanımıyor.

Müslümanlar, Hazret-i İsa’yı, Hazret-i Meryem’i büyük bildikleri, sevdikleri, kendilerine hürmet ettikleri için bazı konularda birtakım haklara sahiptir.

Hazret-i Muhammed’i tanımayanlar, O’nun risaletini yalanlayanların Hıristiyan nüfus bulunmayan yerlerde kilise yaptırmaya hakları olamaz.

26 Kasım 2001