Hâinler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Çarşamba
Öyle İslâmcılar var ki, onların Müslümanlığa ve Müslümanlara verdiği zararı dinsizler veremez. Sanki adamlar vazifelidir. Böyle giderse bunların yüzünden dinsizler camileri de kapatmaya kalkacaktır.
Yine öyle milliyetçiler ve Türkçüler görülüyor ki, sanki milliyetçiliği ve Türkçülüğü yıkmaya ahdetmişlerdir.
Birileri İslâm’ı, ötekiler Türklüğü içinden darbeler ve yıkarken şahsî kârları da artıp duruyor. İslâm ve Türklük bunlar için ticaret konusudur.
Ben İslâm’da din ve dünya, din ve siyaset ayırımı olmadığına inanan bir Müslümanım. Lakin din yücedir, siyaset süflidir ve din daima siyasetin üzerindedir. Siyaset dine âlet edilebilir ama din asla siyasete âlet edilemez. Dini kendi siyasî emelleri ve menfaatleri uğrunda âlet ve vasıta kılan birtakım adamlar kesinlikle iyi Müslüman değildir.
Sahte dindarların ve sahte milliyetçi ve Türkçülerin taptıkları paradır, menfaattir, kendi benlikleridir.
Ben islamî kesime mensup bir vatandaşım. İhlasla ve samimiyetle dine hizmet eden hakikî dindarlara hürmetim ve sevgim vardır. Büyük küçük hepsinin ellerinden öperim. Samimî dindar, görüş ve ictihadında hatâ da etse hürmete layıktır.
Samimî ve dürüst milliyetçi ve Türkçülere de hürmetim vardır. Onların hiçbiri bu milletin dini olan İslâm’a saldırmaz, saygısızlık etmez.
Hiçbir samimî İslâmcı ve milliyetçi gangsterlik yapmaz, eşkıya metodlarıyla çalışmaz. Rüşvet alan ve veren, halktan bağış perdesi altında haraç alan, emanetleri ehline değil de kendi yakınlarına ve yoldaşlarına dağıtan, devlet bütçesini ve mahallî idare bütçelerini hortumlayan adamlardan, dindar veya milliyetçi görünseler de, bu millete hiçbir hayır gelmez.
İnanan, bir dâvası olan, dinine, ülkesine, milletine hizmet etmek isteyen kimselerin direk gibi doğru olmaları gerekir.
Trilyonları zimmetlerine geçirecekler ve sonra da gözümüze baka baka “Biz hizmet ediyoruz” diyecekler. Belki bir müddet daha ahmakları kandırabilirler ama ferasetli mü’minleri kesinlikle aldatamazlar.
Dini, milliyetçiliği satarak dünyalık elde eden, makam ve mevki sahibi olan, zengin olan, alkış ve ün kazanan hâinlere lânet olsun!
Seyyid Hüseyin Nasr gibi bazı modern Müslüman düşünürler İslâm, Hıristiyanlık, Musevilik, Hinduizm, Budizm gibi büyük dinlerin hepsinin birden hak olduğunu iddia etmektedir. Böyle bir iddianın gerçek olması mümkün değildir. Çünkü:
(1) Mevcut doktrinleri ile bu dinler arasında uyuşmazlıklar, birbirine ters düşen taraflar vardır. Meselâ İslâm dini tevhid akidesi üzerine kuruludur. Hıristiyanlıkta ise Hazret-i İsa, Allah’ın oğlu olarak takdim edilmektedir, teslis inancı vardır. İslâm’daki Tevhid ile Hıristiyanlıktaki Teslis inançlarının ikisinin de hak olması mantığa aykırıdır.
(2) İslâm dini teslise inananların yanlış yolda olduğunu söylemekte, Hıristiyan dini ise teslise ve Hazret-i İsa’nın uluhiyetine (tanrılığına) inanmayanları sapıklıkta görmektedir. Bu iki inancın ve görüşün birbirleriyle bağdaşması mümkün değildir.
(3) Hindulukta büyük ve en yüce Tanrı ile insanlar arasında aracı olan ilahlara ibadet edilmektedir ki, İslâm ve Hıristiyanlık böyle bir şeyi kesinlikle reddetmektedir.
(4) Bugünkü şekliyle Budizm’de Allah inancı yoktur.
(5) Musevilikte ise âhiret, cennet, cehennem gibi inançlar zamanla kalkmıştır.
İslâm dini, daha önceki dinlerin bozulmamış şekilleriyle bir devamıdır. İnanç hükümleri ve usûl itibarıyla önceki hak dinlerle, İslâm arasında hiçbir farklı taraf yoktur. Değişiklik tatbikatta, Şeriat’ın uygulama ile ilgili hükümlerindedir.
İslâm, Hıristiyan, Musevî, Hinduizm, Budizm âlimleri kendi aralarında toplanır, ana konuları müzakere edebilir, tartışır, gerçeği bulmaya çalışır. Böyle bir uzlaşma gayreti, evrensel gerçekleri araştırma çabası memnuniyetle karşılanır. Lakin Seyyid Hüseyin Nasr ve benzeri modern Müslüman düşünürlerin iddia ettikleri gibi, bütün büyük dinlerin hak oldukları tezi sakıncalıdır. Yazık ki, ülkemizdeki bazı kitapçılar bu gibi eserleri bastırıp halka ve gençliğe hikmetmiş gibi sunmaktadır.
Bugün piyasada öyle sözde islâmî kitaplar vardır ki, bunlardan birinde Allah bir Roma putu olan Janus’a benzetilmekte; bir başkasında Müslümanların üçüncü hicrî asırdan sonra Kur’an’ın dört temel terimi olan Rab, İlah, din ve ibadet konusunda sapıtmış oldukları iddia edilmekte; diğer bir kitapta ise (önceki baskılarında) “Namazların ve duaların tembellik çağlarının ürünü”, (sonraki baskılarında) “Zikirlerin ve salavatın tembellik çağlarının ürünü” olduğu iddia edilmektedir.
Böyle fâhiş yanlışlarla, akıl almaz zındıklık ve hezeyanlarla dolu binlerce bozuk din kitabı kapış kapış satılmakta ve okunmaktadır. Netice mi? İşte Müslümanların bugünkü perişan, zelil, düşkün hali. Allahu Zülcelâl Hazretleri’ni bir Roma putuna teşbih eden (benzeten) sapıklıklarla selâmet bulunacak değil ya?
Bunca zındıklık, sapıklık, bozukluk karşısında sayın Diyanet hocaları ne yaparlar bilmem ki…
Haydi bazı cemaat başkanları bütün bu sapıklık ve zındıklıklara karşı tolerans gösteriyor; ilim sahipleri içinden birkaç kişi çıkıp da bunları tenkid etse, reddiyeler yayınlasa olmaz mı? 12 Ağustos 1999