HAK ARAMAK
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 22 Kasım 1991
Gülhâne Parkı’nın karşısındaki Zeyneb Sultan Camii’nin eski imamı İsmail Efendi anlatmıştı. O da mahallenin eskilerinden dinlemiş. İkinci Meşrutiyetten sonra, yolu genişletmek için caminin önündeki mezarlığın bir kısmı kaldırılmak istenir. Zamanın şehremini (belediye başkanı) Operatör Cemil (Topuzlu) Paşa’dır. Mezarlar kaldırılacak ama halkın infialinden (tepkisinden) korkulmaktadır. Nihayet bir gece, bu işi sessizce ve alelacele yaparlar.
Evet yakın zamana kadar, Türkiye’nin Müslüman halkı haksızlıklara, din ve mukaddesata yapılan saygısızlıklara karşı çok hassas (duyarlı) idi. Bu yüzden ilgililer, idare adamları adımlarını dikkatle atarlardı.
Atatürk zamanında Bursa’da bir Amerikan Kız Koleji vardı. Buradaki talebelerden ikisinin, misyonerlerin telkinatıyla Hıristiyan oldukları duyulunca bütün yurt sathında şiddetli bir kaynaşma başlamış ve devrin iktidarı koleji kapatmağa mecbur olmuştu.
Son 60-70 seneden beri Türkiye’nin başına gelen tarihî ârızalar yüzünden Müslümanlardaki bu hassasiyet gittikçe azalmış ve yerine bugünkü vurdumduymazlık ve nemelazımcılık hâkim olmuştur.
Rahmetli Necip Fazıl duygusuz, gayretsiz, hamiyetsiz tipleri şöyle tasvir ederdi: Kapısının önündeki paspasın üzerinde kızının ırzına geçiliyor. Kız feryad ediyor, herif ise içeride gazete okuyor.
Diyelim ki, eskiden zulüm ve baskı vardı. Bir kötülüğü protesto eden Müslümanı yakalıyorlar, işkence ediyorlar, hapishanelerde, mahkemelerde süründürüyorlardı. Ama bugün çok şükür hürriyet var. Artık bahanemiz yoktur. Kendi çıkarımız mevzuubahs oldu mu, dağları deviririz. Ama sıra emr-i mâruf, nehy-i münker yapmağa, haksızlıkları protesto etmeğe, mukaddesatı savunmağa geldi mi, isteksızleşir, sümsükleşiriz. Edebiyatta üzerimize yoktur. Hadîsler okuruz, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”, diye. Sadece lâfla cihad yaparız, mangallarda kül bırakmayız. Ama iş gayret kuşağını kuşanmağa gelince bin türlü mazeretimiz çıkar.
Bir Nurcu zulme uğrar, Nurcu olmayan öteki Müslümanlar tepki göstermez. Süleymancıların başı belâya girer, dertlerine kendileri ağlar. Küfrün hışmına uğrayan bizim tarikatten değilse ne beis var efendim. Sonra sıra bize gelir ve kimse imdadınıza koşmaz. Etme bulma dünyası. Men dakka, dukka!
Hazret-i Peygamber (s.a.) bizim yaptığımızın tam tersini söylüyor ve öğütlüyor. Doğuda bir Müslümanın ayağına diken batsa, batıdaki Müslüman acısını ta yüreğinde hissedecektir Allah için söyleyiniz, biz şimdi böyle miyiz?
Böyle değilsek yapılacak tek şey var: Halimizi İslah etmek.
Düzeltilecek çok taraflarımız var. İşte bunlardan biri de yukarıdan beri anlatmağa çalıştığımız husustur. Evet:
Bir Müslüman topluluk emr-i mâruf, nehy-i münker (iyiliği emretmek, kötülüğü engellemek) farzını terkederse haksızlıklar karşısında yan gelip yatarsa katiyyen iflah olmaz. Efendiler, namaz da kılsak, hergün bir ton altını sadaka olarak da dağıtsak, gündüzleri sâim, geceleri kaim olsak yine de paçamızı kurtaramayız. İlle d emr-i mâruf, nehy-i münker yapılacak.
Avrupa’da, Amerika’da başka uyanık halklı ülkelerde halkın tepkisi, protestosu gökgürültüsü gibidir. ABD Başkanı Bush cenapları hele yamuk bir iş yapsın, posta idaresi Beyaz Saray’a kamyonetle teessüf mektubu ve telgrafı taşımaya başlar. Bundan birkaç yıl önce, başkan adaylarından biri, evli olduğu halde bir kadınla kaçamak yaptı diye kamuoyu tarafından şiddetle kınanmış ve adam özür dileyip ağlayarak adaylıktan çekilmek zorunda bırakılmıştı. Bizde ise herif bin kere basılsa, aleyhinde bin kara dosya olsa, bin kere yamukluk yapsa yine karşımızda pişmiş kelle gibi sırıtarak arz-ı endam eder. Neden? Çünkü halkın üzerine sanki ölü toprağı serpilmiştir? Sanki afyonlanmışız da bir inilti veya sızıltı çıkaracak mecalimiz kalmamıştır.
Bu dünyada haklar, sahiplerine otomatik olarak verilmez. Hakları ve hürriyetleri talep etmek, almak gerekmektedir. İstenmeyen hak verilmez. Hak istemenin yolları vardır:
Bütün bunlar, uzmanlık, birikim, kültür seviyesi isteyen işlerdir. Müslüman cephenin başındaki kimseler bu işleri ele almağa ve başarıyla yürütmeğe mecburdurlar. İhmaller affedilemez.
Yakın tarihimizde çok gaddar idareciler, iktidar adamları, yüksek bürokratlar görmüşüzdür. Millî Mücadele’den sonra millî iradeyi boğmak, çoğulcu siyasî faaliyete son vermek, ülkeye dinsizliği hâkim kılmak için çok adam öldürülmüş, cehennemi bir sindirme hareketine girişilmiştir. Bu kara günler geride kalmıştır. Şimdi bir berraklaşma, yumuşama devri içindeyiz. Başımızdakilere yanlış icraatlarını söylemek hakkına sahibiz. Bu hakkımızı kullanalım.
Dinî inançları yüzünden bir kısım devlet memurlarının mahkemesiz olarak işlerine son verildiği fâciasını dış dünyaya duyurarak insanlık âleminden yardım istemeliyiz. Unutmayalım ki, çağımız insan hakları çağıdır. Hiçbir devlet kendi tebaasına zulmetmek hakkına sahip değildir. İnsan hakları ihlâlleri, bir devletin iç işi değildir. Namaz kılmak suçsa, altın yüzük takmamak suçsa, ayakta abdest bozmamak suçsa ve bu suçlara birer ceza verilecekse, bunun mutlaka âdil ve tarafsız mahkemeler önünde, milletin huzurunda kanunlarla halledilmesi gereklidir.
Haksızlıklar karşısında susmayınız. Cesaretle, fakat daima edep, terbiye, efendilik ve kanun hudutları dairesinde kağıda kaleme sarılınız, hak arayınız.
22.11.1991