Cumartesi

 

bu ülke ve devlet için en büyük nimettir…

Hakikî ve samimî dindar önce neler yapmaz, onların bazısını sayayım:

1. Ülkeyi, halkı, devleti, soymaz,

2. Saçı bitmedik yetimlerin, gözü yaşlı dulların, fakirlerin, ezilenlerin, işsizlerin, aşsızların haklarını yemez, zimmetine geçirmez,

3. Devlet ve belediye ihalelerinden peşinen yüzde on komisyon almaz,

4. Devletin, âmmenin, belediyenin bire yapılacak işini ikiye yaptırmaz,

5. Samimî ve gerçek dindar para ticareti yapmaz, böyle ticaretten, en düşük yüzdeli ribadan bile uzak durur,

6. Emanetleri ehil ve layık olanlara verir; hiçbir şekilde, dolaylı olarak bile emanete hıyanet etmez,

7. Samimî ve gerçek dindar din ticareti yapmaz, mukaddesat rantı yemez,

8. Rüşvet almaz, vermez,

9. Karı satmaz, uyuşturucu ticareti yapmaz, hayalî ihracat yapmaz, silâh kaçakçılığı yapmaz, tarihî eser kaçakçılığı yapmaz,

10. Hakikî ve samimî dindar ihlâslıdır, iffetlidir, dürüsttür; yamukluk ve namussuzluk yapmaz.

Böyle faziletlere sahip gerçek ve samimî dindar bu ülke, bu halk, bu devlet için nimettir, son derece lüzumludur.

Efendim bazı dindar geçinenler yamukluk yapıyormuş… Yapabilirler. O yamuklar hiçbir zaman gerçek ve samimî dindar değildir. Onlar İslâm’ı da temsil etmezler, Müslümanlığı da.

Gerçek ve samimî dindar ile yamuk ve sahte İslâmcıyı aynı kefeye koymak ve hepsine birden düşmanlık etmek büyük ve azîm bir hatâdır; bu ülkeye, bu halka, bu devlete düşmanlık ve hıyanet etmektir.

Tarih boyunca Türkiye; devlet, ülke ve halk olarak samimî ve gerçek dindarların himmet ve gayretiyle yücelmiş, ayakta durmuştur.

Samimî ve gerçek dindarlar baş tacı edilecek muhterem vatandaşlardır.

Dinsizler ile din sömürücüleri,Türkiye’ye zarar vermekte birbirleriyle yarış ediyor.

Emanetleri, işleri, hizmetleri, makam ve memuriyetleri, mevkileri benim yukarıda bazı özelliklerini anlattığım samimî ve gerçek dindarlara verirseniz bu memleket kısa zamanda düzelir ve yükselişe geçer.

Samimî ve gerçek dindar o kadar yüksek ahlâka ve fazilete sahiptir ki, o bırakınız haram ve şüpheli şeylerden, helâl ve mübahların gereksizinden bile kaçar, uzak durur.

Bu memleketi iki haşarat sürüsü mahv u perişan etmiştir. Birinci sürü militan, fanatik, saldırgan din düşmanlarıdır. İkinci sürü ise rantçı, yiyici, götürücü din sömürücüleridir.

Bediüzzaman, Süleyman Hilmi Tunahan, Abdülhakim Arvasî gibi din büyüklerinin hayatlarını ve siyretlerini incelersek, onların kirli para işlerinden uzak durmuş olduklarını, kanaat içinde yaşadıklarını, bu dünya hayatında zühd ve takvayı esas aldıklarını görürüz.

Sadece bu üç muhterem zat değil, yakın tarihimizde nice kâmil mürşid, hakikî şeyh, âmil âlim, hakikî mücahid hep böyle olmuşlar, temiz yaşamışlardır.

Dini imanı para olan, rant için her haltı yiyen, kısa zamanda büyük kara paralara ve servetlere sahip olan adamlar, öyle görünseler de, ne mücahiddir, ne şeyh, ne de din âlimi.

Hakikî ve samimî dindarlığı gericilik olarak görenler Türkiye’nin varlığına kasdediyor.

Yüce İslâm dini hırsızlığı haram kılmıştır, hırsıza en ağır cezayı vermiştir. Dinimiz yalanı, rüşveti, hak yemeyi, emanete hıyanet etmeyi, ribayı, bâtıl olan alış-verişi, fuhuş ticaretini, işreti, kumarı, asalaklığı, başkalarının sırtından kazanmayı, sömürünün her türlüsünü yasak kılmıştır. Hakikî ve samimî Müslüman İslâm’ın bu yasaklarını işlemez.

Rantçılık, repoculuk, avantacılık, alavere dalavere ile para kazanmak, spekülasyon, borsa hokkabazlıkları gerçek ve samimî Müslümanın yapacağı işler değildir.

Temiz, gerçek, samimî dindarlar bu memleketin, bu milletin en fazla muhtaç olduğu elemanlardır.

Namaz kılıyormuş, gericiymiş… Böyle düşünenlerin, böyle hüküm verenlerin akıllarından şüphe edilir. Bir Müslüman namaz kılmayıp da ne yapacak?

Rantçı, lüpçü, götürücü, emanete hıyanet edici sahte İslâmcılarla, yalancı Müslümanlarla hakikî ve samimî dindarların arasındaki birinci faktör, ikincilerin beş vakit namaz kılmaları, mümkün olduğu kadar cemaate devam etmeleridir.

Bugün nice ileri, medenî, demokrat, kalkınmış ülkede sakallı cumhurbaşkanları, sakallı başbakanlar, bakanlar, generaller, hattâ rütbesiz askerler vardır. Sakal bırakıyor diye bir Müslümanı gericilikle, çağdışı olmakla suçlamak akıl ve vicdan kârı değildir.

Başörtülü dindar Müslüman doktorlara, başörtülü dindar hanım avukatlara, başörtülü öğretmenlere güçlük çıkartmak millî menfaatlerimize, hukuka, demokrasiye, insan haklarına aykırı bir fanatizmdir. Kim vazifesini daha iyi yapıyorsa üstün olan odur. Başörtüsü evrensel bir örtünme şeklidir, bütün dinlerde ve medeniyetlerde vardır. Örtünme medeniyet demektir. Çıplaklık ise bedeviyet ve vahşettir.

Başıörtülü olmadığı için yetmiş bir yaşında zavallı bir kadıncağız hastahaneye alınmadı, tedavi edilmedi ve öldü. İnsanlık bu mudur? Medeniyet bu mudur?.. Atatürk’ün annesi Zübeyde hanım sağ olaydı, bu adamlar onu da hastahane kapısından içeri sokmazlardı. Çünkü onun da başı örtülüydü.

Samimî ve hakikî dindarlarla, sahte ve yamuk din sömürücülerini aynı kefeye koyup hepsini bu memleket, bu millet ve bu devlet için zararlı görmek ne büyük bir basiretsizliktir.

Bu memlekette din sömürüsü kadar Atatürk sömürüsü de yapılıyor. Atatürk sömürücüleriyle niçin savaşmıyorlar?

Hayır efendiler, hayır! İslâm öcü değildir, İslâm bu memleket, bu devlet, bu millet için tehlike ve tehdit değildir. İslâm en büyük nimettir.İslâm fazilet, hikmet kaynağıdır.

Hıristiyan bir ülke olan Amerika’da Müslümanlar bütün insan haklarından yararlanıyor, adalet ve güven içinde yaşıyorlar. Dindarlık bir suç değildir. Din hürriyetinin olmadığı bir yerde demokrasinin, çağdaşlığın, medeniyetin, insan haklarının bir mânâsı ve kıymeti kalmaz. Din hürriyetinin olmadığı yerde lâiklik de yok demektir.

Bu memlekette, iki kimlikli Sabataycılar din, inanç, inandığı gibi yaşamak konusunda ne kadar serbest, hür ve korkusuz ise, Müslümanlar da öyle olmalıdır. 14 Temmuz 2002