Bundan kısa bir müddet önce Cezayirli bir Şazelî şeyhinin sohbetiyle şereflenmiştim. Konuşma esnâsında efendi hazretleri, “Endülüs Müslümanlarının felâkete uğramaları ve silinmeleri Allah’ı unutmuş olmaları yüzündendir” buyurdular. Evet Allah’ın zikrinden, emir ve yasaklarına uymaktan, Resûlünün sünnetine ittiba etmekten uzaklaşan Müslüman topluluklar yıkılmışlardır.

Bugün Türkiye’de azınlıkta kalan Müslüman şahıslar ve gruplar dışında halk Allah’ı unutmuştur. Musalli Müslümanlar Allah’ı sık sık zikretmiyor mu? Evet dilleriyle Allah Allah diyorlar ama kalpleri acaba ne diyor? Musalla Müslümanları ise çağdaşlaşmışlar, din ile hayatı birbirinden ayırmışlardır.

İman eden kimse bütün varlığı ile Allah’a bağlı olacaktır. Dilinde ve kalbinde Allah zikri olacak; hayatını ilahî emir ve yasaklara uygun bir şekilde tanzim edecektir.

Müslümanlar elbette kaba saba putlara tapmaz. Lakin başka sinsi putlar da vardır. En korkunç put nefsaniyet, enaniyettir. Sonra para ve mal hırsı da putlaşabilir. Lüks, konfor, rahat bir hayat, aşırı ve israfa yönelik tüketim de gizli bir put haline gelebilir. Lüks meskenler, lüks eşya, lüks otomobiller, lüks giyim kuşam… bunlar da kişinin gönlünde put haline gelebilir.

Allah’a, Peygamber’e, Kur’ana, Şeriat’a, Sünnet’e, mukaddesata küfredilince; sokaklarda ve basında “Kahrolsun Şeriat!” diye ulumalar duyulunca bunlara tepki göstermeyen Müslüman, kendi şeyhine, hocasına, din baronuna saldırılınca dehşetli bir reaksiyon gösteriyor, küplere biniyor, havalara çıkıyor, ateş püskürüyorsa o da farkına varmadan bir kişiyi putlaştırmış demektir.

İnsan Allah’ın yaratması ile var olmuştur. Dönüşü de O’nadır. Aklı, fikri, gönlü O’nda olmalıdır. O’nu arada bir hatırlayıp, sadece diliyle O’nu anıp da bütün varlığı ve gönlü ile fanî dünya hayatına, mala ve caha, benliğe kapılmak; azgın ve dinsiz kişiler ve topluluklar gibi materyalist ve hedonist olmak Müslümana yakışır mı?

Müslümanlara nasihat edecek ulema ve meşâyih ne kadar azaldı. Allah’ı, Resûlünü, Kur’anı, Sünnet’i, Şeriat’ı, fıkhı unutup da kuduz bir iştiha ile helâl ve haram demeden madde peşinde koşan şaşırmışları kim uyaracak?

Bu ülkede bu kadar Müslüman var da, peki günde beş kez Ezan-ı Muhammedî okununca camiler niçin boş? Camilere gelmeyenler, cemaate katılmayanlar, kesada uğramasından korktukları bir ticaret için mi bu ihmal ve hıyaneti irtikâb ediyorlar?

“Onların dinleri paraları, kıbleleri karılarıdır” denilen uğursuz bir tâife mevcuttur. Bunları uyarmak gereklidir.

İslâmî hizmet ve vazifeler beton cami binaları yaptırmak, o camilere kalorifer tesisatı döşetmek, cami helaları, imam ve müezzin meşrutaları, müftülük siteleri, takunyalar, hoparlörler, şadırvanlar, bol şerefeli uzun minareler, flüoresan lambalar, yazın sıcak günlerinde yel makinaları çalıştırmalar, her caminin kapısına “Aziz Müslüman pabucunu öyle değil böyle tut” mealinde aptalca levhalar asmalar, cuma namazından sonra bir bacağı kırık masaların başında para toplamalar değildir. İslâm dininin esası ilim üzerinedir. Önce âlim, ârif, fâzıl, kültürlü Müslümanlar yetiştirilecektir. İslâm’ın ikinci temeli ahlâk ve fazilettir. İlim ve irfan sahiplerinin aynı zamanda yüksek ahlâka ve fazilete sahip olması gerekir. Dinimizin üçüncü temeli güzelliktir. İlim, irfan, ahlâk, fazilet sahibi Müslümanların güzel Müslümanlar olması icab eder.

Son kırk senede kırk bin cami yaptırıldı; onlar ve başka dinî hizmet binaları için katrilyonlarca lira, milyarlarca dolar harcandı. Lakin vasıflı, güçlü, üstün Müslüman kadrolar yetiştirilmedi. Sanıldı ki, beton binayla, uzun minareyle, makina halısıyla, hoparlörle, mermerle, yaldızla, cami helasıyla ilerleme ve kurtuluş olur. Olmaz, olmuyor…

Bazıları da hâfız yetiştirerek meseleyi halledeceklerini sandı. Onların nüshaları da maraza ilaç olmadı.

Bazı kişiler saray yavrusu evlerde, lüks eşyalar içinde, en pahalısından son moda elbiseler giyerek, göz kamaştırıcı limuzinlerde gezerek, altın ve gümüşe, dolar ve marka garkolmuş vaziyette; ehl-i dünya ile kolkola, Kitab’a ve Sünnet’e aykırı bir sürü söz sarfederek, kötü haller sergileyerek İslâm’a ve Müslümanlara hizmet edeceklerini sandılar. Peşlerinden bir sürü saf vatandaş gitti. Uzun zaman geçti, büyük paralar ve imkânlar israf edildi. Netice yok.

İnkârcılar, din düşmanları, ehl-i dünya Allah’ı unuttu; maalesef Müslümanların büyük bir kısmı da unuttu. Diliyle sadece Allah demekle iş bitmiyor ki. Allah Peygamber göndermiş, Kitab yollamış; Kitabullah’ın çizdiği sınırlar var. Peygamber’in sünneti var. Kur’an, “Peygamber size ne getirdiyse alın” diyor. Biz bu devir Müslümanları Peygamber’e uyabiliyor muyuz? Alafranga Müslümanlar olmuşuz. Sadece dışımız, şeklimiz değil, kafamız ve gönlümüz de alafrangalaşmış. Bu şekil ve muhteva ile bir de kurtuluş ümid ediyoruz.

Vaktiyle güzel sözler söyleyen, yazılar yazan bazılarının ayakları nasıl kaydı? Şimdi onlar dünyanın ve düzenin kendilerine temin ettiği haram kemikler ve haram rantlar peşinde koşuyorlar.

Müslümanlıkta yalan söylemek var mı? Emanete hıyanet etmek var mı? İşlere ehil kimseleri getirmeyip de kendi taraftarlarını, yağcılarını, robotlarını, zombilerini getirmek var mı? Bol bol vaad edip de o vaadleri çiğnemek var mı? Peki bunca yalancı, emanet hâini, vaadini çiğneyen uğursuz şarlatan nereden çıktı?

Allah’a gerçekten dönüş olmazsa kurtuluş da olmaz. 04 Aralık 1998 Cuma