PazarAnladığım kadarıyla IMF baskı yapmış, “Bu kadar fazla memur olmaz; bütçeniz bunların maaşlarını ödemeye yetmez, sonunda iflâs edersiniz; 40 bin kadarını tasfiye ediniz” demiş. Bizimkiler de, bir taşla iki kuş vurmak istemişler. Resmî ideolojiye karşı olan dindar memurları ve Kürtlerin bir kısmını tasfiye edecekler. Böyle bir tasfiyeyi hukuk içinde yapmak mümkün değil, hükümet kararnamesi ile yapmak istediler ama evdeki hesapları çarşıdakine uymadı. Çünkü Cumhurbaşkanı kararname metnini imzalamadı, geri gönderdi.

Peki, ülkemizde niçin ihtiyacın üç misli memur var? Namuslu, şerefli; milletin, ülkenin, devletin menfaatlerini ön planda tutan, faziletli, ahlâklı, vicdanlı politikacılara bir şey dediğim yoktur, hangi görüş ve kesime mensup olurlarsa olsunlar onlara saygı duyarım. Ancak bu memlekette birtakım politika ve parti canavarları vardır. Bunların irileri, “Önce ben, sonra ben, en sonra yine ben” diyen kişilerdir. Batı ülkelerinde kötü politikacılar “Önce ben, sonra partim, en sonra ülkem ve milletim” derlermiş. Bizdeki kötüler onlar kadar olamıyor. Bizimkilerin dini imanı kendileridir, menfaatleridir.

İşte bu kötü politikacılar bundan önceki devirlerde resmî memur ve işçi sayısını kabarttıkça kabartmışlar, popülist siyasetlerle, partizanca icraatla, ihtiyacın üç misli memur ve işçi tayin etmişlerdir. Çok kötü idare edilen Türkiye’nin bütçesi elbette ki, bunca fazla memur ve işçinin maaş yükünü kaldıramazdı. Öte taraftan Sosyal Sigortalar Kurumu ile Emekli Sandığı da çok kötü idare edilmiş ve onlar da iflas durumuna düşürülmüş ve bütçe yardımlarıyla ayakta durabilir hale gelmişti.

Vaktiyle bir parti lideri Zonguldak’ta seçimleri kazanmak için, bol keseden vaadlerde bulunmuş, “Kazanırsak kömür işletmesine on beş bin yeni işçi ve memur alacağız” demişti. Akla, vicdana, ülke menfaatlerine, Türkiye’nin yararına olmayan bu vaadlerle seçimi kazanmış ve kömür işletmesine on üç bin yeni işçi ve memur almıştı. Sonunda ne oldu? Kömür işletmesi iflas etti, trilyonlarca zararı devlet ödedi.

Böyle politikacılar, particiler, idareciler lânetlik kişilerdir. Bu devlete, bu millete, bu memlekete yaptıkları hıyanetlerin cezasını elbette hem bu dünyada, hem âhirette çekeceklerdir.

Gelelim son krize: Cumhurbaşkanı kırk bin memurun tasfiyesine yol açacak bir kararnameyi elbette imzalayıp tasdik edemezdi. Çünkü bu kararname bahane edilerek dindar, inançlı memurlar atılacaktı. Yine bu kararname ile ırkçılık yapılacak, bölücü damgası vurularak bu memleketin bir kısım vatandaşları ve çocuklarına gadr ve zulm edilecekti.

Böyle bir kararname hukuka, temel insan haklarına, adalete, insafa, aklıselime, vicdana uygun değildi. Büyük bir hukukçu olan devlet başkanı siyasî iktidara “Bu işi ancak kanun ile yapabilirsiniz” dedi.

Millet iradesini hiçe sayan; kendilerini ve ideolojilerini devletin, milletin, vatanın, hukukun, aklın, vicdanın üzerinde gören egemen azınlık Cumhurbaşkanının cesur hareketi karşısında çılgına döndü. Bir yaygara kampanyası açıldı, sindirme hareketi başladı. Bunlar boş gayretlerdir. Cesur bir hukukçu olan devlet başkanımız böyle yaygara ve tehditlere elbette kulak asmayacaktır. İstedikleri kadar bağırıp çağırsınlar.

Her kesime mensup vicdanlı ve mantıklı aydınlar, köşeyazarları, gazeteciler Cumhurbaşkanını tebrik ediyor ve destekliyor. Laik, ateist, dindar, sünnî, alevî, şu veya bu etnik kökenli, sağcı, solcu yüzbinlerce aydın Ahmet Necdet Sezer’e alkış tutuyor. Tenkit edenler, infial duyanlar, yaygara kopartanlar azınlıktadır.

Birkaç Sabataycı kalemşör pek üzgün. Cumhuriyet tehlikedeymiş, durum vahimmiş, kriz büyükmüş… Artık bu gibi dolmaları yutacak kimse yok bu millet içinde. Cumhuriyet fazilet rejimidir. Cumhuriyet için tehlike teşkil eden şeyler zorbalıktır, faziletsizliktir, hukuksuzluktur.

Hukukçular, iktisatçılar, maliyeciler toplanırlar ve gerekenden çok fazla olan memur sayısını indirmek için, hukuk içinde ne yapılabilir, ne gibi tedbirler alınabilir, müzakere ederler ve bir rapor hazırlarlar. Ona göre hareket edilir.

“Mürteci ve bölücü memurlar devlet için büyük bir tehlike teşkil ediyor…” gibi yalanlarla, palavralarla bu iş halledilmez.

Recep Yazıcıoğlu dindar bir valiydi. Son derece namuslu, başarılı, faziletli, yararlı bir bürokrattı. Böyle olduğu için de aktif hizmetten alındı, merkeze çekildi. Böyle politika olur mu, böyle memleket idaresi olur mu?

Önemli ve güçlü bir zatın, aslen Sabataycı olan karısı, memur kıyımı kararnamesinin mutlaka imzalanmasını istiyormuş… Pöh!.. İstesin dursun. Onun dediği ve istediği mi olacak, yoksa aklın, sağduyunun, hukukun, vicdanın, millî menfaatlerin, millet iradesinin dediği mi olacak?

Türkiye’de yeni bir çağ başlamıştır. İnşaallah ülkemiz gerçek demokrasiye, hukukun üstünlüğü sistemine geçecektir.

Bizdeki rejim-millî kimlik zıtlığı elbette bir gün son bulacaktır. Hiçbir devletin ve siyasî rejimin, resmî ideolojinin ülkenin ve milletin dini ve kimliği ile zıtlaşmaya hakkı yoktur.

Tarihî ârıza giderilecek ve tarihî devamlılığa geçilecektir.

Küçük bir azınlık ülkenin gelirinin büyük kısmını gasbediyor. Yiyiciler, hortumlayıcılar o kadar azıtmış ve kudurmuştur ki, bankaların dibini delerek trilyonları götürüyorlar. Kokuşma korkunç boyutlara ulaşmıştır. Dehşet verici bir dağılma, çözülme, çökme, yıkılma süreci içindeyiz. Çivisi çıkmamış müessese kalmamıştır. A’dan Z’ye kadar bütün işler bozulmuştur.

Kırk bin memur atmakla bu bozuk düzeni ayakta tutacaklarını mı sanıyorlar?

Cumhurbaşkanımız büyük cesaret göstererek bir çığır açtı. Onu destekleyelim. 21 Ağustos 2000