Hal-i Perişanımız
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cumartesi
Bazı İslâmcılar ne kadar ölçüsüz, hesapsız, kitapsız, mantıksız konuşuyor. Filan cumhurbaşkanı adayı masonmuş, ötekisi Sabataycı bir Yahudiymiş, bir üçüncüsü dinsizmiş, bir başkası başörtüsüne karşıymış… Böyle bir düzende bunlar normal değil midir? İslâmî ve şer’î bir devlete başkan seçilmiyor, laik ve çağdaş ideolojili bir sisteme başkan aranıyor.
O kötü, olamaz; bu kötü, olamaz. Feşmekânın şu kusuru var, olamaz. Peki adaylar olumsuz da biz Müslümanlar nasılız? Aynaya niçin bakmıyoruz? Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam Efendimiz “Siz ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz” buyurmamış mıdır?
Farz-ı muhal bu devirde Hazret-i Ömer gibi bir zat cumhurbaşkanı olsa, onu öncelikle Müslümanlar istemezler. Bu yazım yayınlandığında yeni cumhurbaşkanımız seçilmiş olacaktır. Cumhurbaşkanı demedim, “cumhurbaşkanımız” dedim. Benim de bir bildiğim var elbette. Ucuz ve kolay bir edebiyat yapmak istemem. Bu millet, bu toplum, bu Ümmet kendini islah etmedikçe, fesaddan salaha geçmek için kendi iradesini ortaya koymadıkça, bu konuda cehd sarfetmedikçe selamete çıkmayacaktır.
Masonlar, laikler, çağdaşlar, statükocular kötüymüş. Peki Müslümanlar çok mu iyiler? Biz nasıl Müslümanlarız? Kur’anî, nebevî, şer’î ölçülere ve endazeye vurulacak olursak on üzerinden kaç not alırız?
İmtihanı başarı ile verebilir miyiz?
Kitap, Sünnet, Şeriat “Birleşin, tek bir Ümmet olun, sakın ayrılıp parçalanmayın, birbirinizle çekişmeyin, aranızdaki vahdeti ve kardeşliği bozmayın. Parçalanıp birbirinizle çekişirseniz gücünüz elden gider” diye bizi uyarıp öğüt verdiği halde şu günkü paramparça halimize bakınız.
İslâm’ın en önemli eylemi–ameli beş vakit namaz kılmaktır. Biz bu konuda iyi Müslümanlar mıyız?
Kitabullah, Sünnet-i Resûlullah, ahkâm-ı şer’iye, bütün din uluları mukim ve hür Müslüman erkeklerin farz namazları cemaatle kılmalarını emr ediyor, cemaate gelip gelmemek Müslümanın keyfine kalmış bir şey değildir. Peki camilerde niçin zengin, ünlü, kodaman, nüfuzlu, ileri gelen, ağırlıklı, makam mevkili, limuzinli, lüks kostümlü seçkin Müslümanlar yok? Cemaat birkaç garibandan, fukaradan, marjinal kişiden ibaret.
Gıybet ne iğrenç bir günahtır. Bizim aramızda gıybet ne kadar yaygındır.
Para para para… Bazılarının dini imanı bu. Benlik benlik benlik… Bu da nicesinin putu olmuş. Ben ben ben… Yahu biraz da sen, biz desenize a musibetler!
Hazret-i Baron uçuyormuş… Kaz da uçuyor. Uçmak mârifet değil. Şeriat ahkamına, Sünnet-i nebeviyeye, İslâm hikmetine teslim olmak mârifet ve hünerdir.
“Bizim baronumuz en büyük… Bizim cemaatimiz ve fırkamız en hak… Ötekiler küçük ve berbat…” Böyle hezeyanlar sarfeden Müslümana olgun Müslüman denir mi? Hamın, pişmemişin, nâkısın tekidir o.
Peygamber, Ashab-ı güzin, selef-i sâlihîn, her asırda Ümmete yol göstermiş, ışık tutmuş büyükler ne kadar az yemişler, ne kadar mütevâzı ve kanaatkâr olmuşlardır. Hazret-i Mevlânâ (Allah yüce sırrını takdis etsin) en fazla on lokma yemek yer, sonra da fenalaşır, boncuk gibi ter taneleri dökerek bunları çıkartırmış. Bugünkü sözde sofular, samimiyetsiz İslâmcılar sığır gibi yemek yiyorlar. Sonra da kendilerini iyi Müslüman sanıyorlar.
İftitah tekbirini imamla almak şartıyla beş vakit namazı camide cemaatle kılanlara günde on milyon lira para dağıtacak bir teşkilat kurulsa, camiler adam almazdı…
Riya riya riya… Nifak alametleri… Nefs azgınlıkları… Dünya şehvetleri kuduzlukları… Paraya tapmak… Dünyayı delicesine sevmek… Şöhret ve riyaset için her haltı yemek… Meşreb ayrılıkları yüzünden iman kardeşlerine buğz etmek… Bunlar var mı, yok mu?
Meşreb ve tercih farkları yüzünden mü’min kardeşine can düşmanı kesilen şu kaltabanlar, nasıl oluyor da, militan ve harbî ateistlerle, İslâm düşmanlarıyla sıkı fıkı dostluklar kurabiliyorlar?
Bundan yirmi otuz sene önce pek tutucu, pek yanık, pek tâvizsiz dindar görünenlerin şimdi foyaları meydana çıkmıştır. Şu bazı gazetelere, televizyonlara bakınız. Fısk ve fücurda dinsizlerle yarış ediyorlar. Takıyye yapıyorlarmış. Yok canım! Din sana bu kadar takıyye yapmak iznini veriyor mu? Bunca kötülüğün fetvasını kimden aldın? Azazil’den mi?
Saray yavrusu konaklar ve yalılar. Elli milyarlık, yüz milyarlık kimisi zırhlı limuzinler. Beş yıldızlı lüks otellerde ziyafetler, iftarlar. İtalya’dan şuradan buradan satın alınmış lüks elbiseler, iskarpinler. Yakada yular gibi imzalı kravatlar. Matruş ve beşuş çehreler. Beyler İslâm’a hizmet ediyormuş. Yahu böyle hizmet olur mu? Bunlar hizmet değil, hezimettir. Siz kimi kandırdığınızı sanıyorsunuz?
Milyonlarca Müslüman baronların dümen suyunda nereye gidiyor? Bu gidişat Rahman’a mı götürür, Şeytan’a mı?
Allah’a, Peygamber’e, Kur’an’a, Şeriat’a saldırılıp küfredilince tıs yok; barona küfredilince korkunç bir reaksiyon. Bunlar ne biçim Müslümandır?
Tarih boyunca nice Müslüman toplum, kendi beyinsizlikleri ve yolsuzlukları yüzünden helâk olmuştur. Bu Ümmet’in hiçbir eksiği olmasa, sadece emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker farzını terketse bile belâ ve azap gelir. Kur’an ne diyor? “Öyle bir musibetten korkunuz ki, içinizden sadece kötü olanlara isabet etmez, umuma gelir” âyetinden haberiniz yok mu?
Yoğurtçu, yumurtacı, yorgancı, yufkacı… herkes din ve devlet idaresi hakkında işkembe-i kübradan atıp tutuyor. Yine, veteriner, tabib, inşaat mühendisi, fizik uzmanı… Onlar da bu iki konuda kendilerini uzman ve yetkili sanarak atıp tutuyorlar. Böyle Müslümanların üzerine kurtuluş güneşi doğar mı?
28 Şubat’tan bu yana üç yıldan fazla zaman geçti. Bunca belâ, felaket, hakaret, zillet bize ders oldu mu?
Demirel şöyleymiş, Çiler böyleymiş, Yılmaz şu durumdaymış, falan kötüymüş, filan berbatmış… Bu dedikodularla, bu mâlayâni gevezeliklerle kurtulacağımızı mı sanıyoruz?
17 Ağustos zelzelesi bizi gaflet uykusundan uyandırdı mı? Uyansaydık, vakit namazlarında camiler dolardı.
İslâm devletini kuracaklarmış, Asr-ı Saadet’i geri getireceklermiş, şimdi namazın ve cemaatin zamanı mıymış? Böyle diyenlere çok ağır hakaret etmek gerek ama terbiyem müsait değil.
Kur’an, Sünnet, din, Şeriat, ahlâk, tasavvuf ölçüleri ortadadır. Ya bunları hayatımıza uygularız, yahut da zillet, esaret, hakaret içinde yaşamaya devam ederiz. 07 Mayıs 2000