Cuma günlü yazı çıkmamıştır..

 

Eskiden Müslümanların parlak medeniyetleri, yüksek kültürleri, büyük devletleri, insanları güven ve adalet içinde yaşatan hukuk sistemleri, güçlü ordu ve donanmaları, üstün eğitim teşkilatları varmış. Sayıca kendilerinden fazla düşmanları yenerler, idare ettikleri topraklarda yaşayan halklara huzur ve saadet getiren düzenleri olurmuş. Endülüs, Abbasî hilâfeti, Selçuklu devleti, Osmanlı imparatorluğu, Hint-İslâm devleti, bir zamanlar böyleymiş.

Şimdi Müslümanların durumu tam tersinedir. Yüz elli milyon Arap, beş milyonluk İsrail ile başa çıkamıyor, yenilgi üzerine yenilgiye mâruz kalıyor. Bir buçuk milyarlık İslâm dünyası gerilik, nifak şikak, fitne fesat, esaret, zillet, zebunluk içindedir. Haçlı sömürgecilerin boyunduruğundan kurtulan İslâm ülkeleri, sahte ve iğreti bir bağımsızlık perdesi ardında birer iç-sömürge, kendinden sömürge haline dönüşmüşler, içlerinden çıkan zâlimlerin idaresine tâbi olmuşlardır.

Eğitimde, üniversitede, ilimde, irfanda, kültürde, medeniyette bugünkü Müslümanlar çağın gerisinde kalmışlardır.

Mazideki parlaklığa karşı bugünkü geriliğin sebebi nedir?

Şimdi bütün çalışan kafaların, parlak zekâların, titreyen vicdanların bu sorunun cevabını bulmak ve mevcut durumdan kurtulmak için çare ve çözümler aramak için gayret sarfetmesi gerekmektedir.

Düşmanlarımız bizim geriliğimizi İslâm’a bağlıyorlar. İslâm geriletseydi, tarihteki parlaklıklar, vasıflar, üstünlükler, yücelikler olabilir miydi?

Müslümanların gerilemelerinin sebebi İslâm’ın ruhundan uzaklaşmış; Kur’andan, Sünnet’ten, Şeriat’tan kopmuş; gerçek Müslüman olmak yerine karikatür Müslüman olmak yoluna sapmış bulunmalarındandır.

19’uncu asrın ikinci yarısında ve yirminci asırda kurtulmak, yücelmek, üstünleşmek için yapılan gayretler yeterli olmamıştır.

İslâm dünyasının köklü bir değişime, büyük bir yeniden yapılanmaya, kendini tepeden tırnağa islah etmeye ihtiyacı vardır. Eski hamam eski tas zihniyetiyle, bugünkü yetersizliklerle kurtulmanın, necat ve felah bulmanın imkânı yoktur.

İslâm dünyasının öncelikle büyük insanlara, büyük Müslümanlara, büyük önderlere, büyük rehberlere, büyük örneklere ihtiyacı vardır. Bugünkü bataklıktan küçük adamlarla, arivistlerle, demagoglarla, yetersizlerle; bilgi, aksiyon ve estetik boyutları kifâyetsiz aydınlarla çıkılamaz.

Globalleşen bir dünyada yaşıyoruz. Geriliklerimizi telâfi edebilmek için siyaset, medya, ilim, irfan, sanat, mimarlık, hukuk, iktisat, sanayi, ticaret ve daha birçok sahada insanlığın önünde koşmazsak, yarışı nasıl kazanacağız?

Müslümanların liselerinin ve diğer mekteplerinin dünyanın en başarılı, en müessir, en vasıflı, en güçlü, en üstün mektepleri olması gerekir. Üniversitelerimizin de böyle olması icap eder.

Müslümanların aydınları, seçkinleri, entelektüelleri insanlığa ışık tutan, yol gösteren, örnek teşkil eden çapta olmalıdır.

Her zaman yazıyorum: Müslümanlar iki ana konuda geri kalmışlardır. Birincisi: İslâm’ın gerisinde kalmışlardır. İkincisi: Çağın gerisinde kalmışlardır. Bu iki gerilik telâfi edilmeden hürriyet, haysiyet, güç, üstünlük olmaz.

Yetersiz kıpırdanmalar bizi hedefimize ulaştırmaz.

Bugün yapılan hizmet ve faaliyetler yetersizdir.

Mürüvvet

Selahaddin Eyyubî, Haçlı ordusunun başındaki Arslan Yürekli Rişar’ın hastalığını haber alınca, tedavisi için bir elçilik heyetiyle tabibler göndermiş. Kırk yıl kadar önce okumuş olduğum bu menkibe, mürüvvete güzel ve çarpıcı bir örnektir.

Mürüvvet… Bu kelimenin mânasını bilen kaç kişi kaldı?

Elektriğin, makinaların, fabrikaların, asfalt yolların, otomobillerin, uçak ve buzdolaplarının olmadığı eski çağlarda, bir İslâm şehrinde yaşayan bir zatın hanımı çiçek hastalığına yakalanmış. Karısının haline üzülmekten adamcağızın da gözleri kör olmuş. Kadın iyileşmiş, koca kör kalmış. Aradan on beş sene geçtikten sonra kadın vefat etmiş, o öldükten sonra adamın da gözleri açılmış. Bu duruma şaşanlara şu açıklamayı yapmış:

– Çiçek hastalığı merhum eşimin yüzünde derin izler bırakacak, kendisini çirkinleştirecekti. O, üzülmesin diye on beş yıl boyunca kör taklidi yaptım, demiş.

Mürüvvete ikinci bir misal de budur.

Herkes mürüvvetli olabilir mi? Olamaz. Mürüvvet kişiye iki yoldan gelir. Birincisi, ruh soyluluğuna sahip olmaktır. İkincisi, terbiye ve tâlim görerek yüksek ahlâkî faziletlere ve hasletlere sahip olmaktır.

Zamanımız mürüvvetsizlik çağı haline geldi. Necip Fazıl:

Gir de bir bak ülkeme

Başsız başsız adamlar

diyor. “Mürüvvetsiz adamlar” demek istiyor.

Bir Müslümanın, din kardeşine kin beslemesi, düşmanlık etmesi, onunla olan kardeşlik bağlarını kopartması ne kadar büyük bir mürüvvetsizliktir. Aralarında tarikat, meşreb, tercih, görüş, metod farkları varmış da onun için ona bu kadar kızıyormuş. Yahu dininiz ve imanınız bir değil mi? Siz meşrebinizi, görüşünüzü, tercihinizi dininizden üstün mü görüyorsunuz?

Şu mürüvvetsizlere bakınız. İslâm’a hizmet eder, dinî faaliyet yapar gibi görünerek nasıl götürüyorlar, hortumluyorlar, keyfe mâ yeşâ yaşıyorlar. Ne mürüvvetsiz adamlar bunlar.

Şu zibidilere bakınız. Bunların başındaki hazret çok büyükmüş. Bunların cemaati çok yüceymiş. Ötekilerin hazretleri çok kötü ve küçükmüş, cemaatleri çok fenaymış. Bunlara karşı gelenler kâfirmiş. Vay mürüvvetsizler vay!

Sözde ilerici, çağdaş, medenî geçinen şu din ve millet düşmanları kadar kim mürüvvetsiz olabilir. Bunların Müslüman halka yaptıkları zulüm ve hakareti İngiliz ve Fransız sömürgecileri yapmamıştır. Mütareke’de İstanbul’u işgal eden düşman kuvvetleri Müslüman kadınların örtülerine saldırmamışlardı.

Ben mürüvvetsiz dosttan ve taraftardan, azılı düşmandan korktuğumdan daha fazla korkarım. Allah şerlerinden ve tahribatından muhafaza buyursun.

Yeni yetişen gençliğe mürüvveti ve diğer ahlâkî faziletleri kim öğretecek? Okullar mı? Güldürmeyin beni. Medya mı? Olacak iş mi? Soruyorum, peki kim, hangi müessese öğretecektir?

Gazete köşelerindeki yazılarında bu milletin her gün dinine, inançlarına, mukaddesatına, kimliğine, tarihine, ecdadına küfr eden soysuzlara mürüvveti tâlim edecek bir kadro ve güç var mıdır?

Ülke, millet, devlet vahim bir buhran içindeyken hâlâ küçük ve hasis maddî ve şahsî menfaatler peşinde koşan politikacılara mürüvveti kim anlatacaktır?

Mürüvvetin pabucu dama atılmış, ben neler sayıklıyorum… 02 Ocak 1999