Halimize Ağlamak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Ocak 2019
Çarşamba
Dünyanın, insanlığın, Müslümanların, ülkenin, devletin, halkımızın bugünkü haline üzülmek vacib midir, sünnet midir, yoksa kişinin kendi iradesine, ihtiyarına (seçimine), vicdanına bırakılmış bir şey midir? Bence Müslümanın yukarıda saydığım konularda üzülmesi, kederlenmesi bir nevi dolaylı farzdır. Tarihin önceki çağlarında görülmemiş genel bir kötülük, kokuşma, kirlenme, günah, isyan, tuğyan, azgınlık devrinde yaşıyoruz.
Vaktiyle Çingiz istilası olmuş, İslâm dünyasının bir kısmı yanmış, yıkılmış, kan içinde kalmış; lakin öbür kısımlarında Müslümanlık devam etmişti. Biz şimdi topyekûn bir yangın içindeyiz de nicemizin bundan haberi yok.
Büyük İslâm alimi merhum
hazretlerinin küçük, fakat önemli ve uyarıcı bir broşürü vardır. İsmi “Öyle bir irtidat (dinden çıkış) ki onun önünde bir Ebubekir yoktur”. Vaktiyle Resûl-i Kibriya (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz vefat edince Arap kabilelerinin çoğu İslâm’dan çıkmaya yeltenmişler, karşılarında birinci Halife Hazret-i Ebubekir’i bulmuşlardı. Bugün Ebubekir yoktur. Üzülecek konuları özet halinde sıralamaya kalksam bir kitap olur. Yüzlerce büyük üzüntü maddesi vardır karşımızda.
Peki, biz üzülüyor muyuz? Zaman zaman ağlıyor muyuz?
Müslümanlarda, felaketlerin büyüklüğü nisbetinde bir üzüntü ve keder göremiyorum. Bazıları birazcık üzülüyor, yetmez… Büyük kitle ise hiç üzülmüyor, gününü gün etmeye bakıyor.
(1) İslâm ilim üzerine kuruludur. Bizde ilim elden gitmiştir. Geleneksel usulde âlet ilimlerini ve ‘âlî ilimleri okutan, öğreten nizamî mektepler kalmamıştır. Eski usûl icazetli gerçek din alimi ya hiç yetişmemektedir, yahut çok az yetişmektedir. İcazet ne demektir? Başlangıcı Resûllerin Seyyidine dayanan ilmî bir silsileye bağlı olmak demektir. Böyle bir icazet olmazsa ne olur? Bugün bazı ilahiyatçıların yaptığı gibi (hepsini suçlamıyorum) yanlış içtihadlar yapılır, yanlış fetvalar ve ruhsatlar verilir, oryantalistlere (müsteşrik) özenilir.
(2) Zahirî ilimlerden sonra, Müslüman toplumu ayakta tutan ikinci büyük direk veya boyut olan tasavvuf-tarikat elden gitmiştir. Tasavvuf ve tarikat ahlâk, fazilet, İslâm’ı hakkıyla yaşamak demektir. Tasavvuf, olgun ve vasıflı Müslüman yetiştirme mektebidir. Bu mektep kapanınca büyük bozukluklar ve azgınlıklar başlar, Ümmet içindeki melek sıfatlı Müslümanların sayısı azalır, ortalığı canavar kurtlar istilâ eder.
(3) İslâm medeniyeti, kültürü, sanatı, görgüsü çok zayıflamıştır. Müslüman yığınlar medenî ve vasıflı olmaktan çıkmış; bedevî Müslümanlar haline gelmiştir. İslâm, bilgi ve nazariyat olarak çok yüksektedir, onu yeryüzünde tatbik etmek (uygulamak) durumunda olan Müslümanlar çok aşağıda, çok gerilerde kalmıştır. Bu seviye farkı büyük bir felakettir.
(4) İmamet-i Kübra yahut Riyaset-i Kübra müessesesi yıkılmış, Müslümanlar, karanlık ve fırtınalı gecede, şiddetli bela yağmurları ve şimşekleri altında kurt sürülerinin hücumuna uğramış çobansız bir koyun sürüsü haline düşmüştür.
(5) Tağutî ve iblisî medeniyetin kötülükleri İslâm dünyasına yayılmış, yüz milyonlarca Müslüman, ne dünya için ne de ahiret için bir faydası olan çirkinlikler, fısklar, fücurlar, isyanlar, fuhşiyat selleri içinde kalmıştır.
(6) Böyle felaketli bir devirde birtakım din sömürücüsü alçaklar zuhur etmiş, harbî kâfirlerle ittifak yaparak Müslümanları aldatmaya, soyup soğana çevirmeye başlamıştır. Eskiden Ehl-i İslâm, harbî kâfirlerden ganimet alırmış, şimdiki katmerli münafıklar Müslümanlardan ganimet toplamaktadır.
(7) İtikadda büyük bozukluklar olmuş, Kitabullah’a ve Resûl’ün Sünnetine, eimme ve fukahanın görüşlerine aykırı bir sürü bozuk, bid’at, sapık inanç ortaya çıkmıştır ki bunların bir kısmı, bağlılarını küfre kadar götürür.
(8) Peygamber aleyhissalatü vesselamın “Dinin direği” (Dini ayakta tutan temel) olarak vasf ettiği beş vakit namaz büyük ölçüde terk edilmiş,
. Namazla birlikte cemaat de büyük ölçüde terk ve ihmal edilmiştir.
(9) İslâm’ın temel farzlarından olan
de terk edilmiş olup Müslüman toplum, frenleri patlamış bir vasıta gibi yokuştan aşağı hızla felaket deresine doğru yuvarlanmaktadır.
(10) Ümmet birliği ve şuuru zayıflamış; onun yerini cemaat, tarikat, hizip, fırka, zümre, klik asabiyeti ve fanatizmi almıştır.
(11) Afganistan ve Irak Haçlı güçler tarafından istila edilmiş olup uluslararası savaş hukuku ayaklar altına alınmıştır ve oluk oluk mâsum sivil Müslüman kanı akıtılmaktadır. Bu iki ülkenin dışında Çeçenistan’da, Keşmir’de, Filipinlerin Mindanao adasında, Birmanya’nın Arakan bölgesinde ve daha birçok yerde Müslümanlar tavuk gibi boğazlanmaktadır.
(12) Belki de en fazla üzülüp ağlanması gereken husus, bunca musibet, felaket, zulüm içinde birtakım sahte Müslümanların hiç üzülmemesi, kederlenmemesi, keyiflerine bakmasıdır. Onların dini imanı para, ikbal, benlik, lüks, keyifli bir hayat sürmek, gösteriş yapmak, Allah’ın kendilerine vermiş olduğu serveti haram şekilde saçıp savurmak gibi şeytan işleridir.
(13) Nice İslâm ülkesinde Ümmet-i Muhammed’in işleri, çoban postuna bürünmüş canavar kurtların eline geçmiştir.
(14) İslâm dünyasını, âhir zamana mahsus bir sarhoşluk sarmıştır. Dünya ve insanlık büyük bir felakete doğru ilerliyor; üçüncü dünya savaşının ayak sesleri duyuluyor ve yüz milyonlarca Müslüman gaflet içinde yaşıyor, tedbir almıyor, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmıyor.
Peygamberimiz (Salat ve selam olsun O’na) ashabına “Siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız” buyurmuşlardır.
İçinde yaşadığımız acı ve kara günler zevk ü sefa, keyif, eğlenme, azıp kudurma, çıldırıp dağıtma günleri değildir. Kendimize gelelim, bizi serseme çeviren afyonların ve zehirlerin tesirinden kurtulalım ve ağlayalım. Belki gözyaşları âyinemizdeki pasları ve kirleri temizler. 07 Ekim 2004