CumartesiİTALYA’nın Cenova şehrinde yapılan dünyanın sekiz güçlü devleti toplantısına karşı muazzam protesto hareketleri yapıldı, yüz binden fazla insan globalleşmeyi protesto etti, polisle ve ordu birlikleriyle çatışmalar oldu, bir sürü insan yaralandı, 23 yaşında bir İtalyan genci polis tarafından öldürüldü, velhasıl yer yerinden oynadı, hayli maddî hasar meydana geldi.

Batı dünyasının özelliklerinden biri, halk kitlelerinin, yahut bazı grupların protesto, tel’in konusunda çok hassas olmaları, gerektiğinde milyonlarca insanın sokaklara ve meydanlara dökülmesidir.

Birkaç yıl önce Washington’da Müslüman zenciler bir milyon kişilik bir yürüyüş yapmışlardı.

Yunan hükümeti hüviyet cüzdanlarından din hanesini kaldırmak isteyince, komşumuzda da bir milyon insan toplanmış, kararı protesto etmişti.

1968 ayaklanmasına karşı Paris’te bir milyon De Gaulle’cü yürüyüş yapmıştı.

Ben şahsen kırıcı dökücü, tahrip edici mitinglere, yürüyüşlere, protestolara karşıyım. Ancak, yasal sınırlar içinde yapılan yürüyüş ve mitinglere taraftarım.

30’lu yıllarda İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da Gandi’nin başlatmış olduğu adem-i şiddet (şiddetsizlik, non violence) hareketi de milyonlarca insanı bir araya getirmiş ve sömürge idaresini temellerine kadar sarsmıştır.

Yürüyüşler, mitingler (yasal hudutlar içinde) meşru ve tesirli bir güçtür. Bütün demokratik ülkelerde, medenî toplumlarda bunlara izin verilmekte, müsamaha gösterilmektedir.

Bizde maalesef böyle mitingler ve yürüyüşler olmuyor, yapılmıyor, tertiplenmiyor.

1950 baharında Mareşal Fevzi Çakmak Paşa vefat ettiği zaman hiçbir organizasyon ve tahrik olmaksızın İstanbul halkı şahlanmış, o zaman şehrin nüfusu bir milyon kişi civarında iken yüzbinlerce kişilik mahşeri bir kalabalık ülkedeki kötü idareyi dolaylı şekilde protesto etmişti.

Henüz 14 Mayıs seçimleri yapılmamıştı ve iktidarda CHP vardı, Çankaya’da da İsmet Paşa oturuyordu. Ezan-ı Muhammedî okumak yasaktı. Allahu Ekber diyenleri polis yakalıyor, mahkemelere sevkediyor, oralardan da zindanlara atıyorlardı.

İşte ilk defa, Mareşal Fevzi Çakmak’ın mahşerî cenaze alayında minarelerden “Allahu Ekber” sadaları semaya yükselmeye başlamıştı.

Birkaç yüz kişilik bir genç grubu, Mareşal’in vefatına rağmen müzik yayını yapmaya devam eden İstanbul radyosu önünde toplanmış ve protesto etmişti. Kalabalıklar çekilip, nümayişler bitince CHP iktidarı birtakım gençleri ve vatandaşları yakalatmıştı ama millî iradeyi ve millî infiali bastırmak ve sindirmek için artık çok geç kalmışlardı. Nitekim 14 Mayıs seçimlerinde ağır bir hezimete uğradılar ve yıkıldılar.

Memleketimiz çok ağır bir buhran geçirmektedir. Kötü ve alçak politikacılardan, kötü büyük bürokratlardan kötü medyacılardan, kötü işadamlarından müteşekkil çeteler ülkeyi ve halkı bitirmişler, batırmışlardır. Kokuşma ve yolsuzluk tarihte örneği görülmeyecek bir raddeye varmıştır. Kötü idare yüzünden ülkemiz IMF’nin kontrolü altına girmiştir. Maalesef bunca kötülüğe ve hiyanete karşı halk kütlelerinin tepkisi, protestosu, infiali son derece zayıf, cılız ve güdüktür.

Gönül arzu eder ki, İstanbul’da en az bir milyon kişilik bir kalabalık toplansın ve yasal sınırlar içinde, memleketin gidişatını protesto etsin. Lakin bizde bu olmuyor. Niçin?

Bazı çokbilmişler, “Osmanlı halkı sindirmişti de ondan…” diyeceklerdir. Tarih bu iddiayı çürütüyor. Çünkü Osmanlı zamanında nice halk hareketleri olmuştur.

60’lı yılların sonuna doğru, sahibi bulunduğum BUGÜN gazetesi vasıtasıyla bir “Toplu Namazlar Hareketi” başlatmıştım. Herhangi bir pazar günü yirmi, otuz, bazen kırk bin kişilik bir kalabalık gayet sessizce; hiçbir patırtı, gürültü ve şamataya sebebiyet vermeden büyük camilerden birinde toplanıyor, namaz kılıp dua ediyor ve sonra sessizce dağılıyordu. Namazın, tesbihatın, duanın dışında hiçbir dünyevî, siyasî eylem yapılmıyordu. Birtakım güçler o zaman bu hareketten son derece tedirgin olmuşlar; aleyhte hayli yayın yapılmış, beyanat verilmişti. 1968’in 30 Ağustosunda önemli bir şahsiyet “Bu namazlar siyasî mahiyettedir, hükümet bunlara mâni olmalıdır” şeklinde bir konuşma yapmıştı. Lakin namazlar kesinlikle siyasî değildi. İbadetle siyaseti birbirine karıştırmak Müslümanlara yakışmazdı.

28 Şubat 1997’den sonra İstanbul’da Eyüp cami-i şerifinde her pazar toplu sabah namazları kılınmaya başlandı. Bir pazar ben de gittim. Polis camiin etrafında sıkı emniyet tedbirleri almıştı. İçeriye giren cemaatin üzeri aranıyordu. O sabah caminin içi doldu, iç avlu doldu, dış avlu doldu, cemaat meydana taştı. Namaz huşu içinde kılındı, ardından tesbihat, bir miktar Kur’an tilaveti. En sonunda imam efendi güzel bir dua okudu ve cemaat dağılmaya başladı. Lakin… evet lakin… Birtakım asık suratlı, çatık kaşlı kimseler hançerelerinin bütün gücüyle bağırmaya, haykırmaya başladılar. “İmam Hatipler kapatılamaz!.. İmam Hatipler kapatılamaz!..” diyorlardı.

Haftalarca, aylarca devam ettikten sonra bu hareket bir balon gibi söndü. Namaz kılındıktan sonra dünya nümayişi yapılmaması, sessizce dağılınması gerekirdi. İbadetin, caminin, namazın, tesbihatın, duanın dünya tantanalarına, nümayişlerine, protestolarına karıştırılmaması gerekirdi. Nitekim, iştirak ettiğim namazdan sonra bu sütunlarda bir yazı kaleme alarak durumu tenkit etmiştim.

Zaman zaman büyük camilerde çok büyük cemaatlerle kılınacak namazlar çok büyük bir güç olacaktır. Descartes mantığı ile düşünen pozitif kafalı kimseler bunu anlayamazlar.

Namaz Allah için yapılan bir ibadettir. İhlas ile olmazsa feyzi, bereketi, tesiri olmaz. Siyaset ve dünyevî bir protesto ihlası kaldırır. Cemaat de Resûl-i Kibriya efendimizin (Salat ve selam olsun ona) mübarek bir sünnetidir. Namaz ve cemaat, bu ikisi yeter. Namazdan sonra bağırmak, feryat etmek, nümayiş yapmak çok yanlıştır.

1968’den bu yana köprünün altından çok sular aktı. İslâmî hareket yozlaştırıldı, dejenere edildi. İslâmî kesimin içine de rant mikrobu girdi. Dini imanı para olan, nefs-i emmârelerine put gibi tapan bazı adamlar ve zümreler dine hizmet perdesi altında din sömürücülüğü, mukaddesat bezirganlığı yapmaya başladılar. Birtakım kimseler doların milyarı ile zengin oldu.

Şair ne demiş? “Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan…” 29 Temmuz 2001