Halk ve Devlet
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 28 Ocak 2019
Salı
Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir edebiyatı yapılıp duruyor. Türkiye’de her şey halk iradesiyle olur deniliyor. Türkiye halkının hür olduğu söyleniyor. Gerçekte böyle midir?
Bir yandan böyle söylenip, halk edebiyatı yapılırken öbür yandan Halkın devleti ele geçirmemesi için sıkı tedbirler alınıyor. Halkın bir kısmının devlet için tehdit ve tehlike oluşturduğu iddia ediliyor.
Devletin temel müesseselerinin halkın hizmetinde olması gerekmez mi? Gerekir ama bizde böyle midir? Ünlü bir hukukçumuz feryat ediyor; “Yargı devleti koruyor, halbuki onun asıl vazifesi halkı korumaktır..” diyor. Bence, onun bu cümlesindeki devlet kelimesini “sistem” yahut “rejim” ile değiştirmek icab eder.
Türkiye’nin temel müesseselerinden olan millî eğitim neye hizmet etmektedir? Her şeyden önce resmî ideolojiye değil mi? Resmî ideolojiye hizmet edeceğim derken, asıl vazifesini yapamamıştır ve şu anda iflâs etmiştir. Mezunlarına yazılı-edebî-zengin Türkçe’yi öğretemeyen bir eğitime “millî” demek mümkün müdür?
Üniversitelerimiz halk için mi çalışıyor, yoksa devletin resmî ideolojisi için mi? Hattâ devlet bile kendisine empoze edilen ideolojiye mahkûm ve mecbur değil midir?
Önce çocukları ve genç nesilleri iyi ve vasıflı Türkiyeliler olarak yetiştirmek. Bunun için de eğitimin çok kaliteli, çok başarılı olması gerekir. Bizim okullarımız Japonya, Güney Kore, Singapur, Tayvan, İsviçre, Finlandiya, Avusturya, Fransa, Almanya ve öteki medenî ve ileri ülkelerin okulları gibi bilgi ve kültür verebiliyor mu? Ahlâk ve karakter terbiyesi verebiliyor mu? Estetik ve güzellik kültürü verebiliyor mu? “Veriyor tabiî!..” diyen çıkarsa, ona “Türkiye’nin şu haline bak…” cevabını veririz.
Bizim üniversitelerimiz seksen yıldan beri Türkiye’ye ne fen sahasında, ne de edebiyat ve düşünce alanında bir tek Nobel veya ayarı uluslararası ödül kazandıramamıştır. Niçin? Çünkü üniversitelerimiz Türkiye’ye ve halkına hizmet etmek yerine resmî ideolojiyi ayakta tutmak için çalışmaktadır.
Medenî ülkelerde, demokrasi ile idare edilen yerlerde halk yığınları olup bitenlerin içyüzünü, gerçekleri öğrenirler, bilirler. Vaktiyle ABD’de Başkan Nixon muhalif partinin telefonlarını dinletmişti ve sonunda öğrenildi ve başkan istifa etmek zorunda kaldı.
Türkiye halkı kendi ülkesinde dönen dolapları iyice biliyor mu? Mesela banka hortumlamaları hakkında biraz bilgiye sahibiz ama genel ve topyekûn hortumlama hakkında fikrimiz var mı? Banka hortumlamak suç da, devleti ve belediyeleri hortumlamak değil mi? Bizde hortumlama o kadar genelleşmiştir ki, bazı büyük hayır kurumlarına kadar bulaşmıştır.
Başta İstanbul olmak üzere, zelzele bölgelerinde yaşayan halkın devlet ve belediyeler tarafından çok kesin, çok açık şekilde uyarılması gerekmez miydi? Yıkılması kuvvetle muhtemel olan evlerin ve binaların tesbit edilmesi ve oturanlara yazılı ihtarnameler ve uyarılar imzalatılması gerekmez miydi? Bu iş niçin yapılmamıştır?
Halkın yediği gıda maddelerine bin çeşit kimyevî aromalar, boyalar, koruyucu maddeler, tatlandırıcılar konuluyor. Meyve ve sebzelerin hormonlu olduğuna dair yoğun söylentiler var. Televizyonlar gösterdi, bir kısım zeytinleri siyahlatmak için kanser yapıcı boyalar kullanılıyormuş. Bir kısım ekmeklere birkaç çeşit kimyevî madde katılıyormuş. Halka hizmet eden bir devletin bunları önlemek için çalışması, ayrıca halkı uyarması gerekmez mi?
Fransa gibi laik bir ülkenin bütün üniversitelerinde başörtüsü serbesttir. Yine o ülkede Katolik liselerinde başörtüsü serbesttir. Diğer özel liselerde serbesttir. Orada Müslümanların özel “İslâm lisesi” veya koleji açmaları serbesttir. Fransa’da, dindar bir Müslüman kız başörtülü olarak artık devlet okullarında okuyamaz ama özel liselerde okuyabilir. Bizde halkın hizmetinde olması gereken devlet, Fransa’daki toleransı göstermiyor, imkanı sağlamıyor. Halkın hizmetinde olmak bu mudur?
Bütün medenî ülkelerde geniş bir din, vicdan, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti vardır. Bu hürriyet, temel insan haklarının birinci maddesidir. Bizde ise, çoğunluğu teşkil eden Müslümanların dinî dernek kurma hakları bile yoktur. Agresif misyonerler ülkemize geliyor, Türkiye’yi Hıristiyanlaştırmak için ahlâk ve hukuk dışı yoğun faaliyete girişiyor. Onların dernekleri ve teşkilatı var. Biz Müslümanlar ise kendimizi ve kimliğimizi koruyabilmek için aynı imkanlara sahip değiliz. Millete hizmet böyle mi olur?
Ülkemiz şehirleşme, yapılaşma, mimarlık, peyzaj mimarlığı ve çevre bakımından her geçen gün biraz daha kirlenmekte, çirkinleşmektedir. Çünkü millî eğitim, üniversiteler, diğer devlet kurumları; halk kütlelerine millî sanat, estetik, güzellik, koruma kültürü verememektedir. Medenî ve ileri ülkelerde böyle midir? Oralarda insan elinin değdiği, insan ayağının bastığı her yer ve her şey güzelleşir, bakanlara zevk ve haz veren bir hale sokulur. Bizde ise tam tersine…
Medenî, demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesini kabul etmiş, temel insan haklarına bağlı ve saygılı, tarihî devamlılık mecrasında yürüyen bir ülkede din ile devlet barışıktır, rejim laik bile olsa iki güç işbirliği yaparlar. Bizde ise bitmez tükenmez bir din-devlet kavgası hüküm sürmektedir. Devlet halka hizmet etmeyi ana madde olarak kabul etmiş olsaydı böyle mi olurdu? Düzelteyim: Dilimiz alışmış devlet deyip duruyoruz. Aslında rejim, sistem, düzen demek daha doğru olur.
Devlet halka hizmet için vardır. Herhangi bir ideolojiye hizmet için değil. 15 Eylül 2004