Pazartesi

Sebzeler, meyveler hormonlu. Bu hormonlu gıda maddeleri insan sağlığı için çok zararlı. Kansere ve daha bir yığın hastalığa yol açıyormuş. Hastahaneler dolu. On milyonlarca vatandaşın sağlık problemleri var. Millet çürütülüyor. Sinsi ve sessiz, fakat çok korkunç bir soykırımla karşı karşıyayız.

Hormon kağıt üzerinde yasaklanmış. Bu yasağa aldıran yok. Devlet ve belediyeler bu hususta tedbir almıyor, kanunları, talimatları işletmiyor.

Yıllarca önce bir gazetede, bostanında hormon kullanan bir üreticiyle yapılan röportajda şöyle bir kısım vardı: “Gazeteci: Üretip sattığınız bu hormonlu sebzeler, müşterileriniz kadar onları tüketen kendi aileniz için de öldürücü bir zehir değil mi?

Üretici: Onun tedbirini aldım. Ailem için, bahçenin bir kenarında hormonsuz sebze yetiştiriyorum…”

Hormonlu meyve ve sebzeler; ilaçlı, kimyalı, koruyucu maddeli, aromalı, boyalı gıda maddeleri üreterek halkı hasta edenler, öldürenler, süründürenler birer katildir. Devlet ve belediyeler bu soykırımına karşı niçin gerekeni yapmıyor? Tabanca veya bıçakla bir vatandaşın hayatına kasdedeni polis yakalıyor, mahkeme cezalandırıyor, suçlu hapse atılıyor da, hormonla vatandaşı öldürmek isteyene niçin bir şey yapılmıyor?

Hangi pazarda, markette, manavda hormon muayenesi yapılıyor? Bazı tuzu kuru, zengin, varlıklı kişiler, çok pahalıya satılan hormonsuz sebze ve meyve alıyor. Peki fakir fukara ne yapıyor? Çarşılarda, pazarlarda, marketlerde hormonlu, zehirli, hemen değil de yıllarca süründüre süründüre öldüren gıda maddelerini satın alıyor. İçinde hiç kepek bulunmayan, ithal malı en kalitesiz unlardan yapılan ilaçlı, kimyalı, bembeyaz, tazeyken biraz lezzetli, bayatlayınca tadı madı kalmayan ekmekler de sinsi bir soykırıma yol açmıyor mu?

Türkiye’deki birtakım gazozlara ve colalara, başka ülkelerdekinden daha fazla koruyucu madde konulmasına niçin izin veriliyor? Birkaç dev firma, birkaç aile trilyonlarına trilyon katacak diye halkı çürütmek insanlığa sığar mı?

İlaç tüketiminde de korkunç çarpıklıklar, hıyanetler yok mudur? Geçenlerde bir ilaç fabrikası, 200 doktoru İtalya’ya seyahate göndermiş. Niçin? Çünkü bu doktorlar reçetelerine o firmanın ilaçlarından bol bol yazarak trilyonlar kazandırmışlar. Böyle doktorluk olur mu?

Bizdeki ilaç sanayiinde neler oluyor? Hangi firmalar, tüketimi artırmak, kârlarını katlamak için gayr-i ahlâki, hukuk dışı, vicdan dışı teşvikler yapıyor, primler dağıtıyor? Basın bunların üzerine niçin gitmiyor?

Birkaç milletvekili çıkıp da hormonlu, boyalı, aromalı, kimyalı, koruyucu maddeli, nitratlı, benzoatlı sebzeler, meyveler, gıda maddeleri, gazozlar ve saire hakkında niçin araştırma yapmıyorlar?

Bu millete yapılan bunca hıyanet elbette cezasız kalmayacaktır. Beşerî irade gereğini yapmazsa ilahî sille vuracak, cezalandıracaktır. Hiçbir ah yerde kalmaz.

Alisiz Alevilik Olmaz

Sistemi, düzeni, resmî ideolojiyi, oligarşiyi, statükoyu, derin devleti ayakta tutabilmek, saltanatlarını devam ettirebilmek için Sünnî kesim ile Alevî kesim arasında gerginlik, zıtlaşma meydana getirmek için çalışıp duruyorlar. Hattâ bazı kimseler o kadar ileri gittiler ki, Alevileri İslâm dairesinden uzaklaştırmak için “Ali’siz Alevilik” diye kocaman bir kitap yazdırdılar. Hem Alevî olacak, hem de Hazret-i Ali’yi inkâr edecek, ondan kopacak! Şu Türkiye kocaman bir tımarhaneye döndü.

Hazret-i Ali gericiymiş, namaz kılar oruç tutarmış; Kur’ân’a, Sünnet’e, Şeriat’a bağlıymış. Bu kişinin peşinden gidilmezmiş.

Bir yandan Ali’siz bir Alevilik çıkartmak için çalışırken, öbür yandan da Sünnî kesimde Hazret-i Muhammed’siz bir İslâm oluşturmak için faaliyet gösteriyorlar. Peygamber bir postacı imiş, vahyi tebliğ etmiş ve işi bitmiş. İslâm’ın tek kaynağı Kur’ânmış, Sünnet kaynak değilmiş. Zaten hadîslerin çoğu düzmece ve uydurukmuş. Bugünkü geleneksel ilmihal Müslümanlığı bozukmuş…

Sünnet’i ve hadîsleri inkâr etmek, Peygamber’i dolaylı şekilde inkâr demek değil midir? Müslümanlar Peygamberi, Sünnet’i, hadîsleri bırakıp da kimin peşinden gidecekler?

Marksistlere, “Marx’sız bir Marksizm olsun” desek bize gülmezler mi? Atatürksüz Atatürkçülük olur mu?

Müslümanlar elbette Hazret-i Peygamber’in peşinden ve izinden gidecekler, onun sünnetini ve hadîslerini din ve dünya işlerinde kaynak olarak kabul edeceklerdir. Hem din, hem de dünya işlerinde…

Alevilerle Sünniler arasında ihtilaflı konular vardır. Lâkin Aleviler de Müslümandır. Her iki kesim de hem Hazret-i Muhammed’i, hem de Hazret-i Ali’yi önder ve rehber kabul eder.

Vahiy olmazsa insan aklı şaşar, yanlış yollara sapar. Nice çok zeki insan, sadece akılla düşünmüş, hareket etmiş ve sapıtmıştır. Hazret-i Muhammed’in getirdiği vahiy aklın önünü aydınlatmakta, insanlığa huzur, selâmet ve ebedî saadet temin etmektedir.

Peygamberimiz sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık için bir rehber, müjdeleyici, uyarıcı, önder, örnek ve modeldir. Ona iman edenlere “Ümmet-i icâbet”, henüz etmemiş olanlara “Ümmet-i dâvet” denir. Beşeriyetin tamamı onun ümmetidir. Müslümanların tebliğ, dâvet, irşat faaliyetleriyle henüz imana gelmiş olanlara da Muhammedî hakikatı tebliğ etmeleri, ulaştırmaları gerekir.

Peygamberimiz Hazret-i Ali için, “Ben ilim şehriyim, Ali bu şehrin kapısıdır” buyurmuştur. Hazret-i Ali’nin inancına, dinine bağlı olan; onun gibi ibadet eden, onun ahlâkını kendisine örnek olarak alan bir Müslüman doğru yolu bulmuş, kurtulmuş olur.

Ateistler, dinsizler, zındıklar, reformcular, münafıklar hem Sünnî Müslümanları, hem Alevî Müslümanları şaşırtmak, saptırmak için faaliyet gösteriyor. Her iki kesimin akıllı, hikmetli, vicdanlı temsilcilerinin bir araya gelerek müşterek bir müdafaa stratejisi tesbit etmelerini temenni ederiz. 13 Haziran 2000