Halka Mektup
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Şubat 2019
Salı
Yaldızlı sözlere, parlak vaadlere kanmayınız; zehri teneke kupa içinde sunmazlar. Hakikî ile sahte arasını ayırt edecek uzmanlığınız, birikiminiz, firasetiniz yoksa bilenlere sorunuz. Danışmadan, istişare etmeden bir iş yaparsanız sonra pişman olursunuz.
Onüç yaşında bir çocuktum, 1946 seçimlerini gördüm. Köy meydanında sandığın yanında seçim heyeti vardı. Köylü kadınlar yüzlerini, bir gözleri görünecek şekilde örtmüşler, oy vermek için sıraya girmişlerdi. Oyların zarflara gizlice konulması için hücre falan yoktu. Zaten bizim köyde o seçimde muhalif partilerin aday listeleri mevcut değildi. Birinin üzerinde Demokrat Parti’nin listesi bulunmuş, döve döve az daha canını çıkartıyorlarmış. Toplumumuzun hafızası nisyan illetiyle (unutma hastalığıyla) malüldür. 1946 seçimlerindeki Arslanköy, Senirkent facialarını bilen kaç kişi çıkar milyonlarca vatandaş içinden? O iki belde halkı muhalif partiye oy vermişler, sandıklar kaçırılmış, halk itiraz edip hakkını aramak istemiş; zavallıları ellerine ayaklarına zincirler vurarak mahkemeye sevk etmişlerdi. Böylece CHP oligarşik iktidarı dört sene daha iktidarda kalmıştı.
Seçimlere az kaldı. Sahte demokratlara oy vermeyiniz. Onlar laf ile demokrasi edebiyatı yaparlar ama iliklerine kadar despotturlar. Bu millet Amerika’daki, Avrupa’daki gibi geniş bir hürriyete layık değildir, daha uzun seneler bizim vesayetimiz altında yetişmeye muhtaçtır derler.
Sahte İslâmcılara, münafıklara da sakın oy vermeyin. Onların dini imanı paradır. Onlar nefs-i emmârelerine taparlar. Onlar yüz milyonlarca dolar kara, haram, necis, kirli paraya sahip olmuşlardır.
Sahte Türkçülere ve milliyetçilere de oy vermeyiniz. Gerçek Türkçü, gerçek milliyetçi dosdoğrudur; haram yemez, milletinin ve ülkesinin imkanlarını talan etmez, saçı bitmedik yetimlerin haklarına el uzatmaz.
Büyük medya on yıllardan beri halk kitlelerinin beyinlerini yıkıyor, onları şartlandırılmış robotlar haline getirmiş bulunuyor. Medyanın haberlerine, anketlerine, öğüp yermesine bakıp da oy vereceklere çok acıyorum. Kılavuzu karga olanın burnu necasetten kurtulmazmış.
Reformcu kılığıyla sahneye çıkan sahte dincilere, zındıklara oy veren bir Müslüman yarın Rûz-i Ceza’da, Mahkeme-i Kübra’da nasıl hesap vereceğini düşünsün. O adamlardan biri sadece bir reformcu değil, peygamberlik taslayan bir kezzabtır, zamanımızın Müseylimetü’l-Kezzab’ıdır.
Bütün mâzisi pisliklerle, yüz kızartıcı dosyalarla dolu şu adamlara oy verebilmek için insanda hiçbir akıl ve iz’an kalmamış olması gerekir.
Birtakım herifler seçilebilmek için trilyonlar harcıyor. Niçin bu kadar yatırım yapıyorlar? Milletvekili maaşlarıyla bu para kazanılmaz. Demek ki, başka kazançları olacaktır.
Vatandaş! Seçimden sonra saçını başını yolmamak, dizini dövmemek, zari zari ağlamamak istiyorsan istişare ve istihare yaptıktan sonra oy kullan. Öyle herkesle istişare olmaz. Ehline, emniyetli ve mu’temen kişiye soracaksın. Böyle beş kişiye sorsan yeter. İstihareye gelince o zor iştir, herkes usûlünü kuralını bilmez. İstihare Allah’a sormak demektir. Nübüvvet kırkaltı şube imiş, Resûl-i Kibriya sallallahu aleyhi ve sellem efendimizden sonra kırkbeşi kapanmış, sadece sâdık rüyalar kapısı açık kalmış. Herkesin âyinesi, sâdık rüya görmeye yetecek derecede saf ve cilalı değildir. Nereden bulacaksın böyle bir zatı?
Vatandaş! Yalan söylemeyenlere, vaadlerini yerine getirenlere, emanet haini olmayanlara oy ver.
Her hâl ü kârda dinini, mukaddesatını çekişmelerin, tepişmelerin, günlük dedikoduların, şahsî hırsların üzerinde tut.
Şu hikmetli prensibi de asla unutma: “Bir topluluk, lâyık olduğu şekilde idare edilir.” Resûlullah Efendimizin (Salat ve selâm olsun O’na) bu hadîs-i şerifi üzerine kocaman bir şerh yazılabilir. Müslüman bir toplum, kendini islah etmeden iyi bir idare beklemesin.
Müslümanlar genellikle başkalarını tenkit edip dururlar, kendi hallerine pek bakmazlar. Bütün kabahat dinsizlerde, Masonlarda, Siyonistlerde, Dönmelerde, münafıklardadır. Müslüman geçinenlerin, İslâmcıların hiç kabahati, kusuru, noksanı, günahı, ayıbı yoktur. Bu kafayı bırakmalıyız artık. Peygamberimiz “Hesaba çekilmezden önce siz kendi muhasebenizi yapınız” buyurmuştur. Müsbet, faydalı, uyandırıcı, islah edici öz eleştiriler son derece zarurî, lüzumlu ve faydalıdır.
Bugün ülkemizin en büyük derdi korkunç boyutlara varmış olan kokuşma, talan, soygundur. Maalesef kokuşma işine sahte İslâmcılar, sahte Türkçüler, sahte Atatürkçüler, sahte lâikler, sahte demokratlar bulaşmışlardır. Onları tanımak gerek.
Onların meşru olmayan büyük mal varlıkları, muazzam servetleri vardır. Kimisi devlet ve belediye bütçelerini yağmalamış; kimisi banka soymuş; kimisi uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapmış; kimisi Müslümanları kaz gibi yolmuş, inek gibi sağmıştır. Alışmış kudurmuştan beterdir. Bu adamlar bir milyar dolar vursalar yine durmazlar, bu kadarı yeter artık demezler. Geberinceye kadar, kabri boylayıncaya kadar toplamaya devam edeceklerdir. Bunlara oy veren kendi ülkesinin temellerini dinamitlemiş olur.
Politika vasıf isteyen bir hizmettir. Sadece iyi niyetle, edebiyatla yürümez. Türkiye’nin politikası feci şekilde kirlenmiş, pislenmiştir. Kirli, sabıkalı, kara para sahibi, yalancı, demagog adaylara oy verirsen, ileride çok ağlayacaksın. Şimdiden haber veriyorum.
Halk sözüdür, “Köy kızını kendi haline brakırsan ya davulcuya, ya zurnacıya varır.” Seçimlerde köy kızı gibi oy kullanma. Düşün taşın, danış, istişare ve istihare yap, firasetli kimselere sor.
Bir de şu hususu beyan etmek isterim. Memlekette sahtekârlık, hilekârlık çok artmıştır. Birtakım üçkağıtçılar seçimlerde çeşitli hileler, sahtekârlıklar yapmak isteyebilirler. Bunlara karşı çok uyanık olmak gerekir.
Boş ümitlere bel bağlamayalım. Seçimler yapılacak, her şey düzelecek… Bu kadar ucuz, bedava kurtuluş olmaz. Bu ülke üzerinde çok ahlar ve vahlar vardır. Papa bile, Hıristiyanlık âlemi adına Haçlı seferleri dolayısıyla Müslümanlardan özür diledi. Biz de tarihimizdeki ahların pişmanlığı içinde olmalı, onları telâfiye çalışmalı, Allah’tan afv ve mağfiret dilemeli, hak sahiplerinden (ölmüş olsalar bile) helâllik almaya çalışmalıyız. 30 Ekim 2002