Cuma

Bu anlatacağım hadise son beş-altı gün içinde oldu. Yanımda iki ağır paket olduğu halde taksiyle evime geliyorum. Sultanahmet Camii’nin altındaki Arasta Çarşısı’na paralel yolun başına geldik ki, polisler yolu kapatmışlar. Eyvah acaba bir kaza mı oldu? Bakındık, kaza maza yok. Küçükayasofya caddesi otomobil dolu. Herkes “Trafik niye durdu, ne oldu?” diye soruyor. Millet işine, evine gidecek, sabırsızlanıyor. Zaten birkaç haftadan beri halkı çıldırtan, bîzar eden bir trafik keşmekeşi içindeyiz.

Polisler, bekleyen otomobilleri Ticaret Lisesi’nin bulunduğu dar sokağa çevirdiler. Bin zahmetle oradan geçtik ve baktık ki, yol yine kapalı, geri dönmekten başka çare yok.

Mecburen, söylene söylene taksiden indim, ağır paketleri bin zahmetle taşıyarak evime geldim.

Yollar niçin kesilmiş biliyor musunuz? Meğerse orada bir yere “Halka yüksekten

bakan

bir zat gelecekmiş… Bu halka yüksekten bakan kişiler kendilerini Hint mihracesi, kral, kont, düka, derebeyi mi zannediyorlar? İstanbul’da zaman zaman yollar kesilir, polisler telâş içinde koşuşarak “Buradan geçilmez, yol kapalıdır” diye seslenir. Neymiş efendim, “Halka yüksekten bakan” biri oradan geçecekmiş. Bakmaz olasıca:

O gün orada bulunan ve halka yüksekten bakan kişi yüzünden katmerli trafik çilesi çeken bütün vatandaşlar, terbiye ve görgüleri seviyesinde “Yüksekten bakan” kişiye söğüp saydılar, verip veriştirdiler. Kimisi de bol bol beddua etti… Doğrusu o yüksekten bakanın yerinde olmak istemezdim.

Bizim demokrasimiz nasıl bir demokrasidir ki, onda eşitlik yoktur. Kalp krizi geçirdiği için hastahaneye götürülen bir vatandaş için trafik kesilmez de, halka yüksekten bakan birileri için kesilir.

Havaalanlarındaki VİP salonlarını hiç gördünüz mü? Oralarda halka yüksekten bakanlar oturur, uçaklara oradan binerler; VİP salonları dayalı döşelidir, çay, kahve, pasta, her türlü meşrubat vardır. Garsonlar hizmet eder, koruma ve kolluk memurları halka yüksekten bakanların üzerine titrer.

Bendeniz faraza yüksek bir bürokrat veya politikacı olsam kesinlikle böyle VİP salonlarında oturmam. Bırakın oturmayı semtlerinden bile geçmem. Yüksek bir bürokratın, bir politikacının yeri halkın arasıdır. Yüksek bürokratlar, politikacılar, vekiller halka hizmetle mükelleftir. Halktan kopmaya, VİP salonlarında caka satmaya hakları yoktur.

Birkaç defa yazdım, tekrar edeyim. 1970’li yılların başlarında, daha sonra bir suikast neticesinde öldürülen İsveç başbakanının bir hafta tatili sonrasında Danimarka’dan kendi ülkesine dönerken gümrük kontrolunda gösteren bir fotoğrafını görmüştüm. Yanında kimse yok, iki el çantasını iki elinde tutuyor; pasaportunu da dişleri arasına sıkıştırmış… Demokrasi böyle olur.

Halka yüksekten bakanlar niçin polis ordularıyla korunuyor? Niçin bu kadar korkuyorlar?

Merhum Adnan Menderes 1950 ile 1960 yılları arasında bazen Ankara’da yanında bir dostu veya arkadaşı olduğu halde caddelerde yürüyerek dolaşırdı. Belki koruma polisi ve sekreteri arkadan takip ederlerdi ama arkada ve uzakta kalırlardı.

1940’lı yıllarda yine bir İsveç başbakanı tramvayla evine giderken kalp sektesinden (durmasından) vefat etmişti. Tramvayla gidiyormuş ve hem de ikinci sınıf vagonda seyahat ediyormuş.

Senelerce önce yazmıştım, 1920’lerde Avusturya şansölyesi (başbakanı) bir Katolik rahibiymiş. Viyana dışındaki bir manastırın bir odasında kalıyormuş. Sabah akşam başbakanlığa tramvayla gidip geliyormuş… (Bu zat bir suikasta uğramış, tabanca kurşunu ile vurulmuş ama ölmemiş. Hastahaneye götürülürken “Aman suçluya fena muamele etmeyin…” demiş.)

Eskiden bazı padişahlar İstanbul’da tebdil gezerlermiş. Yani kıyafet değiştirir, halktan biri gibi giyinir, yanına bir nedimini alır ve şehirde halk yığınları içinde dolaşırlarmış. Sultan Mustafa (hangisi olduğunu unuttum) sabah namazından önce kıyafet değiştirip dışarıya çıkar, namazı bir camide eda eder, çarşı pazarları dolaşır ve hattâ ahçı dükkanlarında yemek bile yermiş.

Şimdi bizim halka yukarıdan bakanlar kesinlikle halk içine girmezler. Hindistan’daki Brahmanlar kastı gibi hep yükseklerde yaşarlar. Halka yukarıdan bakan birinin bir halk lokantasına gidip yemek yediğini, bir halk çayhanesine gidip çay içtiğini hiç gördünüz mü? Böyle şeyler onların şanına yakışır mı? Halkın içine girerler, halk ile haşir neşir olurlarsa sonra incileri elmasları yere dökülür…

Şehrin kalabalık bir caddesinden geçerken bakıyorsunuz ki, çok yüksek bir siyaset adamı, yanında bir arkadaşı ile yaya olarak dolaşıyor. Gelip geçenlerden bazısı hafifçe selam veriyor, o da hafifçe selamlarını iade ediyor… Bizim demokrasimizde böyle manzaralar görülmez.

Ramazan Çarşıları ve Etkinlikleri

Beş-On yıldan beri Ramazanlarda birtakım yerlerde çarşılar kuruluyor, etkinlikler yapılıyor. Şu etkinlik kelimesini hiç sevmiyorum, ne mânaya geldiğini pek bilmiyorum ama herkes kullanıyor, ben de mecburen çarnâçar kullanıyorum.

Ramazan çarşılarının hepsini gezip görmedim, evimin yakınında kurulan çarşıyı önceki yıllar, hele geçen sene ibretle temaşa eyledim. Değerlendirmelerimi kısaca ve açıkça arz ediyorum:

(1) Çarşıdaki hâkim faaliyet yemek içmek üzerinedir. Sucuk ekmek, gözleme, tantunî kebabı, hamur tatlıları, sütlü tatlılar, çay kahve, mâcun gibi…

(2) Buralarda halka satılan yiyecek ve içecekler genellikle, -nadir istisnalar dışında- kaliteli, orijinal şeyler değildir. Sucuk ekmek heryerde bulunabilir, gözleme heryerde yenilebilir, hamur tatlıları şehrin heryerinde vardır. Halbuki böyle bir çarşıda, mesela Şam tatlıları gibi gözlere ve damaklara ayrı bir lezzet ve zevk veren çok nâdide, çok kaliteli tatlılar sunulmalıdır.

(3) Bu gibi çarşıların en büyük eksikliği, millî ve geleneksel sanatlarımızın ürünlerinin teşhir edilmemesi ve satılmamasıdır. Bizim 260 kadar geleneksel millî sanatımız vardır. Bu gibi çarşılarda bunların en az yirmi beş tanesinin standı bulunmalı ve halka UCUZ fiyatlarla satış yapılmalıdır. Toprak eşyalar, döğme bakır eşyalar, el dokuması kumaşlar, el dokuması kumaşlar üzerine Türk işlemeleri, hüsn-i hat levhaları, elde yapılmış cam sanat eşyaları, porselenler, çiniler ve saire… Alt tabakalar bunlarla pek ilgilenmez, bunları satın almaz ama yüksek tabakadan bazıları, hele turistler pekala ilgilenebilir. Ancak, yukarıda beyan ettiğim gibi fiyatları ucuz olmalıdır.

(4) Ramazan çarşılarına çok kaliteli, döşemesi çok sanatlı caféler açılmalıdır. Bu gibi yerler seçkinlerin gelebileceği seviyede olmalıdır. Fiyatlar da çok düşük olmamalıdır. Hiçbir yerde içilemeyecek nefis Türk kahvesi, hiçbir yerde içilemeyecek nefis Türk çayı… Bir akşam filan üstad gelmeli, diğer akşam falan fikir adamı veya muharrir gelmeli (yazar demiyorum, şimdi herkes yazıyor…)

(5) Ramazan çarşılarının ve etkinliklerinin popülist zihniyetten ve taban beğensin ve hoşlansın da nasıl olursa olsun düşüncesinden uzak olması gerekir. Bunun ölçüsü de şudur: Seçkin tabakadan veya kültürü yüksek turistlerden bir bilirkişi heyetinin beğenmesi, kaliteli bulması…

Yukarıdaki maddelere daha çok ilâveler yapılabilir. Gelecek yıllardaki Ramazan çarşılarında ve etkinliklerinde bu gibi tenkit ve görüşlerden yararlanılırsa millî kimlik ve kültürümüze hizmet edilmiş olacaktır. 08 Ekim 2005