Salı

Moskova’dan bir dostum telefon etti. Memleketin gidişatı uzaktan pek parlak görünmüyormuş. Konuşurken şöyle dedi:

“Geçen gün sizin bir yazınızı fotokopi ile çoğalttım, 70 nüsha dağıttım. Okuyan bazı Türkler ‘Ne kadar önemli bir konuya temas edilmiş, yahu bu adam kimdir, ben şimdiye kadar ismini bilmiyordum’ dediler.”

Evet biz yıllardan beri birtakım önemli konuları yazıya geçiriyoruz ama yeterli tesir ve fayda görülemiyor. Niçin? Bin kişilik bir salondasınız, herkes birbiriyle konuşuyor. Sizin söyleyeceğiniz çok önemli, çok hayatî, çok temel bir konunuz, bir gerçeğiniz var. Bir köşede, etrafınızdaki dört kişiye bunu anlatmaya çalışıyorsunuz. Netice ne olur? Faydası ve tesiri olmaz.

Eğer söyleyeceğiniz gerçekten önemli, gerçekten hayatî, gerçekten lüzumlu, gerçekten zarurî ise size söz verilmeli, kürsüye çıkmalısınız, mikrofonu elinize alıp gerçekleri oradaki bin kişilik topluluğa duyurmalısınız. Bunu yapamazsanız, size bu imkân verilmezse gerçekleriniz içinizde kalır.

72 milyonluk Türkiye’de, çok faydalı bir broşürü bin adet bastırdınız, dağıttınız. Faydası olmaz. Bir gerçeği Türkiye’nin bütününe duyurmak için onunla ilgili broşürün en az bir milyon adet basılması ve dağıtılması gerekir. O bile yetişmez, verdiğim rakam asgarîsidir (en azdır).

Ülkemizin yakın tarihinde büyük hatâlar yapılmış, cinayetler işlenmiş, geleceğimizi karartan yanlış işler yapılmıştır. Halkın, gençliğin, okumuşların bunları bilmesi ve (adam gibi tartışması) gerekir. Şu anda da ülkemizde büyük yanlışlar vardır, hatâlar yapılmaktadır, hattâ birtakım hıyanetler ve cinayetler mevzuubahistir.

Yakın mazideki ve bu günümüzdeki hatâlar, hıyanetler, cinayetler, habasetler yüzünden geleceğimiz tehlike ve tehdit altındadır. Ülkemiz parçalanma tehdidi altındadır. Ülkemiz sömürgeleştirilme tehdidi altındadır. Halkımız “yabancılaştırılmak” istenmektedir.

Bizi biz yapan faktörlerin en önemlisi olan lisanımız kuşa çevrilmiştir. Yeni Türk nesilleri dedelerinin mezar taşlarını okuyamayacak kadar cahil hale düşürülmüştür. Zengin, yazılı, edebî Türkçe elden gitmiş, 300 kelimelik çok yetersiz bir günlük konuşma ve iletişim Türkçesine kalmışızdır. Türkçe elden giderse, Türkiye de elden gider.

Din, inanç, mukaddesat, dinine göre bir hayat yaşamak, çocuklarına istediği din eğitimini vermek hakları ihlal edilmekte, din düşmanlığı paranoyak ve agresif bir hal almış bulunmaktadır.

Eğitim kasıtlı olarak dejenere edilmiştir.

Üniversiteler YÖK baskısı altında köleleştirilmek isteniyor. Dünyanın bütün hür ülkelerinin üniversitelerinde ve (Fransa hariç diğer hepsinin) resmî liselerinde başörtüsü serbestken bizde akıl almaz bir yasak ve terör hüküm sürmektedir.

Yolsuzluk ve kokuşma korkunç boyutlara ulaşmıştır. Ülkede akıl almaz miktarda kara para birikimi olmuştur. Bu kara para; siyaseti, sosyal hayatı, iktisat ve finansı zehirlemekte ve çürütmektedir.

Birtakım hayatî müesseseler kirlenmiştir. Türkiye borç çukurunda ve tuzağında çırpınmaktadır.

Ülkemiz, devletimiz, halkımız günde 24 saat, haftada 7 gün, senede 365 gün, hiç ara verilmeden korkunç ve genel bir şekilde soyulmaktadır. Bu soygunların büyük kısmı dolaylı şekilde yapılmaktadır.

Güneyimizde bağımsız bir Kürdistan kurulmuştur, bu, Türkiye’nin parçalanması demektir.

Böyle vahim bir durumda bile birtakım yüksek bürokratlar

“Büyük bir İstanbul zelzelesi sonucunda ortaya büyük bir irtica tehlikesi çıkacaktır”

demektedir.

(Halk âfetten sonra Allah diyecek, camilere koşacak ya, irtica tehdidi ve tehlikesi oymuş!..)

Okul çocukları ve gençlik sinsi, planlı, kasıtlı bir şekilde bozulmakta, yozlaştırılmakta, millî değerlerden ve ahlâktan kopartılmak istenmektedir. Sapıklık o hale gelmiştir ki,

“Yaratılış teorisi”

ile ilgili bir sergi açıldı diye bilumum dinsizler korkunç bir yaygara koparmakta, böyle bir şey bilime aykırıdır gibi hezeyanları yüksek sesle haykırmaktadır.

Gazetelerde birtakım cep telefonu konuşmaları yayınlanmaktadır. Bunların bir tanesi bile Türkiye’nin ayağa kalkması için yeterli iken, gerekli tepki zuhur etmemektedir. Hangi birini sayayım?

Halk yığınları şaşırmış vaziyettedir. On milyonlarca Türkiyeli, televole kültürü denilen uyuşturucu ile zom olmuştur. Halk yığınları, kasıtlı ve planlı olarak uyuşturulmakta, afyonlanmakta, sersemletilmektedir. Koca koca adamlar hırsızlık yapıyor.

Organize suç çeteleri memleketi haraca kesiyor. Birtakım büyük adamların oğulları babalarının gölgesinde az zamanda büyük işler bitiriyor, Karun gibi zengin oluyor. “Efendi bunca serveti nasıl edindin?” diye soruyorsun. Cevap yok.

Bugün medyamızda doğruları söyleyen gazeteler, TV’ler, dergiler, yazarlar yok değildir. Ancak bunların yayınları kesinlikle yeterli olmuyor, tesirli olmuyor. Ne yapmalıyız da birtakım korkunç gerçekleri büyük halk yığınlarına gerektiği gibi, yeterli şekilde duyurmalıyız ve onların uyanmalarını sağlamalıyız? Acaba şöyle bir şey yapılsa faydalı olur mu?

16 sayfalık bir broşüre 15 büyük, korkunç, vahim gerçek yazılacak.

Metin üslubu çok dikkat çekici, uyarıcı, (yasal sınırlar içinde) harekete geçirici olacak. Her vatandaş bu broşürü yarım saatte okuyup anlayacak. Bundan ilk olarak bir milyon adet basılacak ve Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a kadar bütün yurt sathında dağıtılacak. Tesiri görülürse yeni birer milyonluk baskılar yapılacak. Bu birinci broşür faydalı, tesirli olursa her ay buna benzer bir broşür çıkartılacak.

Peki bu broşürleri yurt çapında hangi teşkilat dağıtacak? Böyle işler ve hizmetler hizipçi, fırkacı, cemaatçi bir zihniyetle yapılamaz. Böyle hizmetler asla ve asla ticarî gaye ile yapılamaz. Binaenaleyh bu gibi broşürler (Noterden tasdikli) maliyet fiyatına paketler halinde verilmelidir. Dikkat buyurunuz,

“Maliyet fiyatı noterden tasdikli olacaktır”

diye yazdım. Bu gibi hizmetlere para hırsı, kâr hırsı, bezirgânlık, şahsî menfaat karışırsa bereketi gider. Dini imanı para olanlar böyle hizmetleri yapamaz.

Birkaç sahtekar çıkacak

“Aziz millet, sayın halk! Memleket elden gidiyor, vatan tehlikede, bizi destekleyin”

diye bağıracak ve sonra malı götürecek. Böyle bir şey, saydığım fenalıklardan daha da kötüdür. Halen oturduğum evimden başka bir mülküm olsaydı (köydeki bağ evimi saymıyorum, çünkü o fazla bir para getirmez) onu satar ve yukarıda anlattığım hizmet için sermaye yapardım. Bu benim için manevî bakımdan çok iyi bir ticaret olurdu.

Küçük bir ilçeye mensup zenginler bir vakıf kurmuşlar, her ay 400 öğrenciye 100’er lira burs dağıtıyorlarmış. Ülkemizde böyle kimbilir kaç yüz vakıf faaliyet göstermektedir. Türkiye zenginlerine, yukarıda anlattığım hizmetleri yapacak bir teşkilat kurunuz denilse bunu yapamazlar.

Bir kere bu hizmete öncelikle birtakım cemaatler mâni olur. Hepsini kasd etmiyorum, bazı cemaatlerin felsefesi şudur:

“Bütün paralar, yardımlar bize yönlendirilmelidir. Her şeyin en iyisini biz yaparız. Sakın dikkatler ve enerjiler ziyan edilmesin. Efendi hazretleri çok büyüktür. O ne derse doğrudur, o ne yaparsa isabetlidir. Var mı yok mu bizim cemaat…”

Mutlaka bir şeyler yapılmalıdır ama nasıl? (Aslında lüzum yok ama yine de hatırlatayım: Kimseden herhangi bir para talebim olmadığı gibi, teklif edilirse bile kesinlikle kabul etmem.) 15 Mart 2006