Salı

 

Halkımız siyasî, tarihî, kültürel gerçekleri bilmiyor. Ülkemizin yakın tarihi, bugünü hakkındaki sağlam bilgilerden mahrumdur. Gelecek hakkında da tutarlı tahminleri, senaryoları yoktur. Halk yığınları nasıl cahilleştirilmiştir?

Bir zümre vardır ki, onlar bu memleketi babalarının çiftliği olarak görmekte, ülkenin imkanlarını, gelirini, zenginliklerini paylaşmaktadır. Bu hakimiyet, saltanat ve sömürülerinin devamı için halkın uyuşuk, sersemlemiş, afyonlanmış, şaşırmış, cahil, şuursuz olması gerekmektedir.

Halk kendi millî kimliğine sahip olmasın…

Halk ülkesinin, devletinin, milletinin menfaatleri, faydaları nerededir; zararı nerededir bunu da bilmesin…

Halk sun’î (yapay) bir gündemle meşgul edilsin…

Halk yığınları televizyon eğlenceleriyle, içkiyle, futbolla, seks ve magazinle vaktini öldürsün; düşünmeye, şuurlanmaya vakit ve imkân bırakılmasın…

Halk, kötülükler ve hıyanetler karşısında tepki göstermesin…

Halka ve bilhassa gençliğe hedonist, zevk ü sefacı, nemelazımcı bir ahlâk ve yaşayış felsefesi aşılansın…

Bütün dinî, millî, insanî, yüksek değerler erozyona uğratılsın; para ve maddî menfaat tek değer haline getirilsin…

Halkın beyni devamlı olarak yıkansın…

Halkın sersem, uyuşmuş, afyonlanmış kalmasını isteyen başka bir zümre daha vardır ki, onlar vatansever görünürler. Lakin onların vatanseverlikleri sadece görünüştedir. Bu zümre “Halkı, memleketi, devleti kurtarma rantı” yemektedir. Her yıl milyarlarca dolar toplanmakta, hepsi için söylemem ama bir takım arivistler ve sömürücüler hem maddî zenginlik elde etmekte, hem de ikbal, ün, riyaset kazanmaktadır.

Bu memleketi batıran iki büyük fenalık vardır:

Biri din düşmanlığı; din, inanç, inandığı gibi yaşamak haklarının ihlâlidir. Diğeri ise dine hizmet perdesi altında din ve mukaddesat sömürüsü ve bezirgânlığı yapılması, din rantı yenmesidir. Bu ülke, bu halk, bu devlet bu iki kötülük yüzünden bugünkü acınacak hale düşmüştür.

Şahsen, Müslüman bir vatandaş, Müslüman bir Türkiyeli olarak bu iki kötülüğü ve hıyaneti de lanetliyor ve tenkit ediyorum; bu iki büyük fenalık ortadan kalkmadıkça Türkiye’nin düzelemeyeceğine inanıyorum. Din bütün dünyada, bahusus bizde çok büyük bir güçtür. Ona ne düşmanlık edilmeli, ne de o yüce değer iğrenç menfaatlere, ihtiraslara, kaprislere âlet edilmelidir. Bu maksatla Müslüman halkımızın uyarılması gerekmektedir. Birtakım terbiyesiz, görgüsüz, medeniyetsiz, asaletsiz medyacıların Yüce İslâm dinine, dindar vatandaşlara saygısızca saldırmalarının, hakaret etmelerinin, onlarla alay edip kendilerini hafife almanın mutlaka önüne geçilmelidir. Bu konuda bir “Ahlâk ve Uzlaşma Protokolu” hazırlanmalı ve hiçbir yazara, medyacıya uluorta dine saldırma hakkı ve hürriyeti tanınmamalıdır. Hürriyetlerin sınırları vardır. Ülkenin hakim dini olan İslâm’a, o dine bağlı Müslüman halka hakaret etmek, gerici, yobaz diyerek onları aşağılamak, dinle ve kutsal kavramlarla alay etmek hiçbir insana şeref kazandırmaz.

Saldırgan, militan, fanatik, sınır tanımaz kimseler dindar kesimi mutaassıp (bağnaz) olmakla suçluyorlar. Aynaya baksınlar, kendilerinin daha bağnaz, en bağnaz olduklarını göreceklerdir.

Türkiye’nin yücelmesi, kurtulması için mutlaka yapılması gereken bazı işler vardır:

Bunların birincisi din ile siyasî iktidar veya yönetim arasındaki gerginliğin, çekişmenin kaldırılmasıdır.

Evet, din ile devlet, yahut daha doğrusu devleti kontrol edenler barışmalı, uzlaşmalıdır. Gerçek laiklik de budur.

İkincisi: Dine ve dindarlara yapılan medeniyetsizce saldırılara son verilmelidir.

Üçüncüsü: Din sömürüsü, din rantı yenmesi, dinin şahsî menfaat ve nüfuzlara alet edilmesi kötülüğünün önüne geçilmesidir. Böyle bir iş elbette ki, kanunla yapılamaz. Müslümanların kendi bağımsız din teşkilatını ve cemaatini kurmalarına izin ve imkan verilmelidir. Olgun, haysiyetli, şuurlu, asaletli Müslümanlar elbette ki, din sömürüsünü istemezler ve onun ortadan kalkması için çalışırlar.

Türkiye’de başta din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti olmak üzere temel insan hakları konusunda vahim ihlaller olmasının sebebi bizdeki iki kimlikli, güçlü, esrarlı gizli bir zümredir. Onlar bu memleketi bir sömürge gibi idare etmek istiyor. Onlar bütün bol gelirli mevkilere kendilerinden olanların geçmesini istiyor. Onlar Türkiye’nin rantını yemek istiyor.

Türkiye Türkiyelilerindir. Bu ülkede çeşitlilik bulunmaktadır. Ülkenin zenginlikleri, geliri âdil bir şekilde dağıtılmalıdır. Nüfusun yüzde birini bile teşkil etmeyen gizli, esrarlı, güçlü bir lobinin bütün köşebaşlarını kontrol etmesi, millî gelirin büyük kısmını devşirmesi elbette ki, sağlıklı ve dengeli bir yapı meydana getirmez.

Ülkemizde, medenî ülkelerin standartlarında insan hakları ve hürriyetleri uygulaması olmalıdır.

Bilhassa medyada çeteleşme, kartelleşme, tekelleşme, mafyalaşma olmamalıdır.

Türkiye’yi halka rağmen idare etmek isteyenler, halkımızı Türk Kürt, Sünnî Alevî, sağcı solcu, dinci laik, şucu bucu diye birbirine düşman ve rakip kamplara, kesimlere ayırmışlardır. Parçala, böl, hükm et… siyaseti. Böyle bir kamplaşma, kutuplaşma, parçalanma, düşmanlık ve rekabet vatanımızın, devletimizin, milletimizin yüce menfaatlerine aykırıdır. Bu memleketin bütün vatansever aydınları, okumuşları bir araya gelip bir “Millî Mutabakat ve Toplumsal Barış” hareketi başlatmalıdır.Kamplaşmak Türkiye’yi felakete, parçalanmaya götürür. 07 Mayıs 2003