Halkla Birlikte Olmak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Perşembe
Sık sık tramvaya biniyorum. Vapura, trene, otobüse bindiğim de oluyor. Taksiye fazla rağbet etmem. Geçenlerde tramvayda iken, ben duymadım, yanımdaki duymuş, beni tanıyan biri arkadaşına “Bunun tramvayda ne işi var, niçin otomobiliyle gezmiyor” demiş.
Eskiden yaşını başını almış, tanınmış, büyük muharrirler halkın kullandığı vasıtalarla seyahat eder, bazen Meserret kıraathanesine uğrar, simit yer, çay içerlerdi ve kendilerini kimse ayıplamazdı.
Çarşamba günü ikindiden sonra Fatih Kıztaşı’nda Aras Neftçi beye uğradım, oradan çıktığımda akşam ezanı okunuyordu, yakındaki Dülgerzâde camiinde akşam namazını kıldım. Cemaat çoktu, cami dolmuştu, sevindim. Dülgerzâde camiinin önünden geçerseniz minaresinin ne kadar kısa olduğuna dikkat buyurunuz. Başlarında kavak yelleri esen şimdiki Müslümanlara kalsa oraya üç şerefeli uzun mu uzun, çirkin mi çirkin, ahenksiz ve nisbetsiz bir minare yaptırırlardı.
Namazdan sonra Malta çarşısının arkasındaki Nezafet hanımın Osmanlı lokantasına gittim. Tramvaya bindiğime taaccüp eden kişi beni o ucuz halk lokantasında görseydi yüzüme tükürürdü. “Behey adam, koskoca köşeyazarı olmuşsun, televizyonlara çıkıyorsun, ne işin var bu küçük ve ucuz halk lokantasında” derdi.
Gazetecilerin, bilhassa köşeyazarlarının (eskiden fıkra muharriri denilirdi) halka karışmaları, halk içinde yaşamaları, halkın bindiği nakil vasıtalarına binmeleri, zaman zaman halk lokantalarında yemek yemeleri, en az ayda bir kere kahvehanelere gitmeleri, çarşı ve pazarlardan alışveriş etmeleri gerekir. Şimdiki muharrirler halktan kopmuşlardır. Bazılarının özel şoförlü lüks arabaları vardır. Lüks lokantalarda yerler içerler. Çoğunun korumaları vardır, zaten halk arasına karışmalarına imkân da yoktur. Sun’i bir dünyada yaşarlar.
Medya çok büyük bir güçtür. Medyacıların aristokrat bir sınıf haline gelmesi, büyük kütleden kopması ülkeye zarar verir.
Halkın ne dediği, ne düşündüğü, ne istediği, neler çektiği birtakım şirketlere parayla anket yaptırılarak iyice anlaşılamaz. Halkın içine gireceksin, bizzat görecek ve anlayacaksın.
Hakikî ve olgun mü’min firaset sahibidir. Firaset anlayış, kavrayış, keskin zeka demektir. Üniversite bitirmiş, doktora yapmış tahsilli bir adam firasetli olmayabilir de, okuma-yazması bulunmayan biri olabilir.
Zamanımız Müslümanlarının bir kısmında hiç mi hiç firaset yok. Başımıza gelen bir sürü felaket, belâ, musibet ve zillet hep firasetsizliğimiz yüzündendir.
Hadîs-i şerifte, “Mü’minin firasetinden korkunuz (çekininiz), çünkü o Allah’ın nuruyla görür” buyuruluyor.
Diğer bir hadîste, “Mü’min, bir delikten çıkan tarafından iki defa sokulmaz” buyurulmaktadır.
Kendilerini dev aynasında gören, gurur ve kibir içinde bulunan öyle adamlar var ki, bir delikten çıkan tarafından yirmi kere sokulmuşlardır ve yirmi birinci sokulmaya namzettirler. Bu kadar gaflet olur mu?
Kulağıma gelen bazı çok acı, çok üzücü, çok feci, çok vahim rivayetleri yazamıyorum. Çünkü, bunlar istihbarî bilgilerdir; delille, şahitle isbat edilmiş, kesin hükme bağlanmış gerçekler değildir. Ancak, rivayet şeklinde de olsa burnuma çok pis kokular gelmektedir.
Birtakım pis işler hakkında elimizde kesin deliller olsa da, bunları yine yazamayız. Çünkü yaşatmazlar.
Haram yollarla, hortumlama metoduyla yüzlerce trilyonu götüren, milyonlarca doları zimmetine geçiren adamlar, mecbur kalırlarsa cinayet bile işletebilirler.
Gerçekleri halka söyleseniz bile halk bunları kabule hazır ve yatkın değildir. Milyonlarca insanımız sersemletilmiş, muhakeme edemez hale getirilmiştir. Basiretler bağlanmış, vicdanlar nasır tutmuş, kalpler mühürlenmiş, kulaklara tıkaç takılmıştır.
Geçenlerde bir iş için bir milyon dolar rüşvet almış olan bir kimseden bahsettiler. Bir milyonu verenler, “Ucuza hallettik işi, biz bu mesele için birkaç milyon dolar bile vermeye razıydık” şeklinde konuşmuşlar. Para nakit verilmiş, alan kişi sayarak almış. Rüşvet verenler, bu para sayma işine de şaşmışlar. Çünkü bu gibi işlerde para deste veya paket halinde verilir ve alan bunu saymazmış, işin kuralı ve raconu böyleymiş.
Bir milyon doları kimler vermiş, kim almış? Bunu yazmama imkân var mı? Bu kadar yazabilirim.
Türkiye’de gerçekten çok büyük bir kirlilik vardır. Eskiden toplumu ayakta tutan, denge sağlayan gelenekler, müesseseler vardı. İş, ticaret, iktisat hayatında ahîlik, esnaf teşkilatı, fütüvvet ahlâkı mevcuttu. Kötülük, yamukluk o zaman da vardı ama, terazinin öbür kefesinde bunları dengeleyen iyilikler, faziletler, doğruluklar vardı. Bütün bu iyiliklerin, doğrulukların, faziletlerin kaynağı dinî idi. Dine saldırdılar, dini zayıflattılar ve toplumun sağlığını sağlayan bütün değerleri, kuralları, gelenekleri yıktılar. Yerine birşey koyamadılar. Şimdi helâl ile haram arasındaki farkı bilmeyen milyonlarca cahil insanımız var. Nesiller ve nesebler de bozuldu.
Haram ve kirli para bir tufan gibi ülkeyi ve toplumu istilâ etmiştir. Mâsum çocuklar, günahsız eşler, yaşlı ana babalar haramzâde âile reislerinin getirdikleri haram kazançları yiyerek zehirleniyor. Suçları ve kabahatleri olmasa bile bunun zararını göreceklerdir.
Eskiden, bundan kırk yıl öncesine kadar Müslümanlar helal ve haram meselesine çok önem verirler, haram kazançtan ateşten kaçtıkları gibi kaçarlardı. Şimdi onların da bir kısmı bozuldu. Faiz yiyen, fıkhın “be’y bi’l-bâtıl” dediği haram muamelelerle kazanılmış paralarla zengin olan, ticaret yaparken yalan söyleyen, malın kusurunu söylemeden satan, yalan reklam yapan (Meselâ nefis olmayan döneri, nefistir diye ilan ederek satan), bonosunu ödemeyen, imzaladığı çeki karşılıksız çıkan, çalıştırdığı işçilerin hakkını vermeyen, devlet ve belediye bütçelerinden “hortumlama” yoluyla haram kazanç elde eden sözde İslâmcılar vardır. Bu konuda tevatür derecesinde rivayetler, istihbaratlar bulunmaktadır.
Bir toplum kendisini islah etmek için çalışmazsa, külli bir İrade devreye girer ve onun cezasını verir.
Allah azan, yoldan çıkan Müslüman bir halkı çeşitli şekillerde terbiye eder. Tarih böyle terbiyelerin nicesini yazmaktadır.
1. Büyük zelzeleler, su baskınları, âfetler, yangınlar olabilir.
2. İsyan eden, ilahî emir ve yasaklara kafa tutan toplumların başına, içlerindeki en zalim kişiler geçirilir ve bunlar milleti inim inim inletir.
3. Savaş çıkar ve halk perişan olur.
4. Salgın hastalıklar, uğursuzluklar, kıtlık, sefalet, rezalet, bereketsizlik genelleşir. 07 Nisan 2000