Hangisi İslamî metod?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 27 Aralık 2018
Bütün gruplar, cemaatler, fırkalar İslâm’ı yüceltmek istiyor ama ortada bir yığın metod var ve bunların bazısı birbirleriyle çelişiyor. Amaçları bir olan Müslümanlar bazı konularda anlaşamıyor, zıtlaşıyor. Öyle Müslüman gruplar var ki, azılı İslâm düşmanlarına karşı pek yumuşak ve anlayışlı, kendi din ve iman kardeşlerine karşı pek sert ve yavuz.
Türkiye’ye son kırk elli yıl içinde dışarıdan hayli İslâmî metod ve ideoloji ithal edildi. Acaba bunların hangisi bize başarı sağlar, hedefimize ulaştırır? Bu konuda Ümmet’in akıllıları ve bilgeleri araştırma yapmalı ve neticeyi Müslümanlara bildirmelidir.
Birbirleriyle uyuşmayan metodların çokluğu Ümmet’i bölüyor, parçalıyor, enerjiyi boşa harcatıyor ve vakit kaybettiriyor, fırsatları kaçırtıyor.
Ülkemize ithal edilen metodların bazısını saymak istiyorum.
1. Merhum
Mevdudî, Ehl-i Sünnet uleması tarafından tenkit edilmiş bir kişidir. (Bu tenkitçilerden biri Ebu’l-Hasan Ali Nedvî’dir.) Onun metodunun en büyük kusuru, Pakistan gibi bir “İslâm Cumhuriyeti”nde başarılı olamamasıdır. Orada başarılı olamayan bir metod Türkiye’de olabilir mi?
2. Mısır’daki
hareketidir. Bendenizin bu harekete karşı herhangi bir soğukluğum ve düşmanlığım yoktur. İhvan’dan nice dostlarım ve kardeşlerim vardır. Lakin şu soruya mutlaka bir cevap bulmamız gerekir: İhvan hareketi başta Mısır olmak üzere hiçbir Arap ülkesinde başarılı olmamıştır. Acaba Türkiye’de başarılı olma şansı var mıdır?
3.
Vehhabîlik ile Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığı arasında usûlde, temelde, esasta, itikadta hayli zıtlık ve farklılık bulunmaktadır. Vehhabîlerin Suudî Arabistan modeli ortadadır. Böyle bir model ve örnek Türkiye şartlarına uyar mı?
4.
ile Ehl-i Sünnet arasında usûl bakımından hayli derin farklılıklar vardır. İki tarafın uleması birbirini en azından bid’at ile suçlamaktadır.Sünnî İslam kültürünün hâkim olduğu bu ülkede Şiî aşısı tutar mı?
5.
Bu metodla Türkiye Müslümanları zilletten izzete, esaretten hürriyet-i şer’iyeye, güçsüzlükten iktidara kavuşabilir mi? Yoksa büsbütün ABD, İsrail, AB hegemonyası altına girip kendi kimliklerine yabancılaşır mı?
6.
1960’lı yılların başında Papalık tarafından çıkartılan bu metod bir kısım Müslümanlar tarafından benimsenmiştir. Bunlar, Allah katında tek hak dinin İslâm olmadığını,
bulunduğunu, Ehl-i Kitab’ın da ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduğunu, Kelime-i Şehadet’in ikinci kısmını inkar edenlerin de doğru yolda olduğunu iddia ediyorlar.Bu inanç ve görüşlerin İslâm’a, Kur’ân’a tamamen zıt olduğunu anlamak için derin din alimi olmak gerekmez. Böyle, temelde ve usûlde bozuk bir bid’at cereyanının Türkiye Müslümanlarını kurtaracağına inanmak olacak bir iş değildir.
Dışarıdan ithal edilen bu metodlarla mı başarılı olabiliriz, yoksa Osmanlı’nın Şeriatla tasavvufu bağdaştıran ve uzlaştıran Ehl-i Sünnet metodu ile mi?
1. Hulefa-i Râşidîn devri.
2. Emevî Hilafeti.
3. Abbasî Hilafeti.
4. Fatımî – Şiî Hilafeti.
5. Endülüs’teki Emevî Hilafeti.
6. Hindistan’daki Babürî Sultanlığı.
7. Osmanlı Sünnî Hilafeti.
Daha başka devletler ve sistemler var ama bu liste yeterlidir.
Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra acaba hangi sistem, hangi metod Kur’ân’a, Sünnet’e mutabıktır? Bu soruya bendeniz cevap vermeyeyim, büyük bir İslâm âlimi cevap versin. 19’uncu asrın ikinci yarısında Mekke Şâfiî reisü’l-uleması olan Ahmed Zeyni Dahlan, Fütuhat-i İslâmiyye adlı kitabının Osmanlı devleti bölümünde şöyle diyor:
, Tarih Üzerine bir Etüd adlı eserinin Ispartalılarla ilgili bölümünde şu hükmü vermektedir: “Eflâtun’un ideal devletine realitede en fazla yaklaşmış sistem Osmanlı devletidir.”
Osmanlı devletini değerlendirirken onun çöküş asırlarına ve yıllarına değil, yükseliş ve parlaklık devrine bakmak gerekir. Osmanlı devleti bir
idi, bir İslâm Barışı kurmuştu.
Osmanlı devletinin enkazından kırka yakın irili ufaklı devlet çıkmıştır. Osmanlının dinî özellikleri nelerdi?
İmdi, elimizde ve önümüzde böyle bir metod varken ithal malı metodlara rağbet etmek reva mıdır? Bendeniz Türkiye Müslümanlarının kurtuluş ve yükseliş için mutlaka Ehl-i Sünnet dairesi içinde kalmalarına ve Osmanlı İslâm metodunu çağın icaplarına uydurarak tatbik etmelerine taraftarım.
Vehhabîlerin çok bağırıp çağırıp protesto edeceklerini biliyorum ama açıkça söyleyeceğim: Türkiye Müslümanları tasavvufsuz kurtulamaz.
Açıklamaya lüzum yok ama bir kere daha beyan edeyim: Bu tasavvuf Şeriata kıl kadar aykırı olmayan hakikî tasavvuftur. Vehhabîlerin tasavvufu kökten reddetmelerinin, tasavvuf velilerini
diyerek tahkir etmelerinin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü, bir bid’at fırkası olan Vehhabîliğin fetvaları biz Sünnîleri bağlamaz.
Bugün Türkiye Müslümanlarının en büyük iki eksikliği şunlardır: Ehl-i Sünnet Müslümanlığını hakkıyla anlamak ve yakalamak.
Müslümanlar bu iki konuda geriliklerinden kurtulabilirlerse kurtulmaya aday olabilirler.
Osmanlı metod sistemine ilave edilmesi gereken şeyler var mıdır? Bence vardır: 19’uncu asırda Kafkasya’da Şeyh/İmam Şâmil hazretleri Nakşî ve Kadirî tarikatlarını sıkı bir disipline sokmuş ve Ruslarla, İslâm tarihine altın şeref sayfaları ekleyen kutsal bir cihad yapmıştı. Onun bu sistem ve metoduna müridizm deniliyor…
Onların bir gözleriyle
öteki gözleriyle Erzincan Başbağlar köyü katliamını (toplu kıyım)
görmeleri gerekmez mi? Gerekir ama o kadar tek taraflı, o kadar peşin fikirli (ön yargılı), o kadar adaletsiz, o kadar merhametsiz (acımasız) hareket ediyorlar ki, Başbağlar’ı hiç görmüyorlar, ondan hiç bahs etmiyorlar.
Başbağlar köyünde camiden çıkartılarak şehid edilen otuz küsur mâsum, bîgünah (günahsız) vatandaşımızın kanları yerde kalmıştır. Katiller bulunamamış ve cezalandırılmamıştır. Başbağlar şehidleri iki hıyanete mâruz kalmıştır;
Çağdaşların, tek taraflıların, büyük medyanın sessizlik, hiç bahs etmeme, unutturma, yokmuş farz etme hıyanetine… İslâmcı cephenin (nâdir istisnalar dışında) ilgisizlik, hak aramama, hatıralarını yaşatmak için çalışmama hıyanetine.
Çağdaşlar (haklı veya haksız sebeplerle)
Müslüman topluluk içinde Başbağlar’ın da bir müze-köy haline getirilmesi için hiçbir kıpırdanma ve girişim yok.
Elimden gelse o mazlum köyü, o şehidler köyünü müze yaparım, konaklama tesisleri kurarım ve yurdun her yerinden turlarla vatandaş getirir şehid mezarları başında ağlatırım. Ağlamak yasak değil, ağlamak gericilik değil…
bütün Müslümanlara sesleniyorum. Başbağlar’ı unuttunuz, Başbağlar’ı gündemden çıkarttınız. Başbağlar şehidlerine vefasızlık ettiniz. Böyle bir vefasızlık hepimiz için büyük ayıptır, yüz karasıdır.
Biz o hale gelmişiz ki, Çanakkale’ye gruplar halinde gidiyoruz ve orada
olmayan bir rehberle şehitlikleri gezemiyoruz. Bize sadece bir hürriyet kaldı: Şehid kabirlerine kapanmak ve hüngür hüngür ağlamak. O yasak değil ama onu da yapamıyoruz. 01 Temmuz 2009