Pazar

Alaplı’dan bir hanımefendi telefon etti, “Kadınlara ve kızlara yönelik ne gibi faydalı, kültürel faaliyetler yapabiliriz?” diye sordu. Cevaplarımı arzediyorum:

(1) Bu gibi faaliyetlere kesinlikle siyaset, ideoloji ve din karıştırılmamalıdır.

(2) Bence faydası olmayan konferanslar, konuşmalar, açık oturumlar tertiplemektense, birkaç kişiye hüner, beceri, mârifet öğretecek kurslar tertiplemekte yarar vardır.

(3) Eskiden o bölgede her köy evinde el dokuması kumaşlar üreten tezgahlar vardı. Bunlar zamanla yok oldu. Şimdi bazı yerlerde bu iş yeniden canlandırılıyor. Mesela Kastamonu valiliği bu işi teşvik ediyor, kurslar açıyor. Böyle kumaşlar İstanbul’daki bazı lüks mağazalarda değerlendirilebilir. Turistlere, zengin kesime satılabilir. Bunun için de el ile eğrilmiş, tabiî boyalarla boyanmış yün, keten, ipek, pamuklu kumaşlar üretilmesi gerekir. Mutlaka uzmanları bulunmalı, onlardan rapor alınmalı, onların direktifinde iş yapılmalıdır. Bayburt taraflarındaki ince yünlü ihramlar yeniden dokunmaya başlandı. Bilhassa yabancılar çok ilgileniyor.

(4) Geçenlerde lüks eşya satan bir mağazaya gitmiştim. Orada, İtalya’dan ithal edilmiş topraktan mâmul çok güzel saksılar gördüm. Düşünebiliyor musunuz, toprak saksıyı bile İtalya’dan getirtecek kadar geri kalmışız. Ülkemizde topraktan yapılıp fırınlarda pişirilmiş saksı, testi ve sair eşya hâlâ üretiliyor ama bunların sanat boyutu yok veya çok az. Alaplı’ya bir yerden bir usta getirtilir, ithal edilen eşyaya, müzelerdeki tarihî parçalara bakılarak yüksek tabakanın itibar edeceği, hattâ ileride dışarıya satılabilecek zarif, sanatlı, beğenilen eşya üretilebilir. Bu da, ancak uzmanları ile işbirliği yapılarak gerçekleşecek bir şeydir.

(5) İstanbul pazarlarında Çin’den getirilmiş işlemeli yastıklar görüyorum. Bizim de zengin bir işleme kültürümüz ve mirasımız vardır. Bu konuda bir kurs açılabilir, nefis örtüler, yastıklar, işlemeler öğretilir. Bunların bir kısmı ile evler süslenir, bir kısmı satılır, aile bütçesine katkıda bulunulur. Çinli yastık yapıp Türkiye’ye kadar yollayabiliyor da, biz niçin aynı şeyleri yapamıyoruz?

(6) Eskiden İstanbul’da hayli yaygın bir yazma sanatı ve zenaati vardı. Kumaşların üzerine şimşir kalıplarla desenler basarlar, bunları boyarlar ve başörtüsü, masa örtüsü, yorgan yüzü ve sair örtüler meydana getirip satarlardı. Bu sanatımız da çok gerilemiştir. Bu konuda da bir kurs açılabilir. Ustasını, öğretenini bulmak şartıyla.

(7) Pek bilinmeyen, çok yapılmayan reçel cinsleri vardır. Ceviz, patlıcan, karpuz, havuç, hünnap reçelleri gibi. Bunlar üretilse büyük marketlerde satılabilir, yapanlara para kazandırır. Bilenini bulup öğrettirmek gerek.

(8) Yöre mutfağının pek bilinmeyen çorbaları, yemekleri, tatlıları, börekleri de bir kurs açılarak öğretilebilir. Sonra bu konuda bir kitap da yayınlanabilir. Bu yemek ve tatlılardan biri, günün birinde büyük şehirlerde rağbet kazanabilir.

(9) Uzmanını bulmak şartıyla “Türk evi ve odası” konulu bir kurs açılabilir. Geleneksel ev kültürümüz yok olmak üzeredir. Şimdiye kadar Türk ve Müslüman usûlü ile döşenmiş tek ev ve oda görmemişimdir. Bu konuda hayırlı teşebbüsler yapılabilir.

(10) Çevreyi yeşillendirmek için faaliyetlerde bulunulabilir. Mesela, orada “Aylandoz” ağacı yoksa, İstanbul’dan tohumu getirtilir, ekilip fidanlar elde edilir ve gereken yerlere dikilir. Kökeni Çin olan bu ağaçlar çok çabuk büyür, su ve gübre istemez, özel bir bakım gerektirmez, taş duvarda, asfalt kenarında bile biter, kısa zamanda büyür, yeşillik yapar. Çınar, akasya ve başka ağaçlar nazlıdır, bakım ve masraf ister. Aylandoz ile ağaçlandırma ve yeşillendirme çok ucuza ve zahmetsiz gerçekleştirilebilir.

(11) Bakıma ve yardıma muhtaç kediler, köpekler ve diğer hayvanlar için bir şeyler yapılabilir. Belediyenin bunları öldürmesi kesinlikle caiz değildir. Hayvanlara acımayan, onları sevmeyen ve korumayan bir medeniyet düşünülemez. Bir hayvan barınağı, veteriner kliniği açılabilir.

(12) Yaşlı, kimsesiz, güçsüz, felakete uğramış, hasta, hapishaneye düşmüş vatandaşlar ile ilgilenilebilir, onlara yardımcı olunabilir.

Mazluma Yardım

Başına bir sürü felâket gelen, beş parasız kalan, son derece büyük bir sıkıntıya düşen, çeşitli zulüm ve mağduriyetlere uğrayan bir Müslüman, belki yardım ederler ümidiyle islâmî bir cemaatin bir kuruluşuna müracaat etmiş. İlgililer kendisini dinlemişler, “Bir araştırma yapalım” demişler. Netice menfi çıkmış. “Size yardım etmemiz mümkün değildir, çünkü siz bizden değilsiniz” hükmünü vermişler.

Maalesef zamanımız Müslümanlarının büyük bir kısmı hiziplere, fırkalara, klüplere ayrılmıştır. Kendi gruplarından olmayan Müslümanları dışlamaktadırlar.

Cemaatler, hizipler, fırkalar, meşrebler dinin, iman kardeşliğinin, ümmet birliğinin üzerinde tutulmaktadır.

Futbol klübü tutar gibi tarikat, hizip, fırka, meşreb militanlığı ve fanatizmi yapılmaktadır.

Böyle aşırılıklar ehl-i İslâm için iyi değildir. Netice meydandadır. Zillet, esaret, hakaret, musibetler ve belalar Müslümanların başından eksik olmamaktadır.

Kur’an bize “Hepiniz toptan Allah’ın ipine (Dinine, Şeriatına) sarılınız. Sakın ayrılıp parçalanmayınız. Tefrikaya düşerseniz gücünüz ve üstünlüğünüz elinizden gider” meâlinde nasihat veriyor ama dinleyen yok. Birtakım alçak ve reziller Allah’a, Peygamber’e, Kur’ana, Şeriat’a, Sünnet’e, dine, imana, mukaddesata saldırıldığı ve hakaret edildiği zaman tepki göstermiyor, tel’in ve takbih etmiyor, yasal hudutlar içinde savunma yapmıyor. Lakin kendi tarikatlarına, cemaatlerine, şeyhlerine, hocaefendilerine en ufak bir tenkit yapıldığı zaman ateş kesiliyorlar. Böyle Müslüman olur mu? Bu herifler baronlarını Allah’tan, Peygamber’den, Kur’andan, Şeriat’tan daha mı üstün görüyorlar?

Mağdur, mazlum, mahpus Müslümanlarla ilgilenmek hepimizin borcudur. “Sen bizden değilsin… Onlar bizden değil” gibi şeytanî bahane ve kuruntular şuurlu ve sâlih Müslümana yakışır mı? İslâm’da kan grubu çeşitliliği gibi tabiî olan birtakım mezhep, tarikat, meşreb çeşitlilikleri vardır. Bu çeşitlilikler yüzünden Müslümanları dışlamak, onlarla ilgilenmemek, kardeşlik bağlarını kopartmak doğru mudur?

Bazı cemaatler taraftarlarından topladıkları trilyonları kendi baronlarının kaprisleri, tantanaları, şahsî menfaat ve nüfuzları uğrunda harcamaktadır. Saray gibi köşklerde yaşayan baronlar olduğunu biz biliyoruz. Böyle bir uygulama Muhammed aleyhissalatü vesselamın getirdiği hak dine ve nizama uygun mudur?

Birtakım sahtekâr habisler, beyinlerini yıkadıkları taraftarlarının omuzları üzerinde büyük dünyevî saltanatlar kurmuşlardır. Mağdur, mazlum, felaketzede bir Müslümana beş kuruş vermezler ama kendi fanatizmleri uğrunda trilyonlar harcarlar. Bu ne biçim Müslümanlıktır? 07 Haziran 1999