Haram kazanç ve israf
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
İngiltere’nin Leeds üniversitesinden, Yücel isminde bir öğrenci Ağustos ayında yayınlanmış olup Londra’da deliler ve çılgınlar gibi alışveriş eden, israflı harcamalar yapan tesettürlü hanım ile ilgili yazım dolayısıyla Millî Gazete’ye bir faks çekmiş. Metni aşağıdadır:
“Beyefendi merhaba!.. Aslında gazetenizi ve yazılarınızı pek okumam, ancak elime geçen bir nüshasını karıştırdım. Sizin, Londra’da alışveriş eden bayan ile ilgili yazınızı okudum. Bu benim de gözlemlediğim bir konudur. Gözlemim şudur: Kendilerini dindar ve maneviyatçı olarak niteleyen bazılarında müthiş bir maddiyat hastalığı vardır. Ben İngiltere’de öğrenciyim. Çevremdeki muhafazakar arkadaşların buradan araba satın alıp Türkiye’ye götürüp orada üç dört kat fazlasına satmak için nasıl uğraştıklarını gördükçe şaşırıyorum açıkçası. Üstelik bu işi yaparken ülkeye girişte 3000 Mark rüşvet vermekten de sözediyorlar. Çok ilginç. Hem dindar ol, hem maddiyat peşinde koş, hem rüşvet ver. Nasıl dindarlıktır bu? Anlamak zor. Ben sosyal demokratım. Sözünü ettiğim arkadaşlarla iyi insanî ilişkilerim var. Bunları yüzlerine söyleyeceğim ama ayıp olur diye söylemiyorum. Sanırım muhafazakar arkadaşlarım bu dünyanın bir “Sınav yeri” olduğuna dair klasik dinî sloganı terketmişler.”
Evet birtakım dindar geçinen, örnek Müslüman ve İslâm’ın temsilcisi oldukları sanılan kimselerin maddiyata aşırı düşkünlükleri ve haram helâl demeden çılgınca, hattâ bazen kuduzca para, mal, mülk edinmek için çırpınıp didinmelerini herkes ayıplıyor. Böylelerini ancak ahmaklar, câhiller, şuursuzlar destekler, alkışlar ve sever. Bir insan sadece “Ben Müslümanım” demekle, abdest alıp namaz kılmakla, âilesindeki hanımlar ve kızlar başlarını örtmekle iyi Müslüman olmaz. İyi Müslüman, İslâm’ın ahlâka, muamelata, aksiyonlara ait hüküm ve tavsiyelerini hayatına tatbik eden kimsedir.
İslâm dini israfı, gösterişe ve gurura yönelik tüketimi, haram kazanç elde etmeyi kebâirden yâni büyük günahlardan saymıştır. İsraf içki içmek, domuz eti yemek, riba alıp vermek, fâhişelik yapmak, hırsızlık ve haydutluk etmek gibi büyük bir günahtır. Eline para, mal, mülk, bol gelir, imkân geçen birtakım şuursuz ve sorumsuz Müslümanların israfa kapılmaları: Nemrud’lar, Firavun’lar, Neron’lar gibi saçıp savurmaya başlamaları günah olarak onlara yeter de artar. Üstelik bu adamlar israf yaparken gurura, kibre, tafraya, cakaya, böbürlenmeye kalkışıyorlar. Ne büyük gaflet!
Müslüman kesimdeki bazı bozuk adamlar zengin olmak için her haltı yiyor. Meselâ, İngiltere’den yukarıdaki mesajı gönderen Yücel beyefendinin anlattığı gibi rüşvet bile veriyorlar. Türkiye’de birtakım zamane dindarları para kazanmak için bankacılık, sigortacılık sektörüne girmişlerdir. İslâm Şeriatı banka ve sigortaların bugünkü işleyiş şekillerine cevaz vermez. Peki dindar görünen, İslâm’ı ve Müslümanları temsil iddiasıyla ortaya çıkan birtakım kişiler bu işleri nasıl yapabiliyorlar? Banka ve sigorta konusunda bilgi edinmek isteyenler muteber fıkıh kitaplarına, gerçek din alimlerinin eserlerine müracaat edebilirler.
Maalesef son yıllarda islâmî kesimde yiyici, devşirici, hortumlayıcı, götürücü, tokatlayıcı, talan edici birtakım haşarat peydahlanmış ve sayıları gittikçe artmaya başlamıştır. Bunlar İslâm’ın ve Ümmet’in dostları değil düşmanlarıdır. Onların niyetleri, zâhirlerinden ve işlerinden anlaşıldığı üzere bozuktur. Onların dinleri paraları, kıbleleri karılarıdır. Böylelerinin bu dine, bu dâvaya, bu ümmete verdikleri zararı ne Farmason verir, ne ateist, ne de zındık.
Ben bazı Müslüman talebeler biliyorum, gider bir vakıfa “Başka bir yerden burs almıyorum, bundan sonra da almayacağım” diye taahhüt verir, burs kopartır. Halbuki dört beş yerden, aynı taahhütlerle burs almaktadır. Bunlardan bu dine, bu ümmete, bu mülk ve millete ne hayır gelir?
İslâmî kesimdeki bazı adamlar kısa zamanda büyük zengin oldular. Nasıl oldular? Helâl ticaretle mi?
Velhasıl israf ve onu doğuran haram ticaret, din rantı islâmî kesimin iki büyük derdidir.
27 Mayıs 1960 hükümet darbesinden sonraki terör ve zulüm devrinde bir ara Ali Fuad Başgil hocayı, önce sıkıyönetim kumandanlığının Harbiye’deki binasının yerin iki kat altındaki bodrum hücrelerinden birine atmışlar, orada bir müddet “terbiye” ettikten sonra Balmumcu Çiftliği’ndeki askerî hapishâneye göndermişlerdi.
Başgil kimdi? İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku kürsüsünün başkanıydı. Şimdi kalkmış olan “Ordinaryüs Profesör” unvanına sahipti. Akademik kariyerin doruğuna çıkmış, yaşını başını almış, Türkçe ve Fransızca eserler vermiş, binlerce talebe yetiştirmiş, Türkiye’ye hizmet etmiş bir ilim adamıydı. Hayli yaşlanmış, saçlarına ak düşmüştü. Böyle bir ilim adamının tutuklanması, zindana atılması doğru muydu?
İstanbul Üniversitesinde başka bir profesör vardı. Sıddık Sami Onar idare hukuku sahasında uzmandı. O, yıkılan iktidara düşman olduğu, ihtilâlin meşruiyetine fetva verdiği için, olağanüstü rejimin sanki şeyhülislamı ve müftiülenamı idi. Sivil idareye taraftar Müslüman halk bu yüzden ona Sıddık değil Zındık derlerdi.
Üniversitelerde yeni bir tasfiyeye gidileceği, binlerce öğretim görevlisinin uzaklaştırılacağı yolunda rivayetler var. Sanırım bu işi zamanın Zındık Sami’leri planlıyor ve teşvik ediyordur. Gidenler Ali Fuad Başgil’ler olacaktır. Allah zalimlere ve zındıklara fırsat vermesin.
İstanbul’da Süleymaniye Kütüphânesi’nde her cumartesi günü saat sanırım 10’da Hattat ve Ebrucu Fuat bey tarafından ebrû dersleri verilmektedir. Geleneksel sanatlarımız arasında bulunan ve Batılıların “Türk Kâğıdı” dedikleri bu işe merak edip öğrenmek isteyenler, ücretsiz olarak verilen kurslara katılabilirler. Ancak, maymun iştahlı olan, birkaç ders devam edip de sonra bırakacak olan iradesizler müracaat etmemelidir. Daha fazla bilgi edinmek isteyenler, kütüphâne idaresinden bilgi edinebilir. Kültür Bakanlığı’nı, böyle bir kurs açtığı için tebrik ediyoruz. 04 Ekim 1998 Pazar