Salı

 

Haram kazanç elde etmek, haram para yemek, haram yoluyla çok büyük servetler edinmek zamanımızda genelleşmiş ve yaygın hale gelmiştir. Ülkemizde yekûn olarak haram para ve servet miktarının 200 milyar dolar olduğu söylenmektedir. Bence daha fazladır. Peki, bu paralar bu ülkeye uğur mu getirir, uğursuzluk mu? Elbette uğursuzluk ve felâket getirir.

Büyük haram servetlere sahip bazı kişiler bir müddet sonra tevbekâr oluyor, artık haram kazanç elde etmeye son veriyor; hattâ bazısı namaza başlıyor. Acaba bu adamlar, tevbe etmekle, daha önce elde etmiş oldukları haram paranın günahından, vebalinden, uğursuzluğundan kurtulmuş olurlar mı? İslâm dini, bize, Allah’ın kendi hakkını affettiğini fakat kul hakkını affetmediğini bildirmektedir. Haram paralar kul hakkı yenerek kazanılmıştır. Binaenaleyh sadece tevbe etmekle, pişman olmakla bunların yükü ortadan kalkmış olmaz.

Geçenlerde anlattılar, haram yiyicinin biri bir ara şöyle demiş:

– Haram yediysem çok şükür kul hakkı gasbederek yemedim. Ben devleti, mahallî idareleri tokatlayarak zengin oldum. Zaten düzen bozuk olduğu için böyle gelirler câizdir, bir nevi ganimettir…

Bu herif kimi aldattığını sanıyor? Devletten, mahallî idarelerden çalınan, gasbedilen, hortumlanan paralarda milyonlarca vatandaşın, bu arada saçı bitmedik yetimlerin, sefalet içine düşmüş dulların, çaresiz ve bîkes ihtiyarların hakkı vardır.

17 Ağustos 1999’da vuku bulan büyük zelzele için büyük miktarda yardımlar toplandı. Hem devletimiz verdi, hem de halkımız. Ayrıca dış dünyadan da hayli para ve eşya geldi. Bu konuda müfettiş raporları açıklandı. Bu paraların önemli bir kısmı, yerine ulaşmamış; büyük paralar harcanarak bürolar tanzim edilmiş, yüklü telefon paraları ödenmiş, bir sürü israf ve masraf yapılmış… Bu konuda yolsuzluk yapanlar, kuru bir tevbe ile (onu da ederlerse) kendilerini kurtaracaklarını mı sanıyorlar? Zelzelenin yaraları hâlâ sarılmadı. O iş için toplanan yüzlerce trilyon paranın, on kuruşuna kadar felaketzede halka verilmesi, bir kısmı ile de felaketin yaralarının sarılması gerekirdi.

İslâm dini ve şeriatı, hangi para ve kazanç helâldir, hangileri haramdır, bu konuda teferruata (ayrıntılara) inerek çok kesin bilgiler vermektedir.

Rüşvetle, suiistimal ile, irtikâb ile, devletin ve belediyelerin bütçelerini hortumlayarak, içki ve kumar ile, kadın satışı ile, faiz ile, uyuşturucu ticareti ile elde edilen kazançlar kesinlikle haramdır, ateştir, uğursuzluktur.

İslâm dini ve şeriati ticaretle ilgili kurallar koymuştur. Malı, kusurunu söylemeden satmak haramdır, bir malın tanıtımını ve reklamını yaparken yalan söylemek yine haramdır.

İslâm dini, bazı alışverişleri “Bey’bi’l-bâtıl” (Batıl, geçersiz alış veriş) kategorisine sokmuştur.

Birtakım Müslümanlarda çok yanlış kanaatler, kuruntular var. Bir sürü günah işliyor, bir yığın haram yiyor ve sonra hacca gidiyor ve anasından doğmuş çocuk gibi tertemiz oluveriyor. Bu adamlar Allah’ı kandırdıklarını mı sanıyor? Dinimiz tevbe edenin günahlarının affedileceğini, makbul ve mebrur bir haccın yine tevbelerin kabulü, kulun bağışlanması için bir vesile olduğunu bize bildiriyor ama her şeyin şartları, kuralları vardır:

1. Allah kendi hakkını affeder, kul hakkını affetmez.

2. Karada şehid olarak çok büyük bir mânevî rütbe kazanmış olanların bile, üzerlerindeki kul hakkı baki kalır, affedilmez.

3. Ancak, denizde şehid olanların, böyle bir şehadet büyük bir fedakârlık olduğu, çok zahmetli olduğu için üzerlerindeki kul hakları affedilir. O hakları Allah-ü Teâlâ hazretleri kendi hazinesinden öder.

4- Üzerinde kul hakkı olanlar bunları elden geldiği kadar ödemek, telâfi etmekle mükelleftir.

5. Bir sürü kul hakkı var. Yahut toplumu, halkı, ülkeyi dolandırarak haram yemiş, haram servet elde etmiş. Pişman olunca ne yapmalı? Bütün haram servetini elden çıkartmalı, fukaraya tasadduk etmeli. Bunu yapabilecek kaç tevbekâr çıkar?

Adamın suçu, günahı, cinayeti para, mal, servet ile ilgili; o ise kuru ve ucuz bir tevbe ile, sadece sözle kurtulacağını sanıyor.

Haram paralar ateştir, felakettir, musibettir, afettir, beladır, vebaldir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileyiş ve çöküş zamanlarında çok haram yeniyordu. Sonunda o devlet-i muazzama yıkıldı.

Devletimizi, ülkemizi, milletimizi kurtarmak, yüceltmek istiyorsak haram yenilmesinin, haram yollarla kazanç ve servet elde edilmesinin önüne geçmemiz gerekir. Bu, emr-i mâruf ve nehy-i münker (iyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek) farzına dahil önemli, hayatî, zarurî bir vazifedir.

Bazı adamlar, bazı ihalelerden yüzde on komisyon alıyormuş. Bu, haramdır.

Bazı adamlar, torpil ile, binbir dalavere ile devlet ve belediye bütçelerini hortumluyormuş. Bu da haramdır.

Bazı adamlar, kuruluşlar, firmalar, rant, repo, riba yoluyla yüz milyonlarca dolar elde ediyormuş. Bu da haramdır. Üzerinde yaşadığımız ülkede bizden önce de her asırda, her devirde insanlar yaşamıştır. Nerede onların servetleri, malları, mülkleri, paraları. Hepsi âhireti boyladı, malları ve paraları bu dünyada kaldı. Ne mutlu iman ile göçebilmiş, temiz hesapla âhirete gidebilmiş olanlara.

Haram yiyiciler bu dünya adaletini atlatabilirler. Lakin yarın Büyük Hesap Günü’nde ilahî bir mahkeme kurulacaktır, onu atlatmaları, onu yanıltmaları, ondan kurtulmaları mümkün olmayacaktır.

Haram yiyicilerin hepsi de dinsiz değildir.Maalesef bazı dindar geçinen Müslümanlar da haram yiyor, büyük haram servetlere sahip oluyor. Bu adamlar birtakım şeytanî fetvalar almaktadır. Hiçbir hakikî müftü, gerçek din âlimi, muttaki hoca harama fetva vermez. Verenler hoca, müftü, alim değil şeytandır, şeytandır, şeytandır.

Seçimleri filan parti kazanacak ve ülke kurtulacak, selamete çıkacak…Peki bunca para, haram para ne olacak? Bazılarının yanına kâr mı kalacak? Kalmaz, kalmaz, kalmaz. Acısı aheste aheste çıkar. 04 Aralık 2002