Pazar

 

Genç nesillerin harcandığı, hem de feci şekilde harcandığı kanaatindeyim. Ehl-i dünya taifesinin gençliği harcamasına yanmam da, Müslümanların, yetiştirme perdesi ardında harcamalarına çok hayıflanırım.

Gençlerin yetişmesi ne demektir? Bu soruya önce menfi açıdan cevap vereyim:

1. Gençleri barındırmak, onlara yemek vermek, burs dağıtmak yetiştirmek mânâsına gelmez.

2. Son derece konforlu, temiz, lüks yurtlar yapılsa; buralarda barınan gençlere bütün maddi imkanlar sağlansa, bunlar onların iyi yetişmesine yetişmez.

3. On binlerce temiz ve inançlı gence, yekûn itibariyle trilyonlarca liralık burs verilse, bunun da doğrudan doğruya iyi yetişmekle, adam olmakla ilgisi yoktur.

Gençleri yetiştirmenin dört boyutu vardır:

a. Bilgi, kültür, inanç boyutu. Bunun birinci maddesi edebî-yazılı kültür Türkçe’sini iyi bilmeleridir. Türkçe’yi biliyor mu, bilmiyor mu? Bunun ölçeği de şudur: Türk edebiyatının en büyük şairi ve edibî Fuzulî’nin divanını eline verirsiniz. Bir kaside veya gazel okutursunuz, metnin şerhini yapabiliyor, tahlil edebiliyor, mânâsını anlayabiliyorsa edebî-kültürel Türkçe’yi biliyordur. Bilmiyorsa, cahilin tekidir. Efendim, bizim çocuğumuz cebir, geometri, fizik, kimya sahasında birinciymiş, yok elmasmış, yok pırlantaymış, yok yirmi dört ayar altınmış; şöyle iyi, şöyle hoşmuş… Bunlar boş edebiyattan ibarettir. Sadece edebî ve zengin Türkçe’yi bilmek de yetmez; tarih kültürü olacak, Fransa liselerinde okutulduğu kadar psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik bilecek, sosyoloji bilecek, sanat tarihi ve kültürü bilecek. Hem genel kültür sahibi olacak, hem kendi millî kültürüne gerektiği derecede vâkıf bulunacak. Bazı cemaat ve tarikatların kendilerine bağlanan gençler için “Bizim gençlerimiz çok yüksektir, hepsi yakuttur, zümrüttür, elmastır…” övgülerine aldanmamak gerekir. Bu işin bilgi ve kültür tarafı, müslümanların inanç boyutları da var. Genç nesillerin ehl-i sünnet akidesine bağlı olarak yetiştirilmeleri gerekir. İmandan sonra, en önemli husus tashih-i itikattır. Filan İslâmî cemaate girmiş, kendisine burs, ranza, barınak, yemek temin edilmiş, lâkin itikat konusunda yetersiz bırakılmış. Böyle bir genç, elbette iyi yetiştirilmiyor demektir. Eskiden Osmanlı devrinde liselerde mufassal akaid, usûl-i fıkıh, fıkıh okutulurmuş.

b. Aksiyon (amel), ahlâk, karakter terbiyesi. Genç nesillere bu da verilemiyor. Müslüman yalan söylemez, gıybet etmez, söz verince sözünden dönmez, emanete hıyanet etmez. Müslüman mürüvvetlidir, cömerttir, misafirperverdir. Müslüman kendisine kötülük eden bir din kardeşine, iyilik eder. Mesela biri kendisine bir kötülük yaptı, aradan seneler geçti, o adamın başına bir felaket geldi; Müslüman koşar, ona yardım eder. Kötülüğe kötülük her kişinin kârı; kemliğe iyilik er kişinin kârı… Eskiden çocuklar, gençler, yetişen nesiller aile ocağında, okulda, lonca teşkilatında, sosyal hayatın her kademesinde ahlâk, fazilet, mürüvvet öğreniyorlardı, zamanımızda bunlar bitti. Herif Müslümanım diyor, İslâmcılık edebiyatı yapıyor, sonra yemediği halt yok. Yağlı kemik kapmak için, haram menfaatler temin etmek için, her boyaya giriyor. “Bu düzen bozuktur, bozuk düzenlerde bozuk şeyler yapılabilir…” Bunu söyleyenler alçaktır, Müslümanlıkta böyle şey olmaz. Müslüman doğru, güvenilir, aldatmayan, hile yapmayan, alışverişte Şeriatın hüküm ve ölçülerine uyan; para için azmayan, kudurmayan, çıldırmayan kimsedir. Gençlerimizi ahlâk ve karakter terbiyesi konusunda yetiştirecek kadrolarımız ve müesseselerimiz var mı? Anne ve babalar, “Aman çocuğumuz okusun, parlak bir meslek sahibi olsun, hayata atılınca çok para kazansın, lüks ve konforlu yaşasın…” şeklinde düşünüyorlar. Bu kafayla çocuklar terbiye edilebilir mi?

c. Genç nesillere şehir ve medeniyet görgüsü öğretmek gerekir. Bu da, lafla, istemekle, olsun demekle oluvermez. Medenî ve görgülü olmak için, uzun yıllar boyunca terbiye ve edeb dersleri almak gerekir. Bugün Türkiye’ye hakim kültür kırsal kesim, göçebelik, varoş, taşra, gecekondu kültür ve zihniyetidir. Tek kelimeyle bedevîlik diyebiliriz. Herif bir milyon dolarlık lüks meskende oturuyor, yüz bin dolarlık lüks otomobile biniyor, Karun kadar zengin, çuvalla para harcıyor, ama kitaba, sanata, kültüre harcama yapmıyor; evinde servetiyle mütenasip zengin bir şahsî kütüphanesi yok. Ben bu adama nasıl medenîdir diyebilirim, bedevîdir.

ç. Estetik kültürü ve terbiyesi. Ülkemiz her geçen gün daha çirkinleşiyor. Daha doğrusu çirkinleştiriliyor. Binalar çirkin, caddeler, sokaklar, meydanlar çirkin, insanların kılık kıyafeti çirkin, evlerin dekorasyonu çirkin. Maalesef insan ayağı basan her yer çirkinleşiyor. Bunun sebebi nedir? Genç nesillere estetik, sanat, güzellik, zarafet eğitimi ve kültürü verilememesidir. Suriye’nin Halep taraflarında, Ürdün’de yeni yapılan binalar, o yörede bol bulunan taşlarla kaplanıyor. Bu taşlar binaları daha güzel gösteriyor. Bizim ülkemizde de, çeşit çeşit taş var, ama yapılaşmada bunlar kullanılmıyor. Niçin kullanılmıyor? Zevksizlikten. Sokakları, meydanları dolaşınız, bilhassa zenginlerin ikamet ettikleri semtlere gidiniz ve insanlarımızın kıyafetlerine bakınız. Rezalet, rezalet, rezalet… Eskiden hali vakti yerinde olanlar güzel, temiz, düzgün, rabıtalı giyinirlerdi. Kostümleri kostüme benzer, gömlekleri gömleğe benzerdi. Şimdi parası olanlar da, berbat şekilde giyinip kuşanıyor. Belki fakirlerin mazeretleri vardır, peki kılık kıyafetine milyarlar harcayan şu adamın palyaço gibi giyinip gezmesine ne demeli? Genç nesillerimize güzelliği, zarafeti, sanatı, estetiği kendisine uygun düşen ve yakışan şeyleri seçmesini nasıl öğreteceğiz? Bir şey öğretmek için bunları bilen öğreticilerin bulunması gerekmez mi?

Benim bu yazımı, kaç liseli ve üniversiteli genç okur bilmiyorum. Bu sayının fazla olacağını da sanmıyorum. Okuyanlara, ümitlerini kırmamaları şartıyla, acı gerçeği açıkça beyan etmek isterim: Harcanıyorlar.

Harcanmamak için çareler ve çözümler arasınlar. Bugünkü okullarla, bugünkü üniversitelerle iyi yetişmek mümkün değildir. Cebir, geometri, fizik, kimya, biyoloji bilmekle adam olunmaz. Adam olmak o kadar ucuz değildir. Paralel-alternatif eğitim alacak yollar, kapılar bulsunlar. Kemâl ehlinin (kaç kişi kaldı acaba?) istidatlı, liyakatli, kabiliyetli, ruh asaletine sahip gençlere yardımcı olmaları, onlar için bir vazife ve borçtur. Benim bu konuda hiçbir iddiam yoktur, tarafıma müracaat edilmemelidir. Konuyu gündeme getirmek, hatırlatmak için bu satırları yazmış bulunuyorum. 05 Nisan 2004