Salı

 

Ülkemizde sadece Pembe Türkler yok, başka iki kimlikli topluluklar da var. Bunlardan biri, onlara Hardal Sarısı Türkler diyebiliriz, yine Yahudidir ama Pembelerden ayrıdır. Pembeleri İsrail devleti açıktan Yahudi olarak kabul etmez. Hardal Sarısı olanları farklı bir tür Yahudi olarak kabul eder.

Bu Yahudilerin sayısı fazla değildir. Onların kendilerine mahsus sinagogları, mezarlıkları, vakıfları bulunur. Nüfus hüviyet kartlarının din hanesinde ne yazar bilmiyorum. Kuvvetli bir ihtimalle Musevî yazıyordur.

Bunlar, toplumumuz içinde küçük bir azınlıktır. Haklarına, farklılıklarına saygı besleriz. Kendileri ile hiçbir alıp vereceğimiz yoktur.

Ancaaak!… Bunların bir kısmı Müslüman görünmektedir ama değildirler. Tıpkı Pembeler gibi iki kimliklidirler. Dıştan Müslüman görünürler, içlerinde Hardal Sarısı Yahudi kimliği vardır.

İş bununla da bitmiyor.

Bu adamların bir kısmı ülkenin dominant dini olan İslâm’a karşı agresif, militan, fanatik bir şekilde bir

“uygarlık ve çağdaşlık savaşı”

vermektedir.

İşte bu son derece vahimdir.

Efendi sen samimî ve gerçek bir Müslüman değilsin, senin Müslüman kimliğin eğretidir. Madem ki, iki kimliklisin, bari din konusunda sesini çıkartma, fitne ve fesada yol açacak saldırılar, Don Kişot’luklar yapma.

Bunlar medyaya da sızmışlardır. İrtica, aşırı dincilik gibi konuları temcid pilavı gibi ısıtıp ısıtıp kamuoyunu bir takım kuruntularla meşgul edenlerin yüzde doksanı Pembe Türklerle, Hardal Sarısı Türklerdir. Geriye kalan yüzde on da Benzetilmiş Türklerdir.

İstiklal savaşı kazanıldıktan sonra 1922’de ordumuz İstanbul’u işgal kuvvetlerinden teslim almıştı. Mütareke yıllarında düşmanla işbirliği yapan birtakım Rumlar ve Ermeniler, yabancı güçlerle birlikte kaçtılar, malları İstanbul’da kaldı. Büyük matbaa tesisleri olan bir Ermeninin mallarının üzerine Hardal Sarısı Türklerden biri oturdu. Bu adamın ismi Müslümandı, nüfus cüzdanında dini İslâm olarak görünürdü ama İslâm’a, Müslümanlara en amansız şekilde saldırmıştır.

Aradan kaç kuşak geçti. Bu Hardal Sarısı adamın gazetesi hâlâ dine, dindarlara insafsızca, vicdansızca saldırmaktadır. Din ve inanç evrensel bir değerdir. Evrensel metinlerle, beyannamelerle, sözleşmelerle kabul edilmiş ve korunmuştur. Din, inanç, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyeti insanların, toplumların vazgeçilmez haklarından ve hürriyetlerindendir. Peki bu Hardal Sarısı Türkler nasıl oluyor da bu değere, bu hak ve hürriyetlere agresif şekilde saldırabiliyorlar? Onlar bu cür’et ve cesareti nereden alıyorlar?

Bu memlekete komünizmi, marksizmi Pembe Türkler sokmuştur. Daha Osmanlı devleti zamanında bizdeki bütün sosyalist ve marksist önderler, gazeteciler, müteşebbisler hep Pembe’dir. Pembelerin yanında Hardal Sarısı Türkler de vardır.

Hardal Sarısı Türklerin çıkardığı gazete bir ara, İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında, Hitler orduları yıldırım gibi fütuhat yaparken Nazi ideolojisini, Almanya’nın Yeni Nizam’ını desteklemişti. Hattâ o zamanın diktatörü Millî Şef İnönü hazretlerinin, Ankara’dan İstanbul’a trenle geldiği bir gün, Haydarpaşa garında, kendisini karşılayanlar içinde bulunan Hardal Sarısı renkli gazete patronunu terslediği rivayet edilir.

Dünyanın hiçbir ileri, medenî, demokrat, insan haklarına bağlı ve saygılı, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş ülkesinde, o ülkenin hâkim dinine saldırılmaz. Bizde ise bu konuda bitmez tükenmez müzmin bir savaş sürdürülmektedir.

Adam Müslüman görünüyor, öldüğü zaman cenazesi camiye getiriliyor, namazı kılınıyor, sonra bir İslâm kabristanına gömülüyor. Lakin gerçekte Müslüman değil. İki kimlikli. Ya Pembe, yahut Hardal Sarısı. Ve bu adamlar, yıl 2004 olmuş, hâlâ İslâm’a, hâlâ dindar Müslümanlara verip veriştiriyorlar. Türkiye gerçekten çok talihsiz bir ülkedir.

Bizde acayip bir sistem var. Bir çocuk doğunca yakınları nüfus dairesine gider onu nüfus kütüğüne kayd ettirir. Çocuğa verilen nüfus hüviyet kartında din hanesi vardır. Oraya İslâm, Hıristiyan veya Yahudi yazılır. Devlet Hıristiyan ve Yahudilere karışmaz ama Müslümanlara karışır. Evet sen Müslümansın ama kendi istediğin şekilde Müslüman olamazsın, benim istediğim şekilde Müslüman olmaya mecbursun denir ona.

Devlet yaz tatilinde okul çocuklarına verilen din ve Kur’ân derslerine kadar karışır.

Neymiş efendim, ilköğretim okulunu bitirmemiş çocuklara tatilde din dersi verdirilemezmiş. Niçin? Akla, hukuka, mantığa, temel haklara uygun bir gerekçesi var mıdır bu kısıtlamanın?

İsrail’de medenî nikah yoktur.

Orada nikah işleri hahamlara bırakılmıştır.

Bizde biri, “İsrail’de olduğu gibi bizde de nikah işleri din adamlarına bırakılsın” demeye kalksa adamı perişan ederler. Devletimiz laiktir ama Müslümanların dindarlıklarına karışır. Fazla dindar olmak sanki bir suçtur.

Pembelerin, Hardal Sarısı renklilerin istediği Müslümanlığın esasları şudur:

1. Din hürriyeti vardır, hüviyet kartına Müslüman yazdırabilirsin.

2. Öldüğün vakit cenazen camiye getirilir, namazın kılınır ve İslâm kabristanında toprağa verilebilirsin. Bu da senin hakkındır.

3. Bundan sonra ayağını denk al. Türkiye laiktir ve laik kalacaktır. Din konusunda her istediğini yapamazsın.

Geçenlerde Pembe, yahut Hardal Sarısı veya benzetilmiş biri bir talebe yurdunu kontrol ediyormuş. Yanındaki arkadaşına “Ben burada irtica kokusu alıyorum, galiba burada gizlice öğrencilere namaz kıldırılıyor…” demiş. Adamın zihniyetine bakınız: Öğrenci yurdunda namaz kılınıyormuş ve bu yüzden irtica kokuları alıyormuş… Müslüman bir ülkede bir öğrenci yurdunda çocukların ve gençlerin, namaz kılmalarından daha tabiî ne olabilir?

Pembeler, Hardal Sarısı renkliler ve Benzetilmişler Büyük Britanya’da 1944’ten beri bütün kolejlerde, derslere başlanmazdan önce okulun kilisesinde âyin ve ibadet yapıldığını bilmiyorlar mı? Biliyorlar ama orası İngiltere’dir. Orada olabilir de bizde olmaz. Çünkü Türkiye onların babalarının çiftliğidir, atalarının mandırasıdır.

Diyelim ki, tek kimlikli bir kökene sahip bir Müslüman dinsizleşti. Bu kişi agresif, militan, fanatik, jakoben bir İslâm ve Müslüman düşmanı olmaz. Halkımın dinidir, bir ferdi olduğum toplumun dinidir der ve aşırılıktan kaçınır.

Bizde aşırı şekilde din düşmanlığı yapan, saldırganca hareket eden dinsizler, iyi biliniz ki, kesinlikle şu iki zümreye mensuptur:

(1) Ya iki kimliklidir.

(2) Yahut beyni yıkanmış, şartlı refleksli hale getirilmiş, iyice bozulmuş, dejenere edilmiş, aliene olmuş bir Benzetilmiştir.

Bu “Benzetilmiş kelime, kavram ve terimini hafızalarımıza nakş etmeliyiz. Batı dünyasında da ateistler, dinsizler var. Onların çok az bir kısmı agresif bir şekilde dinle savaşırlar, büyük kısmı mutedil (ılımlı) hareket eder.

Peki iki kimliklilerin, İslâm dini ve Müslümanlarla sürdürdükleri savaşın asıl sebebi nedir?

Ranttır ranttır ranttır…

Onlar bu memleketin yüz milyarlarca dolarlık rantını yemektedirler. İslâmla ve Müslümanlarla savaşmalarının birkaç sebebini sıralayayım:

(1) Azınlıkta olan kendilerini ilerici, medenî, çağdaş olarak göstererek fikrî planda bir meşruiyet kazanmak.

(2) Çoğunlukta olan Müslümanların uyanmasına, demokratik meşru yollardan hakimiyeti ele geçirmelerine mâni olmak. Onların üzerinde devamlı terör fırtınaları estirmek; onları ezmek, sindirmek, sersemletmek.

Peki, ülkemizdeki bu gerçekten utanç verici, anormal durum nasıl düzelecektir?

Bunun da çareleri ve çözümleri vardır:

Bir:

Çoğunluğu teşkil eden Müslümanların en akıllı, en zeki, en istidatlı, en kabiliyetli çocuklarını en iyi iç ve dış okullarda ve üniversitelerde ve bilhassa sosyal ilimler ve sosyal kültür sahasında yetiştirmeleri.

İki:

Düşmanlarının tuzaklarına düşmemek için birlik ve beraberlik içinde bulunmaları; yasal sınırlar dahilinde teşkilatlanmaları, üniter bir hiyerarşiye sahip olmaları.

Üç:

Var güçleriyle ticarete, üretime, sanayie, ithalat ve ihracata yönelmeleri. Kazandıkları paralarla ülkenin, halkın, devletin kalkınmasına, güçlenmesine, üstün olmasına hizmet etmeleri. Paralarını, kazançlarını kesinlikle din sömürücüsü hain baronlara kaptırmamaları. Sahte ve göz boyayıcı hizmetler değil, mutlaka yapılması gereken gerçek hizmetler yapmaları.

Dört:

Zevzekliği bırakıp işe, aksiyona, harekete yönelmeleri.

Beş:

Şifahî, bedevî, marjinal bir toplum olmaktan kurtulup; medenî, yazılı, müessir bir toplum haline gelmeleri.

Altı:

Demokrasinin sadece bir kemmiyet (kelle sayısı) meselesi olmadığını artık anlamalı; keyfiyet sahasında da güç, vasıf, ağırlık, üstünlük kazanmak için ne yapılması lazımsa onları eksiksiz olarak yapmalı.

Yedi:

Edebiyat, tarih, sanat, mimarlık, dekorasyon, giyim kuşam, şehircilik, bahçecilik, geleneksel millî sanatlar sahasında üstünlüğü ele geçirmeleri.

Sekiz:


Bilgi-kültür, aksiyon-ahlâk, sanat-estetik boyutları çok gelişmiş; vasıflı, güçlü, üstün elemanlar yetiştirip bunlardan meydana gelen tuttuğunu kopartır kadrolar kurmaları. 21 Temmuz 2004