SalıTARİHİ biraz geçmiş ama yine de faydasız ve ibretsiz değil. Önümde

“Harvard Üniversity, Facts and Figures 1992”

başlıklı 32 sayfalık bir broşür duruyor. ABD’nin en ünlü ve güçlü üniversitesi olan bu kurum hakkında okuduğum bazı satırları dikkatinize sunarak bazı hükümler çıkartmaya çalışacağım.

1636’da kurulan Harvard 1992’ye kadar ülkesine 33

(otuz üç)

Nobel ödülü kazandırmış.

Üniversitenin kütüphanesinde 12 (on iki) milyon kitap

varmış.

Şimdi bu iki bilgiye dayanarak bazı yorumlar yapalım:

Türkiye son bir asırda niçin bir tek Nobel bile kazanamamıştır?

Bu soruyu bilhassa çağdaşlara, kurtuluşumuzu Batı’yı taklitte bulanlara, yönetime hakim olanlara, samimî veya samimiyetsiz Kemalistlere yöneltiyorum.

Nijerya gibi bazı üçüncü dünya ülkeleri Nobel kazanmışlardır da biz niçin kazanamadık,

kazanamıyoruz?

Yetmiş küsur üniversitemizin çoğu yeni, lâkin başında bay Alemdaroğlu’nun bulunduğu İstanbul Üniversitesi 500 yıllık bir müessesedir.

O eski ve köklü ihtisas kurumu niçin ülkemize bir tek Nobel sağlayamadı?

YÖK adlı çağdışı bir kurul tarafından idare edilen

üniversitelerimizin birinci vazifesi ülkemize Nobel’ler kazandıracak güçlü, vasıflı, üstün, çağ seviyesinde uzmanlar yetiştirmek değil, dindar Müslüman kızların başörtüleriyle savaşmaktır.

Ha, unutmadan söyleyelim:

Harvard’ta başörtüsü ve kıyafet diye bir problem yoktur.

Müslüman öğrenci kızlar isterlerse tesettür kıyafetiyle gelip ders dinleyebilirler, onlara kimse karışmaz, engel olmaz. Nitekim böyle kızların sayısı da az değildir. Erkek Müslüman öğrencilerin islâmî kıyafetlerle, başlarında islâmî serpuşlar olduğu halde binalara ve dershanelere girmeleri de serbesttir.

Bizim üniversitelerimizde nur topu günlerin kanına giriliyor başörtüsü terörü ile. Bu konu bir referandum ile halka sunulsa, ezici ekseriyet (çoğunluk) ne diyecektir? Dokunmayın çocuklara. İsteyen başı örtülü, isteyen başı açık gelip okusun. Önemli olan ilimdir, irfandır, uzmanlıktır…

Harvard’taki on iki milyon kitaba karşılık bizim en eski, en köklü kütüphanemizde acaba kaç kitap var?

Sanırım İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde

bir- iki yüz bin kitap vardır.

Zaten kütüphanelere dadanıp da harıl harıl kitap karıştıran bir kafa da yoktur bizde. Bizde üniversiteler çağını doldurmuş bir zihniyeti, bir ideolojiyi, bir sistemi desteklemekle vazifelidir.

Evvelce yazmış idim ama tekrarlamakta fayda görüyorum: Bundan iki buçuk yıl önce

Prof. Alemdaroğlu’nun yardımcısı Prof. Dr. Nur hanım tarafından telefonla aranarak üniversitedeki bir açık oturuma konuşmacı olarak davet edildim.

Daveti kabul ettim, gününde gittim. Diğer konuşmacılar

Prof. Toktamış Ateş, Prof. Asaf Savaş Akat, Prof. Ahmet TanerKışlalı

idi. Açık oturumun saati henüz gelmemişti, salonda oturup bekledim. Biraz sonra sayın rektör Alemdaroğlu cenapları pür tantana, pür velvele salona dahil oldular.Yanında dekanlar vardı.

Herkesin elini sıktı, yanımdan geçtiği halde benim elimi sıkmadı, hoş geldiniz demedi.

Ben yabancı bir üniversiteye davet edilseydim oranın rektörü benim elimi sıkmaz, hoşgeldiniz demez miydi? Elbette derdi. Çünkü böyle bir şey görgü, nezaket, medeniyet, insanlık kurallarındandır.

Konuşmam esnasında başta Rektör olmak üzere bir kısım dinleyiciler bağırıştılar, gürültü patırtı ettiler.

Bir iki hafta sonra da savcılıktan çağırıldım.

Orgeneral Çevik Bir imzasıyla savcılığa resmî bir yazı gönderilmiş, bir nevi şikayette bulunulmuştu.

İşte Türkiye’nin Nobel kazanmasına engel olan zihniyet Alemdaroğlu ve yandaşlarının zihniyetidir.

Gazeteci ve düşünür Gülay Göktürk hanım

ateist olduğunu açıkça söylüyor ama

zihniyet itibarıyla Alemdaroğlu’nun 180 derece zıt kutbudur.

Göktürk demokrat, insan haklarına saygılı, başörtülü kızların haklarını savunan ve bu yüzden zaman zaman başı ağrıyan bir aydındır.

Aydın vatandaş o kişidir ki, inançlarını paylaşmadığı kimselerin de haklarını, hürriyetlerini savunur.

Üniversiteler bir ülkenin, bir milletin, bir devletin beyni durumundadır. İdarecilere, aydınlara, halka onlar ışık tutar, yol gösterir.

Harvard Profesörü

Samuel Huntington

, “Medeniyetlerin Çatışması” adlı kitabı ile bütün dünyaya ışık tutmuştur.

Bizim üniversitelerimizin ışığı kendine yetmiyor, nerede kaldı ki, yöneticileri, halkı, ülkeyi aydınlata. Bir ülkedeki haksızlıklara, yolsuzluklara, kötü işlere karşı en büyük muhalefet odağı üniversitelerdir. Ciddî, ilmî, vasıflı muhalefet yapmayan bir üniversite, yok demektir.

Türkiye üniversiteleri henüz

büyük bir Türk lügati

, büyük ve mufassal bir

Türk tarihi,

büyük bir Türkiye coğrafyası,

Jean Deny

‘ninkinden daha değerli bir Türkçe gramer bile yazıp ortaya koyamamıştır.

Namuslu öğretim görevlilerini tenzih ederim ama bizim üniversitelerimizdeki bazı sahtekârlar çalıntı eserler bile bastırmıştır. Halen bir takım yüksek lisans tezleri, doktoralar para ile başkalarına yazdırılıp üniversiteye sunulmaktadır.

Sosyal, edebî, tarihî, felsefî kültür sahasında bir profesörümüzün ciddî bir eser yazdığını ve bu eserin yabancı dillere çevrildiğini hiç duydunuz mu?

Maalesef yoktur.

Halil İnalcık, Şerif Mardin, Kemal Karpat, Oktay Sinanoğlu

ve birkaç benzeri profesörümüz bizim üniversitelerimizin eseri değildir. Onlar birer istisnadır ve kuralı bozmazlar.

Anayasa değişir demokratikleşirsek ülke kurtulurmuş. IMF birkaç on milyar dolar daha verirse Türkiye düze çıkarmış. Seçimlerde bizimkiler kazanırsa memleket feraha ve refaha kavuşurmuş. Hayır hayır hayır… Bu kafa, bu zihniyet, bu sistem, bu yönetim tarzı, bu üniversiteler böyle kaldıkça bizde sabah olmaz. 26 Aralık 2001