Hasta mı, Müşteri mi?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Çarşamba
Sağlık konusunda iki ana ve önemli konu vardır.
İnsanların hasta olmamaları, sağlıklı yaşamaları.
Hastalandıkları taktirde kolay, ucuz, zahmetsiz bir şekilde tedavi edilip sağlıklarına kavuşmaları.
Önce ikinci madde üzerinde biraz duralım:
(1) Dünyada çeşitli tıp sistemleri vardır. Hangi tıp, tedavide daha başarılı ise o üstündür. İlle de Ortodoks Tıp kilisesinin istediği olacaktır, öbür tıp sistemleri bâtıldır demek yanlıştır. Bir hastalığı, bir hastayı Çin tıbbı, bizdeki geleneksel ve resmen kabul edilmiş tıptan daha kolay, daha çabuk, daha ucuz, daha zahmetsiz şekilde tedavi ediyorsa o üstündür, onun teşvik edilmesi ve uygulanması gerekir.
(2) Tıbbın ve ilaç sanayiinin endüstri haline gelmesi çok yanlış bir şeydir. Doktorlar çok para kazansın, ilaç fabrikaları çok kâr etsin düşüncesi sağlıklı değildir.
(3) Biz Müslümanlar, Peygamberimizin haber verdiği üzere, ölümden başka her derdin, her hastalığın bir çaresinin, bir ilacının olduğuna inanırız. Bu inancımız, gerçekle uyuşmakta ve örtüşmektedir.
(4) Bugünkü Ortodoks Tıp kilisesini inkâr etmemek, büsbütün dışlamamak kaydıyla tıpta, tedavide, ilaçta geleneksel ve doğal olana yönelmek gerekmektedir.
(5) Doktorları, özel hastahaneleri, tıp sanayiini zenginleştirmek için yapılan bütün fuzulî, lüzumsuz ameliyatların durdurulması gerekir.
(6) Zaruret olmadıkça kimyevî ilaç kullanılmamalıdır.
(7) Modern tıp, kandaki fazla
sebep olduğu damar sertliğini, damar tıkanmalarını, kalp hastalıklarını yüzde yüz tedavi edememektedir. Hastalar, yekûn olarak milyarlarca dolarlık pahalı kimyevî ilaçlar kullanıyor, çok zor ve zahmetli açık kalp ameliyatları yapılıyor. (Kalp ameliyatının ömrü uzatmadığı kesinlikle isbat edilmiştir), çok ıstırap çekiliyor… Halbuki paralel tıplar bu hastalıkları ucuza, zahmetsiz bir şekilde tedavi edebiliyor. Karabaş otu suyu, melissa suyu, elma suyu, elma sirkesi, ökse otu çayı ve diğer bazı şifalı-tıbbî bitkilerle yapılan üç aylık tedavi sonunda kolestrol düşmekte, damarlar açılmakta, kalp rahatlamaktadır. Bu tedavi, 100 lirayı aşmayan bir masrafla hastahaneye yatmadan kolayca gerçekleşebiliyor. (Perhize dikkat etmek, acıkmadan sofraya oturmamak, sofradan doymadan önce kalkmak, pahalı ve ağır yemekler yememek, sigara ve içki kullanmamak şartıyla).
(8) Başka bir örnek: Mide ve bağırsak hastalıkları
çok kesin bir şekilde tedavi edilmektedir. (Taze beyaz lahananın, elma veya havuç gibi suyu sıkılacak ve taze taze içilecek, bekletilmeyecek…) Ne kadar kolay, ne kadar ucuz, ne kadar zahmetsiz bir tedavi değil mi? Ama bazılarının işine gelmiyor.
Elbette ki, önüne gelen herkes doktorluk yapsın, tedavi etsin demiyoruz. Geçerli diploması olan her ehil kişi tedavi edebilmelidir. Pekin Üniversitesinde Çin tıbbı okumuş, kapı gibi diploma almış, yahut Almanya’da homeopat doktor olmuş veya bitki yağları, suları, tozları ile tedavi sahasında tahsil görmüş, uzman olmuş, diploma almış… Bu gibi şahsiyetlere muayenehane açmak, hasta tedavi etmek imkânı tanınmalıdır.
Şarlatanlar, üçkâğıtçılar, dolandırıcılar, vicdansızlar, ümit tâcirleri bu sahaya girebilirmiş… Elbette girebilir. Lakin onlar girecek diye yolu büsbütün tıkamak doğru değildir. Şarlatan, dolandırıcı, üçkağıtçı konvansiyonel tıpta yok mudur? Bazı firmaların fazla ilaç satmak için ne dolaplar çevirdiklerini bilmiyor muyuz? Kanserle pençeleşen ve ölmek üzere olan bir hastaya dünyanın en pahalı antibiyotiklerini ve ilaçları verenler yok mudur? Hasta yakınlarının parasını tırtıklamak için can çekişen bir hastaya bir sürü boru bağlıyorlar, oksijen çadırına koyuyorlar, birtakım aletlere ve cihazlara bağlıyorlar. Bunun ne faydası var? Faydası yok, eziyeti ve işkencesi çok.
Sonunda astronomik bir fatura…
Geçen gün çörek otu hakkında Fransızca bir internet sitesinde uzun bir yazı okudum. Peygamberin “Ölümden başka her derde devadır” dediği bu şifalı ve tabiî madde ne kadar ucuz, kullanılması ne kadar zahmetsiz bir ilaçtır. Ben şimdi bir laboratuvar kursam, hâlis (yüzde yüz tabiî) bal içine öğütülmüş çörek otu, az miktarda biberiye yağı (romaren) ilave etsem, şifalı bir ilaç olarak piyasaya sürsem, ambalajın ve kavanozun üzerine ilaç kelimesini yazdığım için mahkemeye verilirim, tazminat ödemeye mecbur kalırım, hattâ hapse atılırım… Böyle bir şey hakka, hukuka, vicdana, insafa, adalete, bilgeliğe, sağduyuya aykırı değil midir?
İlaç sanayiinin ürettiği onbinlerce, yüzbinlerce kimyevî müstahzardan hangisi uzun ömürlü oldu? Bir tek aspirin var. O da basit bir madde. Benim çocukluğumda ve gençliğimde eczahanelerde satılan, reçetelere yazılan, hastalar tarafından yutulan ilaçların hiçbirisi artık piyasada yoktur. Şifalı bitkiler ise binlerce yıldan beri yürürlüktedir, hizmet vermektedir.
(A) Hastaların hasta olarak değil de, müşteri olarak görülmesi,
(B) İlaç sanayiinin devleşmesi ve tıbbı dev bir ahtapot gibi kolları içine alması,
(C) Doktorluğun çok kazanç getiren, bazılarına köşeyi döndüren, dudak uçurtacak büyük servetler kazanılmasına vesile olan bir ticaret ve kazanç sektörü haline gelmesi.. İnsanlık çapında bir felakettir.
Daha fazla para kazanmak, daha çok ilaç satmak için
bulunması gerekiyor. Ucuz, kolay, zahmetsiz tedaviler kasıtlı olarak baltalanıyor.
Yazımın başındaki birinci maddeye gelelim: Bir toplum iyi ve sağlıklı bir şekilde beslenmezse hastalıktan kurtulamaz. Türkiye halkı kasıtlı olarak hasta edilmektedir.
1.
Halka tam kepekli komple buğday unundan yapılmış sağlıklı ve doğal ekmek yedirilmelidir.
2. Bütün medenî ülkelerde
azalırken bizde çoğaltılıyor. Sigara kullanan bir toplum iflah olmaz, sağlıklı olmaz. İsterse bizzat içsin, isterse içenlerin dumanını çeksin.
3. Ülkemizdeki bir kısım
ve teşvik etmektedir. Alkol sağlığa zararlı bir beladır.
4. Halkımız son derece kötü beslenmektedir. Varlıklı mutlu azınlık tıka basa yerken, fakir ve yoksul çoğunluk gerekli besinleri alamıyor.
5.
Bunlar halk sağlığını çürütmekte, tıp ve ilaç endüstrisine milyonlarca müşteri temin etmektedir.
Şarlatanlara, namussuzlara, üçkağıtçılara, dolandırıcılara fırsat ve imkan vermemek şartıyla paralel tıplara izin verilmelidir. Doktorluk köşeyi dönme, kısa zamanda zengin olma mesleği olmaktan çıkartılmalıdır. İlaç sanayiinin devleşmesine fırsat verilmemelidir. Tıb insanîleştirilmelidir.
Bir İslâm tıbbı vardır. Böyle yazdığım için Beyazlar bana
diyecekler. Desinler… İslâm dininin yaşandığı bir toplumda hastalıklar ve hasta sayısı az olur. Bu tıbbın bir özelliğini söyleyeyim ve sözlerime son vereyim: İslâm tıbbında hastalar müşteri değildir, sadece hastadır, insandır ve bu yüzden Müslüman tabibler tedavi ettikleri, ilaç verdikleri hastalardan ücret istemezler. Zengin olanlar verir, fakir olanlar teşekkür ve dua eder. Hattâ bâzen Müslüman bir tabib, çok fakir bir hastasının reçetesinin arasına ilaç parasını da koyar. (Üsküdar’da Sultan Tepesi’nde Kazanlı Doktor Sıbgatullah Bey’in böyle yaptığını, Abdullah Battal Taymas’ın “İki Maksudi’ler” adlı kitabında okumuştum…) 06 Temmuz 2006