Salı

 

Son yarım asırda, hele otuz beş sene içinde Müslümanlar niçin başarılı olamadılar, niçin bocalayıp durdular ve niçin bugünkü kötü duruma düştüler? Müslüman kesimin fikir adamlarının bu konuyu incelemeleri ve kitap çapında açıklamalar, izahlar ortaya koymaları gerekir. Bu başarısızlığın başlıca sebepleri bence şunlardır:

(1) Müslümanlar sosyal kültür ve uzmanlık sahasında YETERLİ miktarda dünya ve çağ seviyesinde VASIFLI elemanlar yetiştirememişlerdir. Fakir ve geri toplumlar en zeki, en istidatlı, en kabiliyetli çocuklarını doktor ve mühendis olarak yetiştirir. Müslümanlar da böyle yapmışlardır. Halbuki iletişim, gazetecilik, televizyonculuk, mimarlık, şehircilik, eğitim, edebiyat, sanat, tarih, felsefe, dekorasyon, moda konularında çok güçlü, çok üstün, çok vasıflı elemanlar yetiştirmeleri gerekirdi.

(2) İslâmî hareket şehir ve metropol hareketi olmaktan çıkmış, sosyolojik ve antropolojik açıdan bir kırsal kesim, bir taşra, bir varoş, bir köylü hareketine dönüşmüştür. Köylü derken tabiî ki, zihniyet ve kültürü kasd etmiyorum. Bu kültür yapısı ile kurtulmak, yücelmek, hür olmak, yenmek mümkün değildir.

(3) İslâmcılık hareketine, siyasal İslâm cereyanlarına çok miktarda arivist (ikbal avcısı, din sömürücüsü, ahlâksız) karışmış ve bunlar kutsal İslâmî kavram ve değerleri mıncıklamışlar, İslâmî hareketi sabote ve dejenere etmişlerdir. 1970’li yıllarda mücahid pozlarına bürünen bazı radikal İslâmcılar daha sonra, bozuk dedikleri düzenin yağlı kemiklerine saldırmışlar ve dâvaya ihanet etmişlerdir. Biz kaç sahte mücahidin bilahare müteahhit olup köşeyi döndüğünü iyi biliyoruz.

(4) Hafızlığa, Kur’ân kurslarına, İmam-Hatip mekteplerine gerekenden fazla önem verilmiş ve yatırım yapılmıştır. Birileri İslâm’ın ve Müslümanlarının kurtuluşunun normal eğitimden, bilhassa liselerden geçtiğini anlayamamıştır. Yakın tarihlere kadar Müslümanların ve onların başlarını çekenlerin, ender istisnalar dışında, tutarlı ve derli toplu bir eğitim plan ve programları olmamıştır.

(5) Müslümanlar geçen elli yıl içinde ülkenin en güçlü, en tesirli, en vasıflı medyasını kuramamışlardır. Bu sahaya milyarlarca dolar yatırım yapılmış, fakat hedefe ulaşılamamıştır. Bu konudaki en büyük yanlışlığa her cemaatin, her fırkanın, her zümrenin

kendi

gazetesini,

kendi

televizyonunu kurmak hırsı sebebiyet vermiştir. Şu anda çeşitli İslâmî cemaat ve tarikatler Türkiye’de yüzlerce ayrı dergi çıkartıyorlar. Ne büyük enerji, imkân, emek israfı… Bu devirde artık İslâmî gazete, İslâmî dergi, İslâmî televizyon olmaz. Bir Müslüman olarak,

Türkiye’nin bütünü

için kurarsın bu müesseseleri.

(6) İslâmcılar, İslâmî hareket mensupları, siyasal İslâmcılar, büyük ölçüde İslâm ahlâkının emir ve yasaklarına uymamışlardır. Uyanları tenzih ederek konuşuyorum: Maalesef İslâmî kesimde yolsuzluklar, uygunsuz hareketler haram ve kara servet birikimleri, dolandırıcılıklar görülmüş ve yaşanmıştır. Bir ara birtakım Holdingler vardı. Ne oldu onların bazısı? Toplanan paralar nerededir? Bir İslâmcı, düzene veya sisteme bozuk diyor, onu yenisi ve iyisiyle değiştireceğim diyor ve sonra eline imkân geçince aç kurtlar gibi bu bozuk düzenin haram menfaatlerine, yağlı kemiklerine saldırıyor. Böyle İslâmcılık olur mu? Müslüman, ihalelere fesat karıştırabilir mi? Müslüman, işlerden komisyon alabilir mi? Müslüman, haram yiyebilir mi? Müslüman, kara para sahibi olabilir mi? Müslüman, soygun yapıp doların milyarı ile zengin olabilir mi?

(7) Kendi şahsî ikbal, prestij, riyaset ve servetleri için gece gündüz, canla başla, yılmadan usanmadan çalışan birtakım İslâmcılar maalesef din için böylesine çalışmamışlardır. Namaz için, tesettür için, halkın ilmihalini öğrenmesi için, tashih-i itikad için, İslâmî şuurlanma için, fütüvvet için yapılması gerekenlerin yüzde üçü bile yapılmamıştır.

(8) İslâmî kesimde açık ihanetler de görülmüştür. Dinî âlet ederek, saf dindarları kandırarak birtakım makamlara çıkanlar, sonra verdikleri sözleri unutmuşlar ve onların tam tersini yapmaya başlamışlardır. Müslüman kesim câhil ve saf bırakıldığı için bunların tuzaklarına düşmüş ve perişan olmuştur.

(9) İslâmî kesim, büyük çoğunluğu ile bir “şifahî toplum” haline gelmiş, şifahîlikten yazılı ve medenî toplum derecesine yükselememiştir.Bunda da ona yol gösterenlerin büyük hatâ ve kusuru olmuştur.

(10) Müslümanlar arasında ümmet değer ve kavramı unutulmuş ve ortaya birbirinden kopuk ve bağımsız bir yığın cemaat çıkmıştır. Bunlar, güçlerini bazı hizmetler konusunda bir türlü birleştirememişlerdir. Cemaatlerin faydalarını ve hizmetlerini inkâr etmiyorum. Benim dikkatleri üzerine çekmek istediğim konu ve incelik başkadır. Cemaatler faydalı ve hizmetli olsalar bile, Müslümanlar bir ümmet yapısı ve hiyerarşisi içinde ve Ümmet mensubiyeti zihniyetiyle hareket etmezlerse başarılı olamazlar. Peygamber boşuna buyurmamıştır: “Cemaat rahmettir, tefrika ise azab…” Cemaat nedir? İttihad, vifak, bir İmamü’l-Müslimine biat ve itaattir. Tefrika ise bin bir parçaya ayrılmak, bu parçaların bazısı bazısıyla çekişip tepişmek, cemaatler arasında rekabet ve husumet olmak gibi hallerdir. Peygamber ne demiş? “Bulunduğu zamandaki Emîrü’l-mü’minîne biat etmeden ölen kimse sanki câhiliyet ölümü ile ölmüş olur…” Zerre kadar ilmi, irfanı, vicdanı olanlar düşünsünler.

(11) Türkiye’nin tarihi incelendiğinde tarikatların asırlar boyunca oynadıkları önemli roller ve yaptıkları hizmet ve fütuhatlar görülecektir. Tarikat hayatı zayıfladığı, araya sahteler girdiği (Gerçek tarikat ve şeyhleri tenzih ediyorum) için bu sahadaki bozulma bütünün bozulmasına sebebiyet vermiştir. Fatih SultanMehmed genç yaşında İstanbul’u feth ettiğinde, fetih akşamı Otağ-ı Hümayun’unda şöyle buyurmuştur: “Şehri aldığıma değil, (Akşemseddin Hazretlerini işaret ederek) şu muhterem zatın zamanında yaşadığım ve ona bağlı olduğum için seviniyorum…” Osmanlı cihan devletini ayakta tutan güçlerden biri de mâneviyat, tarikat, tasavvuf, fütüvvet gücü idi. Bu güç yitirilince rüzgârımız da elden gitti.

Onbir madde ile iktifa ediyorum (yetiniyorum). Bunların doğruluğu, isabetli olup olmadıkları tartışılabilir. Tartışılması da lâzımdır. Müslümanlar sorgulamaya, özeleştiriye mutlaka açık olmalıdır. Menfi olmamak, hakaret etmemek, yıkıcı şekilde yapmamak şartıyla tenkit etmekte hiçbir sakınca yoktur; aksine nice faydalar ve hayırlar vardır.

“Bizim hiç yanlışımız yok, bütün yanlışlar karşıtlarımızdadır”

zihniyeti ile bir yere varamayız.

Müslümanlar son yarım asırda, hele son otuz yıl içinde çok büyük, çok vahim hatâlar yapmışlardır. Bunlar mutlaka tartışılmalı ve bilinmelidir. 15 Kasım 2006