Salı

Kanuni Sultan Süleyman’ın Şeyhülislamı, tefsir sahibi

Ebussuud Efendi Hazretlerinin

şöyle bir fetvası vardır :

“Zeyd-i müslim mahalle camiinde imamlık yapmak mı, yoksa neccarlık (marangozluk) yapmak mı efdaldir? El-cevab: Beş vakit farz namazları camide kılmak şartıyla neccarlık yapması efdaldir.”

Bu fetvadan alacağımız çok dersler, çok ibretler vardır. Müslümanların hayat insanı olmaları gerekir. Kaç türlü beşeri faaliyet varsa onların hepsinde de, Müslümanların üstün olmaları gerekir.

Bütün iktisadî faaliyetler, ticaretin her çeşidi, bütün zenaatler, sanatlar, endüstri sahasının her dalı… Tarım, hayvancılık, arıcılık, balıkçılık, çiçekçilik, tavukçuluk, tıbbî ve şifalı bitkiler, kaktüsçülük… Yüzlerce çeşit geleneksel sanatlar, el dokuması kumaşlar, porselen, seramik, toprak, tahta üzerine oymalar, nakkaşlık, taş ve mermer işçiliği, maden sanatı, kumaş üzerine işlemeler, halıcılık, kilimcilik…

Kültür ve sosyal araştırma sahasında da Müslümanlar öncü, üstün, birinci olmalıdır. Ümmet içinde yeterli sayıda edebiyatçı, lisaniyat alimi, tarihçi, sosyolog, antropolog, etnolog bulunmalı; gece gündüz, harıl harıl çalışarak araştırma ve inceleme yapmalı ve bunlar yayınlanmalıdır.

Mimarlık, iç mimarlık, peyzaj mimarlığı, şehircilik, bahçecilik gibi konularda da Müslümanlar güçlü, vasıflı elemanlar yetiştirmelidir. Bu elemanlar, Müslümanların yaşadığı topraklara İslâm kültürünü, İslâm medeniyetini, İslâm sanatının damgasını vurmalıdır.

Müslümanların giyim kuşam, kadın tesettürü, erkek serpuşu konusunda da çok güçlü, çok vasıflı uzmanları bulunmalıdır. Şu yetmiş milyonluk Müslüman Türkiye’ye bakınız. Giyim kuşamımızdan, kılık kıyafetimizden Müslüman olduğumuz anlaşılıyor mu? Kendi kültür, medeniyet ve kimliklerine uygun giyinmek konusunda Mecusî Hindular, bizden daha şuurlu ve haysiyetli durumda.

Velhasıl ilme, kültüre, sanata, zenaate, çalışma ve iktisad hayatına hakim olamadığımız için şu anda son derece yabancılaşmış vaziyetteyiz. Neye yabancılaşmışız? Dinimize, kimliğimize, tarihimize, benliğimize, tek kelimeyle kendimize yabancı olmuşuz.

Son elli yıl içinde Müslümanlar din görevlisi, hafız, hoca yetiştirme işini birinci plana aldılar. Akıllarınca böyle elemanlar yetiştirilince, toplum da düzelecek ve İslâmî hayat güç kazanacaktı. İstedikleri olmadı.

Hafızlık, elbette çok büyük bir şereftir. Lakin hafızlık bir meslek değildir, bir iş değildir. Hafızlık, İslâmî ilimlerden bir ilim de değildir.

Farz edelim hiç durmadan, var gücümüzle çalıştık ve on sene içinde on milyon hafız yetiştirdik. Bu hafızlar ordusuyla Türkiye’nin makus talihini yenebilecek miyiz?

Çok rica ediyorum, beni hafızlığa ve hafızlara karşı olmakla suçlamayın. Ne demek istediğimi anlamaya çalışın. Lütfen, bayram haftası dediğim zaman, sandal tahtası anlamasın kimse.

Müslümanların acilen şu saha ve sektörlerde vasıflı, güçlü, üstün elemanlara ihtiyacı vardır. Sıfatları tekrarlıyorum: Vasıflı, güçlü, üstün… Bu sıfatlar olmazsa işe yaramazlar.

– İletişim uzmanları; gazeteciler, televizyoncular, yayıncılar.

– Büyük ve kudretli tarihçiler.

– Yine büyük ve kudretli mimarlar. Le Corbusier, Aalto gibi.

– Büyük ve kudretli eğitimciler, pedagoglar.

– Büyük ve kudretli, dünya çapında modacılar, dekorasyon uzmanları ve üstadları.

– Şehirciler, bahçe ve peyzaj mimarları.

– Çok güçlü kişiliğe, ahlâka, fazilete, engin bir kültüre sahip vasıflı politikacılar.

– Gerçek aydınlar.

– Gerçek ve büyük din bilginleri.

Bunların miktarı ne kadar olmalıdır? Yeterli miktarda olmalıdır. Soruyorum, yukarıdaki saydığım işleri hafızlar yapabilirler mi? Bundan dört yüz sene önce, Sumatra adasının kuzeyindeki Açe Sultanlığı, Portekizlilere ve Hollandalıları karşı savaşabilmek ve direnebilmek için Osmanlı Devletinden yardım istemişti. Osmanlı Devleti, o Müslümanlara yardım olarak ne gibi elemanlar göndermişti?

– Top dökmesini bilen mühendisler ve ustalar.

– Barut yapmasını bilen uzmanlar ve ustalar.

– Gemi inşasını bilen mühendisler.

Ve bunların yanında:

– Hattatlar

– Nakkaşlar,

– Tezhibçiler… gönderilmişti.

Hafızlık elbette büyük şeref, ulvî bir unvan ve makamdır ama Ümmet-i Muhammedî hafızlarla ayakta tutamazsınız, kurtaramazsınız. Bu çağ Müslümanları iki şeyin gerisinde kalmışlardır:

– İslâm’ın gerisinde,

– Çağın gerisinde…

Merhum Ebussuud Efendi Hazretleri ne diyor:

“Beş vakit namazını cemaatle kılmak şartıyla neccarlık efdaldir..” diyor.

“Çocuğum hafız olsun…” Ne güzel bir emel ve temenni… Olsun… Ancak, sadece hafızlıkla yetinmesin. Alim olsun, fazıl olsun, hikmetli olsun, ahlâklı ve faziletli olsun. Dünyevî mesleklerden birinde uzman olsun…

Hafıza, dünyevî bir meslek öğretmezseniz, hafızlığı ticarete, geçime, paraya alet edebilir. Bu ise hem kendisi, hem ümmet için bir felaket olur.

İmam-ı Gazali gibi alimler,

Mimar Sinan gibi mimarlar,

İbn Haldun gibi tarih felsefecileri,

Barbaros gibi denizciler,

Karahisarî gibi hattatlar,

Fuzulî gibi şairler,

Pîrî Reis gibi coğrafyacı ve haritacılar… yetiştirmek için plan program yapalım ve bütün maddî gücümüzü ve imkanlarımızı bunun gerçekleşmesi için seferber edelim. 16 Şubat 2005