Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 1952-56 yılları arasında okudum. Taşradan gelen medeniyetsiz öğrencileri kısa zamanda uygarlaştırmak için cumartesi günleri konferans salonunun önündeki mekanda dans dersleri verilirdi. Kız erkek mi? Hayır, o zaman kızlar ile erkekler iç içe ve samimî değildi, danslar birbirlerine sarılmış erkekler tarafından yapılırdı.

Dans medeniyetti, ilerilikti… Ceza hukuku hocamız bir gün derste şöyle konuşmuştu:

– Çocuklar, biz bu günlere öyle pek kolay gelmedik. 1930’lu yıllarda okulda (o zaman fakülte değil, yüksek okulmuş) balo yapılacak ama dam (kadın) bulamıyoruz. Millet henüz uygarlaşmamış, çekiniyorlar. Damsız balo olur mu? Arkadaşlarıma dedim ki: Daha olmazsa analarımızı, bacılarımızı getireceğiz ve yine bu baloyu yapacağız!

Balo uygarlıktı, ilerilikti… Yine kaç profesörden şu teraneyi dinlemişimdir:

– Çocuklar operaya gidin, opera seyredin, opera müziği dinleyin…

Opera uygarlıktı, ilerilikti…

Her hafta Cumhurbaşkanlığı Senfoni Operası, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi salonunda konserler verirdi. Senfonik konser medeniyet demekti, terakki demekti…

1950’li yıllara kadar ülkede çok az sayıda lise vardı ama bunlar liseydi. Lise bitirme imtihanı, Bakalorya (olgunluk) imtihanı vardı.

Galatasaray lisesinin edebiyat öğretmenlerinden bazısını sayayım:

Nihat Sami Banarlı… Orhan Şaik Gökyay… Şair AhmetKudsi Tecer…

Liselerde felsefe dersleri okutulurdu. Psikoloji, mantık, ahlak, metafizik, estetik…

Otuz kişilik sınıfın hepsi Osmanlı edebiyatını iyi öğrenemezdi ama üç beş kişi Fuzulî’yi okuyabilirdi.

Sonra liseler çoğaldı, seviye sıfırın altına düştü ve korkunç bir cahillik karanlığı ortalığı sardı.

Artık lise bitirme, olgunluk imtihanı falan yok. Eskiden son karnesinde dört zayıfı olan sınıfta kalırdı. Şimdi sınıfta kalmak yok. Eğitim sistemi herkese bir diploma veriyor.

Almanya’da ilk temel eğitimden sonra gençlerin okumaya istidadı olanları liselere, olmayanları çıraklık-meslek okullarına yönlendirilir. Çıraklık deyip geçmeyin sakın, harika bir sistemdir bu. Almanya’yı Almanya yapan bence eğitiminin üstünlüğüdür.

Bizdeki millî eğitim ne menem bir eğitimdir ki:

* Yazılı, edebî, zengin Türkçeyi öğretemez.

* Mantık öğretemez.

* Ahlak ve karakter terbiyesi veremez.

* Şehir görgüsü ve nezaketi veremez.

* Gerçek tarihi öğretemez.

* Beşerî ve iktisadi coğrafya öğretemez.

* Sanat tarihi ve kültürü öğretemez.

Bunların önemi yoktur. Yeter ki, genç nesiller Atatürkçü olsunlar, resmî ideolojiyi din gibi benimsesinler.

Böyle bir eğitime millî denilebilir mi?

Gayr-ı millî eğitim sistemi…

Geçen gün lise üçte okuyan çok çalışkan, çok ciddî, yetişmek için çırpınan bir gence Avrupa ülkelerinin başkentlerini sordum. Norveç’in Oslo, Finlandiya’nın Helsinki, Portekiz’in Lizbon, Danimarka’nın Kopenhag, Çek Cumhuriyeti’nin Prag olduğunu bilemedi. Coğrafya’dan sıfırdı notu. Benim neslim bunları ortaokulda öğrenirdi…

Hepsi olmasa bile eskiden lise talebelerinin yeterli bir bölümü küçük beyefendi, küçük hanımefendi idi.

Bir ülkeyi, bir halkı, bir devleti yıkmak mı istiyorsunuz? Savaşa, harbe darbe lüzum yoktur, şunları yapınız yıkılır gümbür gümbür.

* Lisanını bozunuz.

* Eğitimini bozunuz, bitiriniz.

* Genç nesillere ahlak ve karakter terbiyesi vermeyiniz.

* Parayı en büyük değer, bir tür din haline getiriniz.

* Futbolcuları, şarkıcıları, türkücüleri, açık saçık kadınları, mankenleri, artistleri, jönprömiyeleri, madonnaları, Peruz’ları, Güllü Agop’ları ideal şahsiyetler haline getiriniz.

* Halk kitlelerini holiganlaştırınız.

* Sakın mantık okutmayınız ve öğretmeyiniz.

* Halkı öylesine cahilleştiriniz ki, atalarının mezar taşlarını bile okuyamasınlar.

* Lüksü, israfı, fuhşiyatı, zinayı, çıplaklığı, içkiyi, kumarı, lotaryayı, hoppalığı, züppeliği alabildiğine teşvik ediniz.

* Halka ciddî ve faydalı kitap okutmayınız, biraz gazete okusunlar yeter.

Bunları yaparsanız o ülke batar, o halk zelil olur, o devlet sarsılır.

Doktor olacakmış, edebiyata ihtiyacı yokmuş… Mühendis olacakmış, tarih kültürüne ihtiyacı yokmuş… Hukukçu olacakmış, sanat kültürüyle ne işi varmış… Bunlar ne aptalca ve hayvanca düşüncelerdir.

Medenî bir okumuş olmak isteyen herkes edebiyat, tarih, sanat, mantık, psikoloji, metafizik, mimarlık öğrenmekle mükelleftir.

Kimlerin bunlara ihtiyacı yoktur: Hayvanların!..

(İkinci yazı) KALICI, TEMEL BİRKAÇ KÜÇÜK KİTAP

PROFESÖR, doçent, fikir adamı, aydın (Türkiye’de acaba on aydın var mıdır?) dostlarımıza:

Zaman geçiyor, ömür bitiyor. Bugün elinizde fırsat, imkân varken, aklınız ve zihniniz sağlamken küçük hacimli de olsa çok müfid ve lüzumlu kitaplar yazınız. Unutmayınız ki, böyle faydalı kitaplar, yazarları için sadaka-i câriye olur, kendilerine ölümlerinden sonra da sevap kazandırır.

Böyle kitapların özellikleri, şartları nelerdir?

(1) Kalıcı olmalıdır.

(2) Halka bilhassa gençliğe hitap etmelidir.

(3) Sosyal, kültürel, tarihî, sanatla ilgili konularda olmalıdır.

(4) Uzmanlık kitapları olmamalıdır.

(5) Okuyanlar yararlanmalı, ilimleri ve irfanları artmalıdır.

(6) Okuması ve anlaması kolay olmalıdır.

(7) İyi, hayırlı, faydalı şeylere teşvik etmelidir.

(8) Okuyanların daha iyi Müslüman, daha iyi insan, daha iyi vatandaş olmasına yol açmalıdır.

(9) Sosyal barışa, millî mutabakata, huzura, adalete katkısı olmalıdır.

Birkaç somut konu vermek istiyorum:

* Bir edebiyatçı ve lisaniyatçı, “Yazılı ve edebî Türkçe bilmek ne demektir? Günlük birkaç yüz kelimelik konuşma ve iletişim Türkçesiyle, on binlerce kelimelik edebî yazılı Türkçe arasındaki farklar nedir? Niçin lise bitirmiş her Türkiyeli Fuzulî Divanı’nı orijinal metninden, mânasını anlayarak, şerh edebilerek, bu kıraatten haz ve zevk alarak okuyabilmelidir?..” konusunda ve buna müterafık konularda küçük bir kitap yazabilir.

* Yine lisan ve edebiyat konusunda: “Harflerin değiştirilmesi, bin yıllık yazımızın yasaklanması, dilin zorlanarak sadeleştirilmesi ve fakirleştirilmesi terakki mi olmuştur, yoksa tedenniye (geri kalmaya) mı sebebiyet vermiştir?”

* Bir tarihçi: “İki tarihli sistem. Bir yanda gerçek tarih, öbür yanda uyduruk resmî ideoloji tarihi. Gerçek tarihini bilmeyen bir toplum ne olur? Yakın tarihimizin konvansiyonel yalanları… vs.

* Bir felsefe profesörü: “Niçin her vatandaşın mantık okuması ve bilmesi lazımdır? Mantığın esasları… Doğru düşünmek… Doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilmek…”

* Bir mimarlık profesörü: “Türkiye mimarlık ve şehircilik açısından niçin ve nasıl çirkinleşti? Yeni yapılar niçin güzel olmuyor? Şehirlerimiz, caddelerimiz, meydanlarımız, sokaklarımız niçin çirkinleşiyor?”

* Bir estet: “Güzellik nedir? İnsan güzele nasıl ulaşabilir? Güzel insanlar, güzel toplum, güzel ülke olabilmek için neler yapılmalıdır? İslâm ve güzellik.”

* Bir ilahiyatçı: “Kur’ân, Sünnet, icmâ-i ümmet İslâmlığı nedir? Çağımızdaki belli başlı bid’atler nelerdir? Dinde reform niçin caiz değildir? Kur’ân’ın heva ve re’y ile tefsiri niçin doğru değildir? Mezheb ve fıkıh niçin lüzumludur?”

* Bir ahlakçı: “İnsan zengin de olsa niçin kanaatli bir hayat sürmelidir.Lüks, israf ve aşırı tüketimin zararı. İslâm’da paylaşma ve dağıtma ahlakı.”

* Bir beslenme uzmanı: “Sağlıklı beslenme nasıl olur? Sağlığın temeli perhizdir. Hastalıkların ana sebebi aşırı tıkınmak ve oburluktur. Yediklerimiz hem besindir, hem de ilaçtır.”

* Bir nâsih: “Şehir görgü kuralları. Kabalık ve bedevîlik! Konuşma, selamlaşma, komşuluk, sokakta yürüme adabı. Gıybet, nemime ve tecessüsün kötü oluşu.”

Yukarıda on konu verdim. Daha nice konular vardır ki, bunlar üzerine kalıcı, müfid küçük kitaplar yazılabilir.

Sayın profesör ve düşünür dostlarımız şayet yazmak isterlerse ve yazabilirlerse bu kitaplardan telif almayı, para kazanmayı düşünmesinler. Bunların ücreti ahirete kalmıştır.

Böyle kitaplardan da birkaç örnek vereyim:

1. İmamı Gazalî’nin Eyyühelveled’i. Sakın bazı çok bilmiş ukalalar dudak bükmesinler, bu küçük risale UNESCO tarafından Fransızca’ya, İngilizce’ye, İspanyolca’ya tercüme ettirilmiş ve yayınlanmıştır. (Arapça metni ile birlikte)

2. İmamı Birgivî’nin Vasiyetnamesi. (Bende Fransızca tercümesi vardır.)

3. Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi beyin “Darülfünun Efendilerine Tahrirî Konferans’ı.”

İnşaallah bu yazım ilgili ve bilgili dostlarımızın gözüne çarpar, hayırlı bir kitapçığın yazılıp yayınlanmasına vesile olursa kendimi bahtiyar edeceğim. 14 Ocak 2010 Perşembe