Pazartesi

Türkiye Yahudi cemaati ileri gelenlerinden sayın Harry Ojalvo’nun iddia ettiği, yâni bir buçuk milyon kişi olduklarını söylediği kadar olmasa bile, zâhirde Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise Sabatay Sevi’nin yolundan giden, onun dinine mensup bulunan vatandaşlarımızın hem sayıları az değildir, hem de tesirleri, güçleri çok fazladır.

Bu konuda gerçekleri bütün çıplaklığı ile yazmak mümkün değildir. Ben yaşlı bir insanım. Ömrümün bundan sonraki kısmını hapislerde inleyerek, yahut gurbet illerde sürünerek geçirmek istemem.

Sabatay Sevi’nin yalancılıktan, takiyye icabı, canını kurtarmak için Müslüman oluşundan bu yana üç yüz küsur yıl geçti. Selanik Dönmeleri, Tanzimat’tan, hele 1908’deki İkinci Meşrutiyet’ten ve bilhassa cumhuriyetin ilanından sonra çok işler yaptılar. Yakın tarihimizdeki büyük Sabataycılar kimlerdir? Bunların tam listesini ne bilmek mümkündür, ne de açıklamak.

Şu anda devletin kilit noktalarında kaç Sabataycı vardır? Bu da fazla bilinen bir konu değildir.

Bir bakanın, büyük medyanın yüzde kırkına hükmeden bir zatın, birkaç yazar ve profesörün Sabataycı olduklarını biliyoruz. Bu bilgilerimiz yeterli değildir. Bildiklerimiz buzdağının su üzerinde görünen kısmı kadardır. Ya suyun altındaki kısım…

Müslümanların şimdiye kadar bir “Türkiye Yahudilerini ve Sabataycılarını Araştırma Enstitüsü” kurarak, geniş çapta ilmî, tarihî, kültürel araştırmalar yapmaları, bunları yayınlamaları gerekirdi. Lakin köylü, kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra kültürü ve zihniyeti ile böyle şeyler yapılamıyor.

Yakın tarihimiz, hele Millî Mücadele’miz büyük bir sırlar yumağıdır. Resmî tarih mitolojisi gerçekleri aksettirmiyor. Lozan andlaşmasının gizli protokolunda neler yazılıydı? Ortada bir belge bulunmadığı için bunu sarahaten bilen yoktur. İslâmî kesimde bu gibi konuları araştıracak güçlü ve büyük tarihçiler bulunmamaktadır.

Yakın tarihimizde büyük işler yapan, çok meşhur olan, kendilerini tarih sayfalarına yazdıran şahısların hangisi Yahudi, hangisi Sabataycı, hangisi ecnebi kökenlidir? Bu husus da incelenmemiştir, meçhulümüzdür.

Ucuz edebiyatlarla, işporta seviyesinde tefekkür hareketleriyle, zekâ özürlü derecesindeki yazı ve sözlerle bir yere varılmaz.

En az yedi sekiz dil bilen, Avrupa’nın ve Amerika’nın büyük üniversitelerinde okumuş, çok zeki, çok çalışkan, çok istidatlı tarihçiler yetiştirirsin. Bunlar Türkiye’nin ve başka ülkelerin kütüphanelerinde ve arşivlerinde yıllardır dirsek çürütüp belge ve bilgi toplar. Sonra ciddî, büyük, derin tarih kitapları yazarlar, bilinmeyen gerçekleri aydınlatırlar… Biz böyle adamlar yetiştirebildik mi, böyle kitaplar yayınlayabildik mi?

Bir batı ülkesinde yayınlanan bir Yahudi dergisinde, Türkiye’nin yakın tarihi ile ilgili dehşet verici bir yazı yayınlandı. Yayınlandı da ne oldu? Müslüman kesimin kodamanları, din baronları, milyarlarca dolarlık din vergisi toplayan adamların bundan haberi oldu mu?

(Bu konuda kimse bana bir şey sormasın, derginin yayınlandığı yeri, ismini, numarasını, tarihini, makalenin başlığını, yazarını falan öğrenmeye kalkmasın. Kesinlikle cevap vermem.)

Türkiye’de ezici çoğunluğu teşkil eden on milyonlarca Müslüman sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci muamelesi görüyor. Bu onlara revadır. Çünkü, ilmi, irfanı, kültürü, sanatı, araştırmayı, medeniyeti, bırakmışlar; birtakım boş işlerle uğraşmaktadırlar. Türkiye’nin ve Müslümanların kurtuluşu ilimle, irfanla, hikmetle, kültürle, sanatla, araştırmayla, hukuk tefekkürüyle, mimarlık sahasında üstünlükle, tek kelimeyle ifade etmek gerekirse kalite ile mümkündür. Bunu anlayıp idrak etmedikçe ve hayata geçirmedikçe zillet içinde sürünmeye devam edeceğiz.

Önce Adam

İngiltere’de yazılı bir anayasa yok. Böyle bir metnin bulunmamasına rağmen gerçek bir demokrasi, adalet, insan haklarına saygı ve riayet, hukukun üstünlüğü var. Bizde anayasa var, saydıklarım yok.

Herkes yeni bir anayasa yapılırsa işlerin düzeleceğini sanıyor. Yeni bir anayasa yapılacak, ardından yeni kanunlar çıkartılacak, sonra her yer güllük gülistanlık olacak. Ne kadar ham ve ucuz bir hayaldir bu.

Bizdeki lâik, kemalist, düzenci statükocular mevcut anayasayı kutsal bir metinmiş gibi korumak, yerinde bırakmak istiyorlar. Resmî ideolojiyi din gibi benimsiyorlar. Devleti, ülkeyi, milleti ideoloji ile özdeşleştiriyor, hattâ ondan da üstün ve önemli görüyorlar.

Bu saçmalıklar genellikle Lâtin-Akdeniz kültür sahasına mahsus mantıksızlıklardır. Anayasayı, kanunları değiştirmekle bir devlet, ülke, millet hemen kurtulup, yücelmez. Öncelikle yapılacak iş, yeterli sayıda ve yüksek seviyede insanı değiştirmektir. Bu değişiklik de bilgi, aksiyon ve estetik sahasında olacak; bu kişiler vasıflı, güçlü, üstün hale gelecektir.

Bugün Türkiye adam yetiştiremez duruma düşmüştür, düşürülmüştür. Başta millî eğitim sistemi olmak üzere, adam yetiştiren bütün kurumlar körletilmiş, dumura uğratılmıştır. Türkiye robotlar, şartlı refleksli mahluklar, zombiler, kendi kimliğine, kişiliğine, kültürüne yabancılaşmış genç nesiller yetiştirmektedir. Böyle nesiller yetiştirirken anayasının ve kanunların değişmesi ile hiçbir şey halledilemez.

Önce anayasayı ve kanunları değiştirelim, sonra adam yetiştiririz… Bu da yanlış bir metoddur. Önce adam yetiştirilecek, onlar gereken lüzumlu, zarurî değişimleri gerçekleştirecektir.

Ülkeyi saran, yiyip bitiren korkunç kokuşmayı anayasa ve kanunları değiştirmekle önlemek mümkün müdür? Asla mümkün değildir. Bunun için vasıflı, güçlü, üstün, iradeli, ahlâklı, faziletli, hikmetli yüksek insanlara ve kadrolara ihtiyaç vardır.

Düzenin değişmesini isteyen şu adamlara bakınız. Şu kişi eskiden azılı bir solcuydu, şimdi ise düzenin yağlı kemiklerini yiyerek semirdi, trilyoner oldu. Ya şu sahte İslâmcılara ne demeli? “Bu düzen bozuk, onun yerine hak bir düzen getireceğiz” edebiyatından sonra, ellerine fırsat geçer geçmez, bozuk düzenin menfaatlerine nasıl saldırdılar? Bu heriflerle düzen değişir mi?

İyi, doğru, güçlü, vasıflı, üstün, iradeli adam yetiştirmek için:

(a) Çağ ve millî kimlik seviyesinde çok kaliteli bir eğitim sistemi,

(b) Buna paralel olarak çok vasıflı bir aile ve toplum eğitimi,

(c) Osmanlılardaki eski hânegî eğitimi gibi, birtakım güçlü ve üstün şahsiyetlerin özel olarak bazı istidatlı gençleri yetiştirmeleri,

(ç) Kâmil adam yetiştirmek için faaliyette bulunan tekke ve tasavvuf eğitimi… bulunması gerekir. Resmî ve konvansiyonel eğitimin yanında paralel-alternatif eğitimler de olmalıdır.

Bunlar olmadan adam yetişmez, devlet ve ülke kurtulup yücelmez, millet necat ve felâh bulmaz; eski pislikler ve kötülükler sürer durur ve bir gün büyük bir yıkım ve çöküş olur. Önce adam, önce adam… 12 Ekim 1999