HER AY BİR SANAT ESERİ

Resmî bir kuruluşun yıllardan beri çıkardığı ve orta halli bir ailenin aylık masraflarını gösteren bir liste vardır. Bu listede neler yoktur ki? Küçük çocuk için alınan balon, ortancanın çikleti gibi ıvır-zıvırlara yapılan masraflar bile aile bütçesinde yeralmıştır.

Evet, normal bir aile her ay kira, elektrik, su, yakıt, otomobil benzini, yağ, şeker, pirinç, et, yumurta, fanile, don, gömlek, çorap, yol parası, televizyon taksidi, mikro-dalgalı ördek pişirme makinası ve daha neler neler için masraf yapar.

Yüzlerce kalemlik bu masraf listesinde sadece bir şey eksiktir. Sanat eseri, güzel bir eşya. Biz sanki milletçe sanata, güzelliğe boykot etmişizdir.

“Sanat eserleri pahalıdır. Bu ancak zenginlerin, varlıklı bir azınlığın işidir” diyenler çıkabilir. Hayır!.. Sanat, güzellik, estetik ille de pahalı şeyler değildir. Herkes bütçesine göre ucuzunu da temin edebilir. Yeter ki, bilsin, istesin, girişsin.

Göze hoş görünen, az da olsa tarihî ve estetik kıymeti olan eski bir kartpostal, geçen asırda basılmış bir kitaptan çıkartılmış bir gravür, bu yüzyılın başlarındaki “Rumeli-i Şâhâne”yi gösteren bir atlas sahifesi, bir hat karalaması, bir ebrû parçası, simle işlenmiş küçük bir sehpa örtüsü, rik’a hattıyla yazılmış eski bir resmî kâğıt.. ve daha neler neler. Bunlar mâkul küçük ücretlerle satın alınabilir, bir çerçeveciye götürülüp paspartulu zarif bir çerçeve yaptırtılır ve misafir odasının, salonun bir yerine asılır.

Bir kilo ete kırk bin lirayı kolayca veririz de bir gravüre, bir hatta bu sefil meblağı çok görürüz. Et için normal bulduğumuzu; sanat için, estetik kültürü için anormal görürüz. Neden mi? Görgüsüzlüğümüzden, zevksizliğimizden.

Bir ömür boyu, sofrada başlayıp helâda biten tıkınma faaliyeti için servetler harcarız ve o koskoca ömür esnasında birkaç hat, ebrû, gravür, meşk edinip evlerimizin duvarlarına kazandıramayız.

Hayır ısrar etmeyiniz. Bu zevksizliğin, estetiğe karşı bu bigâneliğin sebebi maddi fakirlik değildir, mânevi fukaralıktır, kültür yoksulluğudur.

Dünün en basit eşyası olan uçkurlar bile işlemeliydi, sanat doluydu. Eski yazmalar, el dokuması bezler, peşkirler, yağlıklar, çevreler; eski bakır eşyalar, siniler, sahanlar, cezveler, taslar, maşrapalar, halılar kilimler, çullar, keçeler hep sanatlı şeylerdi. At koşumları, heybeler, eğerler, üzengiler, gümüşlü kırbaçlar sanat doluydu, zevk mahsûlüydü.

Şimdi biz ne yapıyoruz? O canım bakırları verip yerine alüminyum veya plastik iğrenç eşyalar alıyoruz. El dokuması kök boyalı halı ve kilimleri bezirgânlara kaptırıp, karşılığında maddî değer bakımından onların yirmi beşte biri etmeyen, estetik açıdan ise birer sıfır olan anilin boyalı, fabrika dokuması, pis yaygılar alıyoruz. Sandıkları, dolapları, tavan aralarını didik didik ediyoruz, oralarda geleneksel millî kültürümüzü yansıtan ne kadar hâtıra, sanatkârane eşya varsa onları bir an önce kapı dışarı ediyoruz. Ne utanç verici bir sefalet manzarasıdır bu!

Hayli zaman geçti, bir antikacıda zengin giyimli ve de lüks kürklü, tırnakları ve her yeri boyalı kart bir kadın görmüştüm. Sinirli elleriyle çantasından yazma bir Kur’an-ı Kerim çıkartarak:

  • Büyükbabamdan kaldı bu. Evde boşuna duruyor, okuyan yok, anlayan yok. Güzel ve tezhibli bir yazmadır. İyi para edeceğini söylüyorlar. Siz ne veriyorsunuz?.. diyordu.

A melûne, bre nâbekâr kadın, sende zerre kadar ruh asaleti, mânevî zarafet, kültür haysiyeti, mürüvvet, olsaydı o dede yadigârı Mushaf-ı Şerifi bezirgân pazarına getirmezdin. Paraya ihtiyacın yoktu. Olsa bile insan mücevherlerini satar, yine Kur’an-ı Kerim’i satmaz. Sen bu halinle kendini hanım mı sanıyorsun? Kürkünle, lüks otomobilinle, servetinle, ojenle, rujunla kimi kandıracaksın?

Sözü uzatmayayım. Müslümanlara tekliflerim şunlardır:

  1. Gerçekten çok fakir olmayan her âile, aylık bütçesine sanat eseri için bir fon koymalıdır.
  2. Bu, en az otuz veya elli bin liralık ebrûlu, çerçeveli küçük bir hat, bir gravür, bir resim olabilir. (Piyasada hiç estetiği olmayan çok çirkin Tahtakale işi levhalar vardır. Zinhar onlardan alınmaya…)
  3. Yeni başlayacakların tecrübeleri, uzmanlıkları, birikimleri, olmadığından arzu edenlere -ücretsiz yardımcı olmaya hazırım. (Bir mektup veya kartla başvurabilirler.)
  4. Bu gibi eşyalar genellikle antikacılarda ve eskicilerde yüksek fiyatlara satılmaktadır. Bu hal kimseyi ürkütmemelidir. Başka kaynaklardan çok daha ucuza estetik katsayısı olan güzel levhalar, gravürler, ebrûlar temin edilebilir.
  5. Sanatı, güzelliği bir ihtiyaç kabul ederek, her ay küçük ve ucuz da olsa bir eser edinip duvarına asan kimse bir sene sonra küçük bir kolleksiyona sahip olmuş, evine bir manâ ve zerafet kazandırmış olur.
  6. Tekrar ediyorum: Her ay küçük bir sanat eseri edininiz.
  7. Yine tekrar ediyorum: Sanat kıymeti olmayan zevksiz işporta malı abuk-sabuk çirkin şeyler almayınız.

NOTLAR

  • Birkaç ay önceydi, Özgürlük Meydanı’ndan geçiyordum. O gün ortalık ana-baba günüydü. Öğrenciler, boykot mümâyişi yapıyorlarmış. Feryadlar, figanlar, polisler, düdükler, sirenler, toz-toprak. Bir hareket ki, sormayın. Ben Süleymaniye Kütüphânesi’ne gidecektim. Başıma bir taş düşmeden, bir kenardan hızlı hızlı savuşayım derken, birden gökten başıma acaip bir şey düştü. Bereket taş değilmiş, yumuşak bir maddeydi. Ne olduğunu anlamak için hemen ellerimi başıma getirdim. Aman ya Rabbi! Bu yapışkan, vıcık vıcık, pis kokulu, cıvık, iğrenç bir maddeydi.

Meğerse başıma, atılan sloganlardan biri düşmemiş mi!

  • AÇIK MEKTUP: Mektubunuzu aldım, birikmiş paranızı, en fazla gelir getirmesi için hangi şeye yatırmak gerektiğini soruyorsunuz. Marka mı, Dolara mı, altına mı, hisse senedine mi? Benim böyle işlere pek aklım ermez. Yanlış kapı çalmışsınız. Ama, madem ki, sordunuz, size Dolar veya Marktan daha kârlı bir ticareti haber vereyim: Paranızı hayra, hasenata, ihtiyaç içinde kıvrananlara, Tevhid dâvetine, emr-i mâruf nehy-i münker hizmetlerine yatırınız. En fazla kâr bundadır. Yalnız dikkat edin, yankesicilere çarpılmayın. Bu işlerin de muslukçuları vardır zira.
  • TARİKATA GİRMEK İSTEYENE; Öyle lokanta, otel, terzi sorar gibi tarikat sorulmaz. Bunun usulü erkânı vardır. Gereken duaları, salâvatları okur, istihâre namazını kılar ve işaret beklersiniz. Sâdık rüyada size nereye gireceğiniz bildirilir. Ama iş yine bitmez. Oraya gidersiniz, sizi öyle hemen kapıp kabul etmezler. “O rüyayı bir de biz görelim” derler.
  • Kuşeyrî Risâlesi’nde okudum. Ehlullahtan birine sormuşlar: Günde bir öğün yiyenin durumu nedir? O salihlerdendir buyurmuş, iki öğün yiyen: O da sıradan bir kuldur. Ya üç öğün yiyen: Sahibine söyleyin, ona bir yemlik yapsın!, demişler. (O zamanlar, şimdiki gibi beş öğün yemek yiyip, ayrıca arada pasta, fındık, fıstık, meyve atıştırılmıyormuş.)
  • Çok yükselen birine: Üst katlardan bize tepeden bakıyor, dudaklarınızda alaycı bir kıvrımla tebessüm ediyorsunuz. Dikkat buyurunuz, biz zemin kattan düşersek ayağımız burkulur. Siz yüksekten düşerseniz bin parça olursunuz.

20.11.1991