HER AY BİR SANAT ESERİ
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 20 Kasım 1991
HER AY BİR SANAT ESERİ
Resmî bir kuruluşun yıllardan beri çıkardığı ve orta halli bir ailenin aylık masraflarını gösteren bir liste vardır. Bu listede neler yoktur ki? Küçük çocuk için alınan balon, ortancanın çikleti gibi ıvır-zıvırlara yapılan masraflar bile aile bütçesinde yeralmıştır.
Evet, normal bir aile her ay kira, elektrik, su, yakıt, otomobil benzini, yağ, şeker, pirinç, et, yumurta, fanile, don, gömlek, çorap, yol parası, televizyon taksidi, mikro-dalgalı ördek pişirme makinası ve daha neler neler için masraf yapar.
Yüzlerce kalemlik bu masraf listesinde sadece bir şey eksiktir. Sanat eseri, güzel bir eşya. Biz sanki milletçe sanata, güzelliğe boykot etmişizdir.
“Sanat eserleri pahalıdır. Bu ancak zenginlerin, varlıklı bir azınlığın işidir” diyenler çıkabilir. Hayır!.. Sanat, güzellik, estetik ille de pahalı şeyler değildir. Herkes bütçesine göre ucuzunu da temin edebilir. Yeter ki, bilsin, istesin, girişsin.
Göze hoş görünen, az da olsa tarihî ve estetik kıymeti olan eski bir kartpostal, geçen asırda basılmış bir kitaptan çıkartılmış bir gravür, bu yüzyılın başlarındaki “Rumeli-i Şâhâne”yi gösteren bir atlas sahifesi, bir hat karalaması, bir ebrû parçası, simle işlenmiş küçük bir sehpa örtüsü, rik’a hattıyla yazılmış eski bir resmî kâğıt.. ve daha neler neler. Bunlar mâkul küçük ücretlerle satın alınabilir, bir çerçeveciye götürülüp paspartulu zarif bir çerçeve yaptırtılır ve misafir odasının, salonun bir yerine asılır.
Bir kilo ete kırk bin lirayı kolayca veririz de bir gravüre, bir hatta bu sefil meblağı çok görürüz. Et için normal bulduğumuzu; sanat için, estetik kültürü için anormal görürüz. Neden mi? Görgüsüzlüğümüzden, zevksizliğimizden.
Bir ömür boyu, sofrada başlayıp helâda biten tıkınma faaliyeti için servetler harcarız ve o koskoca ömür esnasında birkaç hat, ebrû, gravür, meşk edinip evlerimizin duvarlarına kazandıramayız.
Hayır ısrar etmeyiniz. Bu zevksizliğin, estetiğe karşı bu bigâneliğin sebebi maddi fakirlik değildir, mânevi fukaralıktır, kültür yoksulluğudur.
Dünün en basit eşyası olan uçkurlar bile işlemeliydi, sanat doluydu. Eski yazmalar, el dokuması bezler, peşkirler, yağlıklar, çevreler; eski bakır eşyalar, siniler, sahanlar, cezveler, taslar, maşrapalar, halılar kilimler, çullar, keçeler hep sanatlı şeylerdi. At koşumları, heybeler, eğerler, üzengiler, gümüşlü kırbaçlar sanat doluydu, zevk mahsûlüydü.
Şimdi biz ne yapıyoruz? O canım bakırları verip yerine alüminyum veya plastik iğrenç eşyalar alıyoruz. El dokuması kök boyalı halı ve kilimleri bezirgânlara kaptırıp, karşılığında maddî değer bakımından onların yirmi beşte biri etmeyen, estetik açıdan ise birer sıfır olan anilin boyalı, fabrika dokuması, pis yaygılar alıyoruz. Sandıkları, dolapları, tavan aralarını didik didik ediyoruz, oralarda geleneksel millî kültürümüzü yansıtan ne kadar hâtıra, sanatkârane eşya varsa onları bir an önce kapı dışarı ediyoruz. Ne utanç verici bir sefalet manzarasıdır bu!
Hayli zaman geçti, bir antikacıda zengin giyimli ve de lüks kürklü, tırnakları ve her yeri boyalı kart bir kadın görmüştüm. Sinirli elleriyle çantasından yazma bir Kur’an-ı Kerim çıkartarak:
A melûne, bre nâbekâr kadın, sende zerre kadar ruh asaleti, mânevî zarafet, kültür haysiyeti, mürüvvet, olsaydı o dede yadigârı Mushaf-ı Şerifi bezirgân pazarına getirmezdin. Paraya ihtiyacın yoktu. Olsa bile insan mücevherlerini satar, yine Kur’an-ı Kerim’i satmaz. Sen bu halinle kendini hanım mı sanıyorsun? Kürkünle, lüks otomobilinle, servetinle, ojenle, rujunla kimi kandıracaksın?
Sözü uzatmayayım. Müslümanlara tekliflerim şunlardır:
NOTLAR
Meğerse başıma, atılan sloganlardan biri düşmemiş mi!
20.11.1991