Pazar

Vicdanlar nasırlaşmış, basiretler bağlanmış, sanki üzerimize ölü toprağı serpilmiş. Memleketin, milletin, devletin durumu çok kötü, bizim pek aldırdığımız yok. Korkunç bir gaflet, umursamazlık, vurdumduymazlık içindeyiz.

Bari aydınlar, yüksek tabaka, okumuşlar uyansalar. Onlar da, nâdir istisnâlar dışında keyflerine bakıyor.

Kadın saatlerce uğraşmış, nefis bir börek hazırlamış ve fırında unutmuş, canım börek yamış. Hırsından ağlıyor. Yahu biraz da şu memlekete, şu millete, şu devlete ağlasana. Bizim başka memleketimiz, başka devletimiz var mı?

Böyle bir zamanda her gün beş dakikayı ağlamaya ayırmak lâzım. Ağlayamayanlar bari ağlar gibi yapsınlar, üzüntülü bir havaya girsinler.

Şu güzelim memleketi biz içeriden, düşmanlarımız dışarıdan mahvettik, bitirdik. İnsanın içi yanıyor. Türkiye bu hale düşecek ülke miydi?

Birtakım alçaklar hâlâ küçük şahsî menfaatler, layık olmadıkları ikballer peşinde. Memleket batıyor, onlar iktidara geçmek için bin türlü ayak oyunları yapıyor. “Alışmış kudurmuştan beterdir”,

“Huy canın altındadır”

demişler, canları çıkmadıkça huylarından vaz geçmezler.

Be adamlar! Kiminiz doların milyarıyla götürdünüz, zengin oldunuz. Kiminiz yüzlerce milyon dolarlık servetlere sahip oldu. Yetmez mi artık? Kendinize değil, bundan sonra gelecek yedi kuşak torunlarınıza yetecek kadar haram ve kara servetler biriktirdiniz. Daha ne istiyorsunuz?

Cinsel şehvet yaş ilerledikçe azalıyor ve bitiyor da, riyaset ve ikbal şehveti yaş arttıkça artıyor, azıyor. Tasavvuf büyükleri, “Riyaset şehveti cinsel şehvetten üç yüz altmış kere daha şiddetlidir” demişler.

Adamın biri canlı cenaze haline gelmiş, makam ve mekviini bırakmıyor. Rejim cumhuriyet ama böylesi mutlak hükümdarlıklarda bile görülmemiştir.

Zavallı Adnan Menderes, “Ben kendime sâbık (eski) başbakan dedirtmem” diye diretti ve hem kendisinin, hem de memleketin felâketine sebep oldu.

Bilgelik, yüksek ahlâk, yüksek karakter, erdem sahibi olmayan büyük politikacı canavardan farksızdır. Böyleleri bizde çoktur.

Memleketin, milletin, devletin âlî (yüksek) menfaatleri var. Bunları düşünen yok. Şimdi süflî (alçak) menfaatler için çalışılıyor.

Çürümedik hiçbir temel müessese kalmadı. Aldırmıyorlar. Sanki yapışmışlar, hiçbir güç onları yerlerinden sökemiyor.

Kalkarlarsa halının altındaki pislikler ortaya çıkacak. Peki halı üzerinde Kıyamet’e kadar oturacak değiller ya. Nasıl olsa bir gün kalkacaklar ve pislikleri görünecek.

Milyarla dolar götüren haydut, kendini kurtarmak için birkaç milyon dolar vermez mi?

Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkâr!

Adam evinde ilahî dinliyormuş, gericiymiş, muzırmış, işinden atılmalıymış…

Adam dindar olduğu için içki içmiyor, karısını danslı baloya götürmüyormuş, rejim düşmanıymış, başı ezilmeliymiş…

Yurtta ve okulda kızların saçlarını çekiştiriyormuş birtakım adamlar. Sahici saç mı, peruk mu diye. Peruk takıyorsa gerici olurmuş, cumhuriyet için en büyük tehdit ve tehlikeymiş…

İslâm dini erkeklere altın ziynet eşyası takma izni vermediği için, altın yüzük takmayan dindar kimse hapı yuttu demektir. Haindir, tehlikelidir, düşmandır…

Ülke tımarhaneye döndü.

Banka soyan kocaman ve kodaman bir “can ve ciğeri” kurtarmak için bir avukatlar ordusu seferber vaziyettedir. Onu kurtarmak sakıncalı olmuyor da, vatandaşın dindarlığı sakıncalı oluyor.

Ebeveynler çocuklarına din dersi verdirtmekte serbesttir. Bunu bütün evrensel insan hakları beyannameleri, metinleri kabul ediyor. Lâkin bizde, bir ana baba onaltı yaşından küçük çocuklarına yazın din ve Kur’ân dersi verdirirse suç olur. Bu ne biçim demokrasidir, hukuk sistemidir?

163’üncü madde yürürlükte iken

“faiz haramdır, faiz batırır, faiz teşvik edilmemelidir”

şeklinde propaganda yapanlar ağır ceza mahkemelerinde süründürülüyordu. Faizin bir ülkeyi ne hale getirdiğini gördük. Faizciler ibret aldılar mı? Son krizde yine birtakım adamlar faizden, repodan milyarlarca dolar vurmuşlar.

Binlerce fabrika kapandı. Onbinlerce atölye, dükkan battı. Milyonlarca vatandaş işsiz kaldı. Bunca felâkete rağmen birileri eski alışkanlıklarından vaz geçmediler. Çünkü sistem böyle. Zaten adı üstünde rant sistemi.

Niçin birkaç yüz vatansever aydın ortaya çıkıp da maddeler şeklinde bir manifesto veya bildiri yayınlamıyor? Elli madde siyaset ve hukuk, elli madde finans ve iktisat, elli madde de kültür ve sosyal konular… Niçin memlekete bir reçete sunulmuyor? Niçin herşey apaçık ortaya konulmuyor? Birkaç yüz aydını kim mahkemeye verebilir? Bu memleket nasıl batırıldı, bu hale nasıl geldik? Hainler neler yaptılar? Yüz milyar doların üzerindeki kara, kirli, necis para nasıl oluştu? Birtakım maaşları belli adamlar nasıl oldu da dolarla mülti-milyarder oldular?

Dedikodular, rivayetler, söylentiler yeterli değildir. Pislikler, vatan hainlikleri, soygunculuk bütün dehşeti ile ortaya konulmalıdır. Vatansever, namuslu, şerefli insanların korkacak bir şeyleri yoktur.

Birtakım namussuzlar, p…..’ler, şerefsizler işlerden yüzde on komisyon alıyormuş. Bu konuda çok yaygın, tevatür derecesinde rivayet ve fısıltılar var. Bunlar yüksek sesle konuşulmalıdır.

Milyonlarca

dolarlık

rüşvetleri kimler alıyor?

İstiklâl savaşımızın kutsal prensiplerine ihanet edilmiş; halkın, ülkenin, devletin canına okunmuştur. Vaktiyle Londra’da filozof

Bertrand Russel

bir

“Vietnam Mahkemesi”

kurmuş ve emperyalistleri sembolik şekilde de olsa, muhakeme edip suçlamıştı. Türkiye’yi batıranlar da, böyle sembolik Yüksek Divan’larda muhakeme ve mahkeme edilmelidir.

Memleketin nasıl soyulduğunu, devletin nasıl hortumlandığını, cumhuriyete nasıl hıyanet edildiğini anlatan yüzbinlerce broşür basılıp dağıtılmalıdır. 30 Nisan 2001 Pazartesi